Ümit Zileli yönetimindeki NOKTA Dergisinin Ankara Bürosu bir dönem bize emanet edilmişti. Serhat Hürkan’la birlikte, mütevazı bütçeyle Farabi Sokak’ta kiraladığımız büroda, badana boya işlerini, iletişim altyapısını, bilgisayar-masa konusunu kısa sürede tamamlayıp kadroyu oluşturduk, Mustafa Pekcan, Neşe Sarıdoğan, Elif Kocabeyoğlu ve Gülşah Balbay ile keyifli bir çalışma süreci geçirdik. Hepi topu 6 kişiden oluşan ekibimizle siyasi haber, röportaj, araştırma dosyası ve hatta Ankara Kedisi adını verdiğimiz renkli sayfadaki kulislerle, bilinmeyen pek çok olayı gündeme taşıdık.
Ne yazık ki, o ekipten iki kişi, Serhat Hürkan ve Mustafa Pekcan artık aramızda değil.
Ekibimizde herkes “paralel düşünüp, aynı dili konuşarak” ve büyük hevesle kendini işine adamıştı, ne yazık ki sonradan değişen üst yönetimle anlaşamadık ve NOKTA serüvenini hep birlikte “noktaladık.”
Malum, kütüphane temizliğindeyim, o günlerden kalan dergiler elime geçti, şöyle bir karıştırdım da, meğer neler neler yaşanmış.
Emin Çölaşan bir ara Hürriyet’te Ertuğrul Özkök tarafından kışın ortasında, zorunlu izne çıkarılmıştı, kamuoyunda tartışılan bu durum için röportaja gitmiştim Hürriyet’e, biz konuşurken rahmetli Bekir Coşkun birden teras camını açıp gülerek seslendi:
-Bu balkon benden sorulur... Siz benden habersiz nasıl öyle sohbet edip, üstüne üstlük kahkaha filan atarsınız bakayım? Haydi gelin içeri, size çay kahve ısmarlayayım.
Resmin altındaki imza, çok sevdiğimiz foto muhabirimiz Mustafa Pekcan’a ait. Onu ne yazık ki, Irak’ta bir serseri kurşun gelip buldu ve tüm çabalara rağmen tedavi sürecinde yitirdik.
Gecenin bir saatinde dergileri karıştırırken “güleriz ağlanacak halimize” dedirten bir başka haber karşıma çıktı. O sırada Devlet Tiyatrosu Genel Müdür Yardımcısı olan Tamer Levent’le Trabzon Valisi arasında yaşananlar... İyi ki detayları kayda geçirmişiz. Tamer Levent, birlikte Atatürk heykeline çelenk koyacakları tören için Valiye yaklaşırken, Vali beklenmedik bir hareketle Levent’e arkasından bir tekme savuruyor, bununla da yetinmeyip, Genel Müdür Yardımcısına, “ellerini cebinden çıkar” diye haykırıyor. İş bununla da bitmiyor, akşam saatlerinde Levent’in kaldığı otele gelen polisler, “sizi alkol muayenesine götüreceğiz” diye tutturuyorlar. Böyle bir olayın yaşanmış olduğuna inanmak bile zor ama doğru.(***)
Bir başka olay, gazeteci Nuri Sefa Erdem’le ilgili. Karabük’te gecenin bir yarısında Huzurevini ziyaret eden Başbakan Tayyip Erdoğan’a “yaşlıların o saatte uyandırılıp karşılamaya getirilmesiyle ilgili” soru sormak istiyor, cevap beklerken azar işitiyor:
-Ağzın leş gibi alkol kokuyor... (****)
E, işte, pandemi sürdecinde hafta sonu yasakları sırasında marketlerde içki satışına engel konulması meğer ta o günlere dayanıyormuş. AKP, “kimsenin yaşam tarzına, dünya görüşüne karışmayacağız” diyerek iktidara gelse de, “alkol ile olan mücadelesini” aslında o günlerde başlatmış.
-Bizden sonra gelen ekiple neden mi anlaşamadık?
BDDK (Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu) o sırada merkezini Ankara’dan İstanbul’a nakleden İş Bankasından boşalan “dev” gökdelene taşınmıştı, yeni atanan başkan, kendisinden önceki üst yöneticilerle diyalog kurmak şurada dursun, onların yüzünü bile görmek istemiyordu. Hemen gereği yapıldı, bürokratlar kızağa çekildi ama başkan bununla yetinmeyip, koskoca binada onlarca oda bomboş dururken, Maltepe’de eski Gölbaşı Sinemasının yanındaki eski apartmanda küçük bir daire kiralatıp, bürokratları oraya sürgün etti. Koca gökdelenden her gün bir resmi araba ile çıkan özel ekip yollara düşüyor, imza defteriyle üvey evlat durumundaki bürokratlara gidip imzalarını alıp, ana binaya dönüyordu. Akşam mesai bitiminde imza ekibi yine yollara düşüp imzaları alıp dönüyordu. Bu trajikomik durumu taraflarla görüşüp, binaların resimleriyle habere yansıttık, metni İstanbul bürosuna geçtik. Beş on dakika sonra BDDK basın müşaviri telefonla aradı:
-Nursun Hanım, böyle böyle bir haber hazırlamışsınız. Biz bunun yayınlanmasını istemiyoruz. Yayınına engel olacağız…
Belli ki henüz yayınlanmamış (!) haberimiz, durumdan vazife çıkaran birileri (ismi lazım değil!) tarafından BDDK’ya uçurulmuş ve yayını engellenmişti. Böyle bir olay meslek yaşamımda ilk kez başıma geliyordu.
Bir diğer olay ise kabinenin önemli bir ismi etrafındaki bir haber nedeniyle yaşandı. Sonradan FETÖCÜ denilerek AKP’den uzaklaştırılan bu bakan evli ancak bakanlık özel kaleminde çalışan başka bir hanımla birlikteydi, ikinci hanım devlet lojmanında kalıyor, hamile kalınca doğum için yurtdışına gönderiliyordu. Nikahlı eş bu durumdan şikayetçiydi, kocasını gidip Başbakanın eşi Emine Hanıma da şikayet etmişti. Dünyanın heryerinde “haber değeri” taşıyan bu skandali Ankara Büromuzdaki arkadaşlarımız günlerce araştırıp ortaya çıkarmışlardı, ancak haberi gündeme getirdiğimizde genel yayın müdüründen şöyle bir yanıt aldık:
-A, sizler bu kadar tutucu musunuz? Düpedüz aşk bu, haber değil...
İşte Serhat Hürkan’la kader birliği yaptığımız NOKTA serüvenini bu tatsızlıkların ardından noktaladık. Ne yazık ki değerli meslektaşım Serhat Hürkan’ı da genç yaşta geçirdiği bir kalp krizi sonrasında yitirdik. Bence yıllar boyu maruz kaldığı stresli meslek yaşamının da bu erken ve acı sonda mutlaka büyük payı vardı.
Şimdi düşünüyorum da, gazetecilik gerçekten adanmışlık ve özveri gerektiren, çok zevkli ama bir o kadar da eziyetli meslek diyorum. Bilmem siz ne dersiniz?
(*)https://kidega.com/yazar/serhat-hurkan-161558
(**) https://www.medyatava.com/amp/haber/gazeteci-mustafa-pekcan-yasamini-yitirdi_6346
(***)https://amp.evrensel.net/haber/150384/trabzon-valisi-br-nbsp-nbsp-nbsp-sanatciyi-hazir-ol-da-istiyor
(****) https://www.milliyet.com.tr/amp/siyaset/kendini-tutamiyor-5129692
Yorum Yazın