Kuvvetler ayrılığının belirginleştiği çağdaş demokrasilerde, yasama, yürütme ve yargının ardından dördüncü büyük kuvvet olarak kabul edilen basın, etkin bir biçimde denetleme ve eleştiri görevi görür. Yasama, yürütme ve yargı nasıl birbirlerinin görev alanlarına girmiyor ve birbirleri üzerinde tahakküm kurmaya çalışmıyorsa, basın da aynı şekilde bağımsız ve özgürdür. Hiçbir iktidar mekanizması, basını susturma veya denetim altına alma gibi bir fikre sahip olmaz. Bir gazete, televizyon kanalı veya farklı bir yayın organı ise kendisini herhangi bir siyasi oluşuma yakın hissetse bile yanlış gördüklerini belirtmekten çekinmez.
Türkiye’de ise durum farklıdır. Takrir-i Sükûn ile başlayan basın üzerindeki denetimler, çok partili düzene geçişle farklı bir biçim almış, darbe dönemlerinde de en sert haliyle devam etmiştir. Cumhuriyet tarihi boyunca sivil ya da asker hemen her iktidar, basın üzerinde egemenlik kurarak kendilerine muhalefet edilmesini önlemeye çalışmıştır.
Basına yönelik baskıların en trajikomik örneklerinin görüldüğü dönem 12 Eylül’dür. Seksenli yılların ilk yarısı, dönemin bütün gazeteleri için hemen her gün getirilen haber yasaklarıyla geçmiş, buna karşı çıkanlar ihtar, uyarı hatta kapatma cezalarıyla karşı karşıya kalmışlardır. Kuyumcu veya bakkal soygunları, halkı dolandıran banker hikayeleri, demokrasiye geçiş sürecinde parti kurma çalışmalarıyla ilgili gelişmeler yasaklanan haberlerin yalnızca küçük bir bölümüdür. Bu karanlık süreç, demokrasinin tekrar işlemeye başlamasıyla yavaş da olsa sona ermiş, basının bağımsızlığı darbeden uzun yıllar sonra bir ölçüde sağlanabilmiştir.
Tam da bu noktada sorulması gereken soru şudur: Günümüz basını, 12 Eylül yıllarında olduğundan daha bağımsız ve özgür müdür yoksa durum tam tersi midir?
Bundan kırk küsur yıl önce, askeri dönemde basına yönelik baskı büyük olmasına rağmen hiç değilse haber üretmeye çalışan, yanlışları veya hataları görüp uyarma ihtiyacı duyan bir basın vardı. Sağdaki Tercüman’dan soldaki Cumhuriyet’e kadar hemen bütün gazetelerde temel amaç aynıydı. Dönemin şartlarına ve anlayışına bağlı olarak askerlere belli oranda verilen desteğin yanı sıra, darbe yönetiminin gözünden kaçırılarak bir şekilde yayınlanabilen her haber veya yorum gazetecilerin gözünde bir zafer olarak görülüyordu. Ayrıca bu durum, her ne kadar farklı fikirlerde olsalar da gazeteleri Evren ve arkadaşlarına karşı dayanışma içinde tutuyordu.
Bugüne bakıldığında ise, 12 Eylül şartlarında ne pahasına olursa olsun haber veya fikir üretmek için çırpınan gazetecilik anlayışından birkaç medya organı dışında eser yoktur. Medyanın yüzde 90’ı tek bir bülten gibi çıkmakta, kendilerine izin verileni veya beyan edileni yayınlayabilmektedir. Manşetler bile her gün neredeyse aynıdır. Gazetecilik unutulmuş, iktidara yakın olanlar kendilerini sadece propaganda faaliyetiyle sınırlar olmuştur. İktidara muhalefet eden iki elin parmaklarını geçmeyecek sayıdaki medya organı ise sistematik bir baskı ve sindirme operasyonuyla karşı karşıyadır. Bu tablo bize, günümüzdeki basının 12 Eylül’de olduğundan çok daha kötü bir durumda bulunduğunu ve gazeteciliğin birkaç yayın organı dışında tamamen sona erdiğini açıkça göstermektedir.
Yorum Yazın