Uzun süredir sahneler boş, tiyatrocular işssiz, tiyatroseverler sahnelerden uzak ve özlem içinde.
Pandemi sürecinin getirdiği bunaltıcı zamanlar, ekonomik sıkıntılar da çabası.
Herkes eli kolu bağlanmış gibi, sessizlik git gide çoğalıyor. İtiraz kültürü yerini pes etmişliğe teslim etmek üzere. Kültürel kimliğimiz çölleşiyor, ağır ağır değerimizi ve değerlerimizi kaybediyoruz.
Yani anlayacağınız "Bir mevsimi baharına geldik ki alemin bülbül dertli, havuz dertli, gülistan dertli."
Bu serzeniş nedense söylendiği dönemde yalnız o döneme ait gibi düşünülse de, Türkiye’de maalesef sıklıkla dile getiriliyor. Öyle bir mevsimi baharı var ki alemin dönüp dönüp bize uğruyor.
Ben de bu cümleyi size çok eskilerden getirdim. İlk sayısını 25 Kasım 1946 yılında yayınlayan haftalık siyasi mizah gazetesi Marko Paşa’nın ilk sayısında yer alan ilk haberden…
“Bir mevsimi baharına geldik ki âlemin, bülbül dertli, havuz dertli, gülistan dertli. Kimden derdimize derman dilesek, o bizden daha dertli çıkıyor. Bununla beraber derdini söylemeyen derman bulamazmış. Dertler de öyle başımızdan aşkın ki, ‘Markopaşa’dan gayrı dinleyecek kimsemiz kalmadı.”
Şöyle bir baktığımızda, durum bugünde pek farklı değil. Hem bu üzücü benzerlik hem de tiyatroya özlem nedeniyle Marko Paşa’yı ve onun meçhule giden zorlu hikayesini anlatan Meçhul Paşa’yı anmalı…
Cağaloğlu İzzeddin Han'da bir yazıhanede başlayan, 77 sayı süren, bu sırada 7 isim, 8 sahip, 10 yazı işleri müdürü, 9 matbaa ve 10 adres değiştiren, 16 davaya konu olan, Aziz Nesin ve Rıfat Ilgaz’ın yazarlığını, Sabahattin Ali'nin başyazarlığını, Mustafa Mim Uykusuz’un ise çizerliğini üstlendiği siyasi mizah gazetesi dönemin baskıcı rejimi altında derdini söyleyemeyen insanlara mizah yoluyla seslenmeye çalışan bir girişimdi.
Eskilerin, kimseye derdini dinletemeyenler için söyledikleri bir söz vardır. "Git derdini Marko Paşa'ya anlat" diye. İşte bu nedenle Marko Paşa'ydı adı.
Bu tabii ki dönemin baskıcı yönetimine ve uygulamalarına karşı bir göndermeydi. Ne bu üç ustanın ne de Mürettip Hamza, Baskıcı Mahir ve Çaycı Seyfi'nin kimseden derman dilemeye niyeti yoktu. Onlar, mücadele etmeyi ve bu ülkenin çocuklarına daha güzel yarınlar hazırlayabilmek için doğru bildiklerini anlatmayı tercih eden onurlu insanlardı.
Dinleyecek o kadar çok insan vardı ki onları, ilk sayıdan itibaren beklenmedik adetlerde satmaya başlayan Marko Paşa, iktidarı kızdırmakta geç kalmadı ve serüven her geçen gün daha da zorlaştı.
Sonunda Sabahattin Ali’nin ölüm haberi ile Marko Paşa da gözlerini kapattı.
O döneme tanıklık edenler ya da benim gibi sonradan öğrenenler için unutulmaz bir mücadele ve emek örneği olarak yüreklerdeki saygın yerini aldı.
Onları unutmayanlardan biri de Ahmet Sami Özbudak.
Özbudak’ın , Marko Paşa'nın bu zorlu serüvenini anlattığı Meçhul Paşa adlı oyunu izlediğimde gerçekten çok etkilenmiştim. Sadece süreçten, emekten ve mücadele inadından değil, oyunun iç dinamiği, enerjisi ve müthiş akıcı ve akılcı anlatımından da…
Emrah Eren yönetmenliği, Erdem Akakçe, Bülent Çolak ve Fatih Koyunoğlu'nun muhteşem oyunculukları ile bu sürece bir nebze tanıklık etmek, okuduklarımla birleştiğinde bambaşka duygulara götürmüştü beni.
Bu toprakların çocuklarını, yine bu toprakların çocuklarının diliyle anlatan, kökü tam da bu coğrafyanın, bu kültürün göbeğinde bir oyun olan Meçhul Paşa’yı sahneler açıldığında izlemenizi öneririm.
Siyasi mizah gazetesinin, masalsı günlüğünü tutan, seyirciyi içine alan, tebessüm ile hüznü harmanlayan, çok zekice kurgulanmış, bir kaç metnin birlikte iç içe anlatıldığı çok geçişli bir oyun.
Metinler arası geçişler ustalıkla hesaplanmış. Ana hikayeden kopmadan sürüyor ve bir zaman geçidi içinde o günlere tanıklık etmemizi sağlarken zaman, mekan ve karakter geçişleri ile de izleyici büyüleyici bir etki ile içine alıyor.
Bir bakıyorsunuz Sabahttin Ali gidiyor, çaycı Seyfi geliyor. Bir bakıyorsunuz, Aziz Nesin ve Rıfat ıIlgaz çekiliyor ve iki Rum kadın sohbet ediyor. Aziz Nesin susuyor, Mürettip Hamza devam ediyor.
Sahne ve dekor tasarımı, sahne de kullanılan dijital destekler ve bazı objelerin birden fazla anlamda tekrar tekrar kullanılması, oyuncuların sahnenin her alanını kullanıyor olması ve bunun yarattığı devinim ile enerjisi yüksek bir oyun.
Tutuklanmadan önce ustaların başlarına kuş kafesleri geçirilmesi, yırtılan gazetelerin daha sonra kar taneleri olarak kullanılması gibi imgesel anlatımlarda içeren ve böylece yer yer şiirsel bir dilde kullanılan Meçhul Paşa oyunu, Marko Paşa'nın bir sürü müsveddesinin temize çekilmesi gibi. Fakat, hüznü ve komediyi harmanlayan bir belgesel tiyatro örneğinden ziyade baskıcı rejimlerin röntgenini çeken, aynı zamanda güncel anlatımı ve çağrışımları ile çok başarılı bir siyasal tiyatro örneği.
Oyun da, Marko Paşa’nın yayın serüveni gibi gelen bir haberle bitiyor.
Sabahattin Ali öldü…
Ustaların anısı ve mücadeleleri karşısında saygı ile eğilirken, o anları bize anlatan tüm ekibi de sevgi ile selamlarım.
Bugünün koşulları içerisinde dayanma, direnme, mücadele ve kararlılık coşkumu tazeleyen bu iki güzel ve büyük çalışmayı hatırlamış ve anmış olmam umarım okuyan herkeste de aynı duyguları uyandırır.
Koşullar ne olursa olsun, söyleyecek söz, açılacak yol, yapılacak pek çok şey mutlaka vardır.
Harika olmuş teyzecim❤️yüreğine sağlık??
Harika ne güzel anlatmışsın annem