Murat Bayar

Murat Bayar


Aslında…!

Aslında…!

İlaçlar sizi şifalandırmak için midir, hastalığınızı baskılayıp, hayat boyu ilaca bağımlı kılmak için mi?

En masum ilaç aspirinin halen söğüt ağacından üretildiğini düşünüyorsanız, bilgilerinizi yeniden gözden geçirmenizi öneririm. Sentetik üretilen aspirin gibi, endüstrisinin, en masum ilacı bile bir süre sonra karaciğerinizi bozar. İlacın yarattığı tahribatı, başka ilaçlar alarak düzeltmeye çalışırken, aslında endüstriye abone olursunuz.

Hisse senedi uzmanı, küçük yatırımcıya önerilerde bulunurken, aslında kamu hizmetini mi hedefliyordur, yönettiği havuzun menfaatlerini mi?

Yıllar önce ana akım medyada yorum yapan bir akademisyene, “Ekrandaki yorumunuzda, neden aramızda konuştuğumuzun, tersini önerdiniz?” dediğimde, bana tüm sistemi özetlemişti:

“Canikom, aslında gazeteci de, dürüst kalmak zorunda olan da sensin. Ben sadece yönettiğim havuzun menfaatlerini gözetirim!”

Siyasetçi, halk için mi vardır, halka rağmen koltuğunu korumak ve her gün yalanlarla sahte bir dünya var etmek için mi?

Sadece piyasa fiyatını dikkate alan Sayıştayı aldatmak için, kamu ihalelerinde ödeme takvimiyle oynayan belediyelerden birinin başkanı için, sessizce hayır işleri yapıyormuş, dediler. –belediyeler, aslında yandaşlarına ihale bedelini peşin ödeyip, kolaylıklar sunarken, aynı rakamı diğerleri için 2 ile 5 yıla yayıp, zorluklar çıkarırlar-

Kamunun parasını sessizce, yani hesapsızca kullanmak. Örtülü fonlar, iştirakler kurmak. Yani devlete paralel bir yapı tesis etmek. Ve iyi olmak!

Tüm bunları ne zaman kanıksadık?

ABD kitle imha silahları bulacağım, ya da Arap Baharı götüreceğim diye, tüm Ortadoğu coğrafyasını talan etmemiş miydi?

Galiba, yerel yönetimlere, örtülü fon iznini, insan kaçakçılarına da, mafyaya da kırmızı pasaportu tam o sırada vermiştik!

Ekonomi, refah mı dağıtır, kapitalizmin silahlarıyla köleliliği mi meşrulaştırır?

85 trilyonluk gelirinin üç katı kadar ve 265 trilyon dolar borcu olan dünya, teknik olarak iflas etmiştir. Buna karşın, kapitalizmin bel kemiği borçlanabilmektir.

Yani, borçlanabildiğiniz sürece iflas etmemişsinizdir. İflas için, egemenlerin, “sana borç vermiyorum” demesi gerekir!

Ve aslında, an itibariyle kamu, özel sektörden daha zor ve daha pahalı borçlanıyor!

Küresel güçlere, bir yandan faiz ödeyip, yani onlar için çalışırken, bir yandan da, “sana borç vermiyorum” tehdidi ile oyun dışı kalmamak için, egemenliğimizi onlara teslim ettik!

Demokrasi, halkın iktidarı mıdır, çoğunluğun azınlığa tahakkümü mü?

Öncelikle son seçimle birlikte Türkiye artık bir cumhuriyet değildir. Sandıktan çıkanın, muhalefettekilerin özgürlüklerini yok saydığı bir yönetimdir.

Teknoloji hayatı mı kolaylaştırır, insanlığı rehin mi alır?

Sorunun yanıtı, 5 G’nin aslında ne olduğunda gizli.

Sadece 10 kat hızlı internet hizmeti mi…

Kablosuz iletişimin kapılarını sonuna kadar açan sistem. Aslında iş yapış şeklini de, “kaçınılmaz” şekilde değiştirmeye geliyor!

Söz gelimi, Türkiye’nin lokomotif sektörü inşaat. Hatta Antalya’da inşa edilen turizm tesisleri karşısında, Putin bile, “Biz füze üretirken, Türkler inşaata odaklanmış” dememiş miydi? Şimdilerde, Antalya’da her şey dâhil konseptiyle çalışan, o güzelim tesislerin yenilenmesi gerekiyor.

5G’yi kullanan bir ülkenin müteahhidi, inşa edeceği binada kablosuz iletişimden dolayı kablo kullanmayacak. Bu durum iki kere avantaj anlamına geliyor. Birincisi tonlarca kablo maliyetinden kurtulacak. İkincisi hafifleyen binada, daha fazla kat çıkma avantajı elde edecek. Ve 5G’siz Türkiye gibi ülkelerin, inşaatta rekabet avantajı da, demode iş yapış şeklini sürdürebilme şansı da kalmayacak!

Yani, kötü de olsa, hiçbir ülkenin “teknolojiyi istemiyorum” diyebilme şansı yoktur. Çünkü bu durumda, teknoloji “Ben seni oyunda istemiyorum” diyor!

Güzide bir rektör yardımcımız Bülent Arı, “Bu ülkeyi ayakta tutacak olanlar, cahillerdir. Üniversite, hatta ilkokul okumamış cahil halkın ferasetine güveniyorum” derken, üniversitelerin fiziki olarak kapatılmasını mı istemişti, mezunlarının ilkokul bile okumamış cahiller olmasını mı?

Milyoner yarışmasında, tarih öğretmeni bir kadın yarışıyor. Soru: Yarısı dolu bir bardağın ne kadarı boştur? Tarih öğretmenimiz yanıtı bilmiyor ve telefon jokeriyle aynı lisedeki matematik öğretmenini aratıyor. Ancak, bu zor soruyu matematik öğretmenimiz de yanlış yanıtlıyor!

Normal bir insanın IQ’sü 90 ile 120 arasındadır. Üniversite mezunlarının 120 ve üzeri olduğu varsayılır. Bu sorunun IQ değeri ise 75.

Her iki öğretmenin durumu da bir talihsizlik mi, büyük bir politikanın sonucu mu?

Sorumu, “Devletin kodları!” yazım çerçevesinde okuyunuz. Ne yazık ki, bu cehaletin bedelini toplumca çok ağır ödeyeceğiz.

“Aslında” sözü kendinden öncekilerin bir yalandan ibaret olduğunu anlatır!

-Esas olan savaştır; arada barışlar da olur.

-Esas olan krizdir, arada bolluk da olur.

Yalan okyanusunda boğulurken, nefes olsun diye, “aslında” deriz!

Aslında, sürekli eksik olan, bir süre sonra, gerekli de olmuyor!

telif

Yorum Yazın

Ana Sayfa
Web TV
Foto Galeri
Yazarlar