CHP kurultayı nihayet gerçekleşti ve yeni genel başkan ile yeni yönetim seçildi. Bu konuda birkaç yazı yazmayı düşünüyorum; ilkini kurultayla ilgili ilk izlenimlerimi kapsayacak olan bu yazı oluşturacak. Ardından değişimin içeriği ve bizi bekleyen süreç ile ilgili iki yazı daha yazmak istiyorum.
Bilindiği üzere CHP genellikle kurultayları ile gündeme gelen bir parti. Siyasi partiler içinde kurultaylarda hararetli yarışların olduğu, parti yönetimi için kıran kırana mücadelenin verildiği nadir partilerden. Bu demokratik yarış bakımından olumlu bir şey; ne ki bunun toplumda negatif yansımaları da yok değil. Toplum, CHP hep kendi içinde hizipler, klikler şeklinde yarışır, ayrışır, kurultaylarda parti içi iktidar mücadelesini yoğun yaşar, bunun için verdiği mücadeleyi ülke iktidarı için vermez şeklinde bir algı söz konusu. Bu Baykallı yıllarla birlikte oluşmuş bir algı, yıkılması da zor görünüyor.
“Oklar cumhurbaşkanı adayı Kılıçdaroğlu’na yönelmiş, bu ortamda İmamoğlu’nun fitilini ateşlediği değişim tartışmaları CHP’nin ana gündem maddesi olmuştu”
Fakat bu kez durum farklıydı, yeni bir seçimden çıkılmıştı ve bu seçim kaybedilmişti, bundan dolayı seçmenin (en azından bir kesimimde) bir öfke ve kızgınlık hali vardı. Oklar cumhurbaşkanı adayı Kılıçdaroğlu’na yönelmiş, bu ortamda İmamoğlu’nun fitilini ateşlediği değişim tartışmaları CHP’nin ana gündem maddesi olmuştu. İmamoğlu, İstanbul’da kalmaya karar verince Özgür Özel ismi öne çıktı ve ikili yarış böylece başlamış oldu.
“İmamoğlu konuşmayacak, konuşulanlara cevap vermeyecek bu da genel merkezin bir taşla kuş katliamı yapmasına yol açacaktı”
Kılıçdaroğlu’nun hataları
Şimdi sürece kısaca bakalım. Genel merkez bu sonucu beklemiyordu, çünkü o kadar kendilerinden emindiler ki Özgür Özel ortaya çıktığında, aday olmak için 100 imza bile toplayamaz diyorlardı. Ardındın, iş ciddiye binince, genel başkanlık yarışı 900’e 400 şeklinde biter dediler; yetmedi, bu özgüvenle, İmamoğlu’nu Divan Başkanı olmak için davet ettiler. Bu aklı verenler, bir taşla iki kuş vuracaklarını düşünmüştü! Bir yandan “bakın ne kadar demokrat davranıyoruz” mesajı delegeye verilecek, öte yandan İmamoğlu bir çeşit divana hapsedilecek; böylece İmamoğlu konuşmayacak, konuşulanlara cevap vermeyecek bu da genel merkezin bir taşla kuş katliamı yapmasına yol açacaktı.
Halbuki bunu planlayanlar nasıl ki büyük farkla seçimi alırız öngörüsüzlüğü içine düştülerse aynı şekilde divan konusunda da yanıldılar. Çünkü İmamoğlu karizması ile, kongreyi açış konuşmasıyla, sonrasında duruşuyla, performansı ile, divanda sürekli görünmesi ile her dakika konuştu, üstelik sadece salonla değil televizyonlarının başında kurultayı izleyen milyonlarla konuştu. Nitekim iletişim biliminde konuşmak sadece sözcüklerle konuşmak değil, konuşmanın bin bir çeşidi vardı ve bu çeşitlerin hepsi İmamoğlu’nda zaten mevcuttu.
Dolayısıyla Kılıçdaroğlu’nun etrafı hem kazanma konusunda hem de divan organizasyonu konusunda onu fena halde yanıltmışlardı. Bir başka yanılgı, Kılıçdaroğlu’nun toparlayıcı konuşmak yerine sert ve ayrıştırıcı bir tonda konuşmasıydı. Bu tutumu zaten kendisine karşı (ikinci turda yaptığı gizli protokoller ve seçim kaybedildikten sonra kaybetmemiş gibi davranması nedeni ile) var olan tepkiyi artırdı. Yetmedi bir de Özgür Özel’in konuşmasından sonra ona sert cevap yetiştirmesi de delegeyi pek memnun etmedi.
Tabi en büyük tepki de tabandan ve toplumdan geliyordu, bu da değişim talebini sürekli diri tuttu ve bu hissiyat ister istemez delegeyi de etkiledi. Kılıçdaroğlu, aday olması için verilen imzalardan yaklaşık 100 oy eksik aldı, ilk turda sonuç 664’e 682 Özel’in lehine gerçekleşti.
İlk turun sonunda çekilmeliydi
İşte bu noktada Kılıçdaroğlu bir büyük hata daha yaptı, daha doğrusu öngörüsüz etrafı ona bu hatayı yaptırdı, hatta onu buna zorladı. İlk turda ikinci olması seçimi kaybedeceğini gösteriyordu, buna rağmen çekilmedi, etrafının zorlaması ile yarışa devam etti. Başından beri ona hatta üstüne hata yaptıranlar bu sefer de bu tarihi hataya sürüklediler, böylece fark iyice açıldı, ikinci turda seçim 534’e 812 şeklinde sonuçlandı.
Böylece etrafındaki insanların sürüklemesi ile ikinci turda büyük farkla genel başkanlık sahnesinden geri dönmemek üzere çekilmek zorunda kaldı, üstelik 13 yıldır liderlik ettiği örgüte veda bile etmeden ve seçimi kazanan rakibini centilmence birlik beraberlik görselliği içinde tebrik etmeden.
Burada şu da denilebilir; Kılıçdaroğlu neden kendisi bütün bunları görmeyip etrafının etkisi ile hareket etti. Zaten en büyük eksiği buydu, her kararında hep en son söyleyenlerin etkisi ile hareket ettiği zaafı hep dile getiriliyordu. Oysa lider etrafını dinler ama son sözü kendisi söyler, kendi iradesini ortaya koyar ve kendi iradesi ile hareket eder.
İmamoğlu faktörü
Bu kurultaya bir faktör, bir de aktör damga vurdu denebilir. En büyük faktör değişim talebi idi, en büyük aktör de İmamoğlu’ydu.
“Vakti gelmiş bir değişimin önünde kimse duramazdı“
Öncelikle şunu belirtelim, seçimden sonra büyük bir değişim arzusu olduğu herkesçe görülüyordu, Kılıçdaroğlu’nun etrafı “değişim tamam ama bunlarla değil” diyerek yola devam etti. Oysa vakti gelmiş bir değişimin önünde kimse duramazdı, tıpkı burada olduğu gibi...
“38. Kurultayın kaderini İstanbul kongresi değiştirdi diyebiliriz. İstanbul kongresinin kaderini ise İmamoğlu. Dolayısıyla bu kurultayın kaderini İmamoğlu değiştirdi desek yanlış olmaz”
Değişimin fitilini seçimden bir gün sonra İmamoğlu ateşledi. Kılıçdaroğlu ile yaptığı birkaç görüşmede değişim arzusunu ve bu değişime öncülük edebileceği görüşünü dile getirdi, fakat bu öneriler Kılıçdaroğlu’nca kabul edilmeyince İmamoğlu değişime dair tavrını taviz vermeden sürdürdü. Kurultay başkanı önerisini kabul ettikten sonra da bu tavrında bir değişiklik olmadığını deklere etti. Bu ortamda önce İstanbul kongresi delegeleri değiştirdi ardından büyük kurultay değişimi talebini zirveye taşıdı.
Aslına bakılırsa 38. Kurultayın kaderini İstanbul kongresi değiştirdi diyebiliriz. İstanbul kongresinin kaderini ise İmamoğlu değiştirdi, dolayısıyla bu kurultayın kaderini İmamoğlu değiştirdi desek yanlış olmaz. İmamoğlu hem değişim faktörünü ileri sürerek hem de bir dönüştürücü aktör olarak öne çıkarak bunu yaptı. Bugüne kadar girdiği bütün seçimleri kazanan İmamoğlu’nu şimdi en önemli sınav bekliyor, İstanbul seçimleri.
İkinci safha başlıyor
Birinci safha tamamlandı, şimdi asıl ikinci safha işin rengini verecek. Genel Başkanın ve Parti Meclisinin değişmesi ile birinci aşama tamamlandı. Ve fakat bu, işlem tamam, işler bundan sonra yoluna girecek anlamını mı taşıyor? Hayır, bu durum, bundan sonra atılacak adımlara bağlı…
“Şimdi ilk safha tamamlandı ama asıl önemli olan yerel seçimler başta olmak üzere bundan sonraki safhaların nasıl şekilleneceğidir”
İkinci safhanın tavır ve tutumu sonraki geçişleri de hem etkileyecek hem belirleyecek. Bu noktada ilkin MYK şekillenmesi, ardından tüzük kurultayı, sonrasında örgüt yapılanması ve işleyişi, program ve söylem değişikliği takip edecek. Tüzük Kurultayı parti içi demokrasiyi, Program Kurultayı ideolojiyi, Söylemler ve halkla ilişkiler ise geleceğe dair umudu ve güveni gösterecek. Tabi en önemlisi önümüzdeki 2024 seçimleri, 2028’in anahtarı rolünü görecek. Bütün bunlar yeni dönemin geçilmesi gereken sınavları ve sınamaları olacak.
CHP’deki bu değişimlere bağlı olarak nihai hedef olan Türkiye’deki iktidar değişiminin gerçekleşmesi söz konusu olacak. Yani şimdi ilk safha tamamlandı ama asıl önemli olan yerel seçimler başta olmak üzere bundan sonraki safhaların nasıl şekilleneceğidir.
“İçe dönük harcanan bu yüksek enerji dışa dönük neden harcanmıyor? Bu tabloyu görünce sanki CHP’ye muhalefet yetiyor gibi geliyor”
Dışa dönük mücadele başlamalı
Peki bunun anlamı ne ve yansımaları nasıl olur. Birincisi şu; CHP örgütü ve kurmayları parti için iktidar için verdikleri yüksek performanslı mücadeleyi ülke iktidarı için neden vermedi, eğer aynı istek, kararlılık ve motivasyon geçtiğimiz milletvekili ve cumhurbaşkanlığı seçimi için verilseydi belki de sonuç farklı olurdu. Ülke iktidarı söz konusu olduğunda uysallaşan CHP Parti içi iktidar söz konusu olduğunda birden cevval davranıp atağa kalkıyor. Bu nerdeyse yarışın olduğu bütün kurultaylarda böyle oldu. İçe dönük harcanan bu yüksek enerji dışa dönük neden harcanmıyor? Bu tabloyu görünce sanki CHP’ye muhalefet yetiyor gibi geliyor. O halde artık içe dönük mücadele tamamlandığına göre dışa dönük mücadele başlamalı. Özgür Özel’in yapması gereken en önemli iş budur. Bu mücadelenin birinci hedefi 2024’te yapılacak yerel seçimler, ikinci hedefi 2028 yılında yapılacak cumhurbaşkanlığı seçimleri olmalı.
Birlik, beraberlik korunmalı
Erdoğan’ın ülke iktidarı için kutuplaşma yarattığı eleştirisi hep yapıldı. Aynı kutuplaşmayı CHP içi klikler parti içi iktidar söz konusu olduğunda yarattılar. Bunun tehlikelerini hiç hesaba katmadan kısa vadeli kazançlar için orta ve uzun vadeli riskleri hep göz ardı edildi. Bu sefer de benzer bir tablo ile karşı karşıyayız.
Mücadele o kadar keskin yürütüldü ki bu kadar kutuplaşmış taraflardan kaybedenin seçimlerde sandığa küsmesi olası! Nitekim, ihanet, arkadan hançerlenme, vefasızca davranma laflarının ortalıkta uçuştuğu kesif ortamın tetikleyeceği sonuçlardan biri bu olacaktır.
O nedenle kurultay sonrası değişim seçmendeki duygusal kopuşu kısmen tamir etse bile başka bir yara açmamalı, buna izin verilmemeli. Yerel seçimlere beş ay kala bu yaralar iyileştirilmezse kötü sonuçları ile karşılaşılabilir.
“Değişim dalgasının ve isteğinin önünde durulamayacağını kurultay bir kez daha tescil etti”
Değişim nasıl seyredecek?
Bir kere bu seçimin galibi sokaktır denebilir. Çünkü sokakta çok güçlü bir değişim talebi vardı ve bu kurultay salonu buna bigâne kalmadı. Nitekim Özel’in adaylık için topladığı 600 civarındaki imzaya karşılık Kılıçdaroğlu için 770 imza verilmişti, ama ilk tur 664’e 682 şeklinde gerçekleşti. Değişim dalgasının ve isteğinin önünde durulamayacağını kurultay bir kez daha tescil etti.
Fakat değişim sözü epeyce söylenmesine karşın değişimin kapsamlı, derli toplu bir programı henüz ortaya konulamadı, bu çalışma mutlaka yapılmalıdır. Değişim sadece genel başkan değişimi olmadığına göre bundan sonra ne değişmeli, nasıl değişmeli sorularının cevapları bekleniyor.
Program ve tüzüğün yanı sıra, örgüt mimarisinde, parti demokrasi işleyişinde, ideolojik hatta, söylem ve eylemde ne değişecek, nasıl değişecek? Bu sorulara açıklıkla yanıt verilmeli ve bu yanıtlar topluma mal edilmeli.
Sol ve sosyal demokrasi nasıl işlenecek?
Sol vurgusu çok yapıldı. Doğal olarak o zaman özelleştirmelere kategorik olarak karşı olup olmadığına; daha çok kazanandan daha çok vergi alınıp, orta sınıfın ve yoksul kesimin vergi yükünün hafifletilip hafifletilmeyeceğine; sendikalarla organik ve örgütlü ilişkilerin kurulup kurulmayacağına; kaliteli ve ücretsiz eğitim ve sağlık hizmetlerinin verilip verilmeyeceğine ve bunlarla ilgili projelere; bozuk düzeni değiştirip değiştirmeyeceğine dair duruş, tavır ve söylemlere kadar bir dizi mesele nasıl ele alınacak, açıklığa kavuşturulması lazım..
Kürt sorunun çözümü konusunda, Alevi sorunu konusunda, vatandaş devlet ilişkileri konusunda, temel hak ve özgürlükler konusunda ne düşünülüyor ve bu sorun alanlarına ilişkin neler yapılacak, ortaya koymalı ve topluma deklare etmeli. Katılım adaleti, paylaşım adaleti ve tanınma adaleti konusundaki tutum ve davranışlar nasıl olacak?
Sol için turnusol işlevi gören küreselleşme, emek sermaye çelişkisi ve yapay zekanın üretime katılma biçimi, AB üyelik meselesi ve Ortadoğu’daki gelişmeler, din devlet ilişkisi başta olmak üzere önemli konulardaki bakış ve tutumlar nasıl seyredecek? Ateş çemberine hapsolduğumuz bu dönmede dış politika konusunda ne düşünülüyor, nasıl davranılacak? Bütün bu ve benzer konulardaki söylem, tutum ve davranışlar netleştirilmelidir.
Dünyanın en kötü şeyi muğlaklıktır. Madem bir değişimin içinden geçiliyor o halde bu değişim dalgasını iyi yönetmek, cesurca yönlendirerek yerel ve genel iktidara doğru götürmek elzemdir.
Yorum Yazın