Pandemi sürecinde dünyada tam 4 milyon insan toprağa girdi, oysa yaşamak için hepsinin kim bilir ne çok sebebi vardı. Biz kalanlara da zor, artık hiçbir şey eskisi gibi değil.
Oysa bir zamanlar ne güzel seyahatlerimiz olurdu değil mi? Heyecanla seyahat planı yapılır, vizeler alınır, bavullar hazırlanır, yola çıkılırdı. Hele yurtdışına gidilecekse eş dostla vedalaşılırken sipariş listeleri alınırdı.
-Peki şimdi?
-Şimdi ne yazık ki adeta imkansız . Çünkü bizim Synovac aşısını kabul etmiyorlar. Öbür aşıları yaptırmış olsanız bile Türkiye hala “kırmızı listede” olduğu için pek çok ülkede “karantinaya alınmayı”, oteldeki zorunlu ikametiniz için büyük paralar harcamayı gözden çıkaracaksınız.
Ayrıca bir zamanlar “hayallerimizi süsleyen pek çok noktada şimdi Azrail kol geziyor… İşte 500 bin kişiyi Covid 19’a kurban veren Brezilya’da, Copacabana plajında durum… Halk ünlü plajda göstermelik mezarlar kazarak, hükümetin pandemi karşısındaki yetersiz tutumunu protesto ediyor.
Pazar Pazar içinizi karartmak istemem. Eski günlere gidip Rio de Janerio’da biraz gezelim mi?
Rio’da tam bir tropik iklim var, hava sıcak, rutubetli... Hemen plaja inmeli... Hangisine mi? Valla hangi havanızdaysanız, örneğin Copacabana, kumların üstünde isterseniz voleybol ya da tenis oynar, kendinize güveniyorsanız 3 metrelik dalgalarda sörf de yapabilirsiniz... Ya da uzanın şöyle kumlara, önünüzden seyyar satıcılar gelip geçsin, tam karşınızdaki “Şeker Tepelerini” seyrederek hülyalara dalın...
-Burada denize girilmiyor ama... Denizde yüzen bir kişi bile yok...
Dediğinizi duydum, evet, sanırım öyle... Okyanusun 3 metrelik dalgaları hiç eksik olmuyor... Bu yüzden denizde sadece sörfcüler var. Birisi demişti ki, “Rio’da denize girilmez, sadece durulur.” Bu galiba doğru... Olsun, plajda vakit geçirmek çok zevkli. Bir şeyler atıştırmak, Caipirinnhas içmek... Üstelik seçenekler de bol... Bugün Copacabana, yarın Ipanema... Plajlardan plaj beğen. Ama Ipanema daha bi sosyetik... Oraya giderken güzelce çeki düzen vermeli üste başa... A, bir de “Kırmızı Plaj” var, bir gün de oraya gideriz. Ya da adalarda piknik yapabiliriz. Hatta tekne kiralayıp gezebiliriz...
Akşamüstü Şeker Tepelerine çıkıyor muyuz? E tabii, Rio’da yapılacak en güzel şeylerden biri bu. Önce teleferiğe ulaşıp sıraya girmeli... Şapka, güneş gözlüğü hatta şemsiye, hele hele de fotoğraf makinesini sakın unutmayın... Uzun bir bekleme kuyruğu var teleferikte, gemi turlarından gelen 80-100 kişilik turist gruplarının hiç bekletilmeden teleferiğe alınması da cabası... E, ne yapsınlar? Rezervasyonları önceden kesinleştirilmiş.
-Oh, teleferiğe nihayet bindik... Manzara şahane... Burası 1. Etap... İşte aşağıda Copacabana, işte Kırmızı Plaj... Al gözüm seyreyle... Eller deklanşörde... E, şimdi de İkinci Etaba çıkmalı... Ufff dünyanın tepesinde miyiz? Rio ayaklarımızın altında... Şu sis olmasaydı keşke...
-“E peki, Brezilyalılar mutlu mu yaşıyor?” diye merak ediyorsunuz değil mi? Bilmem, mutluluk heryerde bireysel... Ama son yıllarda özellikle Rio açıklarında bulunan petrolle ülkenin refah seviyesinin bir anda yükseldiği doğru galiba... Bir söyleme göre son 10 yılda tam 50 milyon insan fakirlik seviyesinden birden orta sınıf seviyesine yükselivermiş... Yolsuzluk yine varmış ama görece azalmış... Emlak fiyatları dünya jet sosyetesinin de katkısıyla katlanmış tabii Rio’da... Copacabana’da okyanusa bakan bir daire 1.5 milyon dolardan el değiştirirken Ipanema’da bu rakam 3.5 milyon dolarları buluyormuş. Hele Leblon’da gayrimenkul fiyatları daha da yüksekmiş...
İyi ama gecekonduları da unutmamalı... Leblon’un, Ipanema’nın gökdelenlerinin hemen ardında dağlara tırmanan sayısız gecekonduda onbinlerce insan yaşıyor...
-“Akşam ne yiyeceğiz?”
diye mi sordunuz... İsterseniz şu lunaparka benzeyen Marius’a gidelim, hani şu tavanında, duvarlarında binbir çeşit tuhaf eşyanın (piyano, imbik, para kasası vs.) yapışık olduğu Copacabana’daki ünlü restoran... Antre ve tatlıların yer aldığı dev bir açık büfesi var...Yalnız dikkat edin, sürekli masanıza gelip, tabağınıza et ya da balık aktaran garson sizi sonunda mide fesadına uğratabilir... Ya da Ipanema’ya uzanalım, Riso’da yer ayırtmıştık... Hani şu aynı zamanda sanat galerisi olan butik restoran...
-Ama orada adam başı hesap 100 doları buluyor, boş verelim yahu...
Diyorsanız, caddelerde turlayalım... Sokakta ya churros, ya papaya krebi ya da birer tane haşlanmış mısır alıp açlığımızı bastırırız, bira da içeriz yanında... Ya da şu İtalyan restoranına mı gitsek? Müzik de var, şu sevimli ihtiyarlara “Girl from Ipanema”yı çaldırsak fena mı olur?
Rio’nun göbeğindeki tarihi pasta salonuna da gidebiliriz. Bu seçkin ortamda bile "Aman çantanıza sahip olun" diye uyarıldığımız için, çantamıza sıkı sıkı sarılıp salona giriyoruz, çantayı oturduğumuz iskemleye mi asmalı? “Aaa, o da ne?” Bir garson koşup geliyor, elindeki özel aletle çantayı naylon bir kilitle oturduğumuz iskemleye zımbalıyor...
-Mmmm, menü çok cazip... Upuzun bir şarap ve şampanya listesi var. Ama vitrinler ondan daha cazip... O ne pastalar öyle? Hangisini tatmalı? Galiba şu üstü Passion Fruit jöleli olanını beğendim. Mmmm nefis...
Pastaların tadı damağımızda ayrılıyoruz ünlü fırından... Ne tuhaf şu Brezilyalılar. Sabah sabah, ara sokaklardaki minicik meyhanelere atmışlar kendilerini... Okyanusun sonsuzluğuna açılan güzelim plajlar dururken, şu duvar resminin karşısında içki içmenin acep ne keyfi vardır ki?
-Ne mi içiyorlar? Caipirinnia tabii...
Nasıl mı yapılıyor? Şeker kamışından üretilmiş bir tür rom kullanılıyor, “kaçaça” denilen... Bir limonu ince ince doğrayın önce, sonra havan eliyle cam kasede, üzerine yarım çay bardağı toz şeker ekleyip, hafiften ezin... Buram buram limon kokusu sarsın heryeri... Şimdi bardaklara dağıtın o şekerle ezdiğiniz limon dilimlerini, üstüne bolca buz ekleyin ve kaçaçayı doldurun bardağa... Karıştırın, işte size caipirinnias.... Mmmm nefis değil mi? Afiyet olsun...
Copacabana plajında bir kum heykel
Ve Corcovado’dan kente kol kanat geren İsa... Tepeye, isterseniz tramvayla, isterseniz bu iş için örgütlenmiş ciplerle ulaşıyorsunuz. Sonrası kolay, yürüyen merdiven sizi hemen alıp İsa’nın eteğinin ucuna taşıyıveriyor... Çocukluğumda Rio’da geçen bir filmde heykelin havadan çekimlerini izlemiş, hayran kalmış, yıllarca unutamamıştım.
-“Heeeeeeey... Beni duyuyor musunuz? Dünyanın en şanslı insanlarından biriyim buraya gelebildiğim için” diye haykırmak isterdim, ama sustum. Çünkü heykelin kaidesindeki küçük şapelde sabah ayini vardı... Üstelik de çevredeki ağaçlardaki maymunlar böyle olur olmaz haykırışlara kızabilirdi.
Üniversitedeki fotoğrafçılık hocam Hamza İnanç aklıma geldi, “Benim için iyi fotoğrafçı, Ağrı Dağı'nın tepesine çıkıp, 3 resim çekip dönebilendir” derdi... Ne yazık ki insan 300 resmi bile yetersiz bulabilir burada hocam... Corcovado tepesinden Rio’yu seyretmek, her açıdan öyle başka, öyle nefes kesici, öyle muhteşem...
Neyse ki erken saatte çıkmıştık Corcovado’ya, henüz turist istilası başlamadan... İsa’nın bakışı ile dakikalarca Rio’yu seyredip durduk...
-Ahh, ne yazık ki artık sonuna geldik Rio tatilinin... Bavulları toplamalı...
-“Daha çok şey vardı yapacak” diyorsunuz biliyorum... Tijuca Ormanını, Taunay Şelalesini göremedik, ünlü Botanik Parkına gitmeliydik, müzeleri, sanat galerilerini gezmeliydik... Hatta şu meşhur zümrütleri, safirleri, elmasları nasıl işliyorlar bunları görebilmek için Stern’e ya da Amsterdam Sauer’e uğramalıydık ama kısmet değilmiş... Şu Amazon bitkilerinin tohumlarından yapılmış sudan ucuz bilezikler neyimize yetmiyor?
-Bi dahaki sefere... Adeus (Elveda) be güzelim Rio De Janeiro...
Nursun Erel’in Rio Yazıları blogundan okunabilir.
Yorum Yazın