Dünya nüfusu 7,8 milyar.
Dünyada aç insan sayısı 852 milyon
Aşırı kilolu insan sayısı, 1,7 milyar.
Obez sayısı 782 milyon kişi.
Sadece 12 Mayıs 2021’de, 25 bin kişi açlıktan hayatını kaybetti.
Yani yaklaşık 2,5 milyar aşırı kilolu ya da obez insan, yeteri kadar yese, onlar için fazla kabul edilen gıda, dünyada açlığı bitirmek için gerekli gıdanın üç katı kadar.
Bir tarafta açlıktan insanlar ölürken, öte yanda aşırı yemekten insanların ölmesine, kapitalizm, diyoruz.
Kapitalizm demişken bir de vahşi kapitalizm var!
Zenginlik kavramınız gördüğünüz kadardır.
Dünyadaki toplam gelir 87 trilyon dolar, David Rockefeller’ın serveti ise 15 trilyon dolar olarak hesaplanıyor.
O’na göre, sizin zengin zannettiğiniz herkes yoksul.
Ee, küresel servetin yüzde 17,2’si Rockefeller’ın.
Türkiye’nin 2020 yılı sonu toplam gelirinin 1,5 trilyon dolar olduğunu düşünürsek, başka bir ifadeyle adamın serveti, 10 adet Türkiye’nin toplamı kadar.
David’in, daha fazla yaşamak için üç kez kalp ve altı kez de, akciğer, karaciğer ve böbrek transplantasyonu gerçekleştirdiği rivayet ediliyor.
Canlıdan alınan organın ömrü 30 yıla kadar çıkarken, kadavradan alınan organın ömrü çok daha kısa.
Hal böyle olunca da gereken yapılmış!
Doktorları kendisini 200 yıl yaşatacaklarını taahhüt etmişse de, David’i sadece 102 yıl yaşatabilmişler!
İnsanın, ne iş yaparsa öyle düşündüğünü duymuşsunuzdur. Teoriye göre, bir tır şoförü kendini diğer insanlardan daha büyük ve güçlü; motosiklet sürücüsü, çevik; polis imtiyazlı, sermaye ise beslenme halkasının en tepesinde görebiliyormuş.
Avustralya’da yangın çıkınca su kaynaklarının azaldığını gören yetkililer, 17 Ocak 2020’de çareyi tüm develeri yok etmekte buldular. Oysa bir tek golf sahasına harcadıkları su miktarı, tüm develerin içtiği sudan daha fazla su harcıyordu.
Ancak üstün insan, deve gibi detayları önemsememeliydi.
ABD iç savaşında, köleliğin kaldırılmasını savunan Kuzeyliler, amaçlarına ulaşınca, maliyetlerin arttığını görmüşler. Bunun üzerine hapishanelere kölelik sistemini getirip, başta siyahîler, hispanikler olmak üzere, dezavantajlı grupları her fırsat ve bahanede hapse atıp, bu ihtiyaçlarını gördürmüşler.
Dünyada durum böyle olunca, içeride de hiçbir şeyden geri kalmamışız!
Türkiye’de 2020’de gerçek kişilere ait kapanan ticari işletme sayısı, yüzde 26,74 artmıştı.
22 Ocak 2021 tarihinde Erdoğan: “Bazı dostlar diyor ki 'Dükkânlar, şirketler kapanıyor', kapanan falan yok” diyecekti.
Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakan Zehra Zümrüt Selçuk, Aralık 2020’de Türkiye’de yoksulluğun sorun olmaktan çıktığını, artık refahı paylaştıklarını açıklayacaktı.
Anımsarsınız, çok izlenen bir TV’nin ana haber spikeri S.T’de, sabahın 6’sında dolmuşu dolduran insanlara kızarak, onları pandeminin nedeni olarak gösterip, “Hepiniz onlara dava açmalısınız” diyecek kadar, pusulayı şaşıracaktı.
Adam haklıydı. Her sabah kendisini almaya gelen makam aracı dışında, özel araçları da vardı. Hal böyle olunca da, işyerlerini sabahları açan emekçinin, neden dolmuşa binmek zorunda olduğunun, onun hayatında hiçbir karşılığı yoktu.
Oysa birbirimizin hayatına dokunabilmek, mümkündü!
Sosyal harcamalardaki yüzde 1’lik artış, çocuk yoksulluğunu yüzde 1 azaltıyor.
Yine araştırmalara göre, çocukluklarından mahrum kalan bireyler, potansiyellerine tam olarak erişemiyor, sosyal ve ekonomik kalkınmada verimsiz kalıyorlar.
Yoksul ailelerden gelen dezavantajlı çocuklar, büyük bir olasılıkla yine yoksulluğa mahkûm oluyorlar. Bu durum, yoksulluk ve dezavantajlılık döngüsünü başlatıyor.
Hani bir söz vardır ya, hırsız malını, siyasetçi geleceğini çalar. Hırsız, seni seçerken, siyasetçiyi sen seçersin, diye. Halkın bu veciz sözü, aslında her şeyi anlatıyor.
Dünya Bankası verilerine göre, yılın ilk üç ayı itibariyle Türkiye’nin demografik yapısına 3 milyon yeni yoksul eklendi.
Daha önce ünlü müzisyenlerin arkasında iyi paralara enstrüman çalan sanatçılar, gazeteciler, müdürler de gelirsiz kaldı. Yine kapanan işyerleri, medya kuruluşları, fabrika ve üretim tesislerinin etkisi ile mavi yakalı gibi beyaz yakalılar da önce işsiz kaldılar. Pandeminin ikinci yıla girmesiyle de birikimlerini de tüketerek, gıdaya erişemeyecek noktaya geldiler.
Hayatlarında hiç sosyal yardıma başvurmamış ve günlük geliri 5,5 doların (45 lira) altında olan bu yeni yoksullar, sosyal yardıma başvururken, inanılmaz bürokrasiden de prosedürlerden de bunalıyor ve bir kısmı intihar ediyor.
Derin Yoksulluk Platformu Kurucusu Hacer Foggo’ya saha çalışması sonrasında ulaştık. Çok riskli grupların arasında hummalı biçimde çalışan Foggo, kapsama alanında görülmediği için aşı da yaptıramamış. Ve korkuyor.
Foggo’dan, sadece gıdaya değil, temiz su kaynaklarına da ulaşamayan, bir kesimin olduğunu öğreniyoruz.
Bu insanların evlerinde elektrik ve su hizmetleri borçtan dolayı kesilmiş. Elektriği kesilen insanlar arasında, makineye bağlı koah hastaları olduğu gibi, buradaki çocuklar, temiz suya erişemedikleri için de hastalar.
Dahası, mama alamayan aileler, mecburen bebeklerini katı gıdaya başlatmışlar. Bu durum Foggo’ya göre, yoksulluğun yeni resmi: “Markette, alarm takılan mamaları görmek sizi rahatsız etmiyor ve o bebeklerin hakkı dedirtmiyorsa, yoksulluk derinleşmeye devam edecektir.”
Geçmişte, köyden gelen gıda yardımı da, tarımla birlikte bitmiş.
Her geçen gün derin yoksullar grubuna yeni insanlar eklenirken, gıdaya erişemeyen insanların gidebilecekleri hiçbir kurum yok.
Siyaset, yoksuldan, mağdurdan beslenince, bu durumu bitirmek için hiç çaba harcanmıyor. Hatta İMF gibi uluslararası kurumlar dünyada pandemi döneminde, halkına sıfır düzeyinde yardım yapan az sayıdaki ülke arasında, Türkiye’yi de sayıyor.
Yoksullar, çaresizlikten cemaatlere önce itaat sonra biat ediyorlar. Hal böyleyken, ilçe belediyelerinin bürokrasisi, prosedürü kendilerinden yardım isteyen, özellikle, o güne kadar hiçbir sosyal yardım almamış yeni yoksul grubunu travmaya sokuyor.
Çok az kelimeyle konuşmaya mahkûm, derin yoksulluğun çocukları, okullarda zihinsel engelli muamelesi görüp, özel eğitim kurumlarına yönlendiriliyorlar.
Oruç tutmak, yoksulları anlamak için bir araç ise bebekler mamaya erişemezken, neredeydik?
“Türkiye’de yoksulluk yok, refahı paylaşıyoruz”, deyip, patates ve soğan dağıtırken, bebeklerimize çocuk bezi ve mamada mı veremedik!
Uzaktan eğitim kalıcı hale gelirken, internete hiç erişemeyen çocukları yok mu sayacağız?
1,5 yıldır devam eden pandemide, dezavantajlı ailelere, bir kez ve sadece 1 koli vermek niye?
Yaklaşmakta olan, Ramazan Bayramının, herkes için bayram olabilmesinin yol haritası, yine Foggo’ya göre, sürdürülebilir temel vatandaşlık geliri sisteminden geçiyor. Ekonomik olarak yapılabilirliği ispatlanmış bu sistemin önündeki tek engel siyasiler.
Yani, derin yoksulluk tüm siyasileri satıp, parasıyla aş evi almazdan önce, Türkiye’nin de, Batılı ülkelerde olduğu gibi, bir an önce temel vatandaşlık geliri sistemini hayata geçirmesi gerekiyor.
Bunun yolu da, fildişi kulelerden, lüks arabalardan inip, sahada Foggo’nun ve yoksulun yanında olmamızdan, onların hayatına dokunmamızdan geçiyor!
Yorum Yazın