Sadık Çelik

Sadık Çelik


CHP tüzük kurultayı ve bahtı kara Narin kız

CHP tüzük kurultayı ve bahtı kara Narin kız

CHP'nin geçtiğimiz hafta gerçekleşen tüzük kurultayı… Kılıçdaroğlu'nun kurultaya katılmaması, Mansur Yavaş’ın haklı serzenişi… Partideki mevcut yönetime muhalif olanların, genel merkezin tutum ve davranışlarından rahatsızlık duyanların kurultayın usulü ve alınan kararlara dair yaptıkları haklı eleştiriler…

Siyaset, dile getirilenlerden çok satır aralarında konuşulanlarla şekillenir; söylenmeyenler, sahnede görülenlerden çok daha derin ve belirleyici olabilir. Gerçek mücadeleler, çoğu zaman görünmeyen masalarda, kapalı kapılar ardında yaşanır ve karar anları bazen de sessiz bakışlarda ya da baştan savma açıklamalarda saklıdır.

CHP Tüzük Kurultayı’nda Kılıçdaroğlu'nun yokluğu ne anlatıyordu? Sadece Kılıçdaroğlu’nun kurultaya katılmamasına dair yaptığı açıklamadaki "iki başlılık" meselesi mi, yoksa daha derin bir rahatsızlığın dışavurumu mu? Tüzük taslağının kendisine gecenin bir vakti, gönderilmesi, gerçekten bir liderin onayının istenmesine mi, yoksa meydan okumaya mı işaret ediyordu örneğin? Basit bir organizasyon hatası mı, yoksa bilerek izlenen bir strateji mi?

Peki Kılıçdaroğlu’nun açıklamasına yanıt olarak Özgür Özel'in "yemekte konuşmuştuk bunları” şeklinde verdiği yüzeysel cevap inandırıcı mıydı? Yemekte mi, yoksa sahnede mi konuşulmuştu?

Bu tür basit izahlar, işin özünü örtmeye yetmiyor.

Sonra Mansur Yavaş’ın kürsüden yaptığı serzeniş… Kurultayda konuşma yapacağı kendisine 1 saat önce haber verilmiş. Oysa İmamoğlu’na günler öncesinden bilgi ve hazırlık süresi verilmiş. Parti aynı, sahne aynı ama oyunlar başka… Yavaş, bu duruma açıkça dikkat çekerek, "Ben de İmamoğlu gibi coşkulu bir konuşma yapmak isterdim. Ama bana burada konuşma yapacağım bir saat önce söylendi," diye serzenişte bulundu. Ancak en çarpıcı ifade belki de şu oldu: "14 büyükşehir belediye başkanı varken yalnız iki belediye başkanının burada konuşması, uzun zamandır fitne peşinde koşanlara da fırsat verebilir."

Bu sözler, sadece bir serzeniş değil, aynı zamanda partideki çatlaklara işaret eden, daha derin bir uyarı niteliğindeydi. Çünkü sessizce bekleyen fırsatçılar için bu sahne, gerçekten de tam aradıkları fırsatı sunuyordu.

***

Kurultay içeriğine dair en önemli mesele ön seçimdi. Beklentiler büyüktü, umutlar yüksekti... Ancak sonuç hayal kırıklığı oldu. Ön seçim şartı, "hakim huzurunda, amasız fakatsız" bir şekilde getirilmedi. Bunun yerine, mevcut genel merkezin hakimiyetini tescilleyecek, İmamoğlu’nun geleceğini mümkün mertebe güvence altına alacak bir formül yaratıldı. Bu tablo, değişim vaatleriyle yola çıkan partinin, iç yapısında yenilenmeden ne kadar uzak olduğunu bir kez daha gözler önüne serdi.

CHP’nin, TBMM'de sıkça eleştirdiği açık oylama yöntemini kendi kurultayında bizzat uygulaması... Mecliste milletvekillerinin baskı altında tutulduğundan yakınan bir parti, kurultayda delegelerine açık oylama yaptırarak tam da eleştirdiği yöntemi benimsemiş oldu.

Oysa gizli oylama, demokrasinin vazgeçilmez yapı taşıdır. Delegelerin yan yana oturup, kimin hangi yönde oy kullandığının herkesçe görüldüğü bir ortamda özgür iradeden bahsetmek mümkün mü? Herkesin gözü üzerlerindeyken, grupların, il başkanlarının ve genel merkezin baskısı altında, gerçekten hür bir seçim yapılabilir mi? Baskı ve gözetim altında alınan bir karar, iradenin mi yoksa dayatmanın mı bir sonucudur? Bu kurultayda özgür irade, salonun dışında bırakılmış gibi görünüyor.

Genel merkezin kurultayda açık oylama yapılmasına baştan kararını vermiş olduğu da açık. Açık oylama yöntemi, tüzük maddelerinin geçmesi için bilinçli bir tercih olarak önceden planlanmış.

Açık oylama tercihi, genel merkezin tüzük değişikliklerinin geçmeyeceğinden korktuğunun bir göstergesiydi. Çünkü, kurultay delegelerinin büyük bir çoğunluğunun bu maddelere itiraz edeceğini, mevcut merkezi yönetime muhalefetin giderek büyüdüğünü biliyorlardı. Gizli oylama ile bu itirazların su yüzüne çıkmasından çekinerek, açık oylamayı dayatmak zorunda kaldılar.

Ne yazık ki CHP'nin, yıllardır Meclis'te şikayet ettiği "indir, kaldır, kabul" düzeninin aynısını kendi kurultayında da sahneye koyduğu gerçeğiyle yüzleştik. İktidarın yasaları alelacele geçirdiği bir sistemi eleştirirken, benzer bir yöntemle partinin en önemli tüzük değişikliklerini geçirmek... Toptancı bir anlayışla, üstünkörü kabul edilen bu kararlar, demokrasi mücadelesi veren bir partinin kendi ilkeleriyle çeliştiği bir tablo ortaya koyuyor. Bu kurultay, partinin idealizm iddiasını gölgede bırakan, demokrasi mücadelesinde bir nevi suçüstü yakalanma anıydı.

Evet, neticede hakim denetiminde, tüm üyelerin katılımıyla yapılacak ön seçim, tüzüğe girmedi. Bu da genel başkanın kurultay delegelerine verdiği sözle örtüşmeyen bir tablo ortaya çıkarıyor. 31 Mart seçimlerine giderken yapılan kurultayda, Özgür Özel ve ekibi ön seçimin mutlaka yapılacağını vadetmişti. O gün verilen sözler eğilip büküldü ve yerine getirilmedi. Aslında perşembenin gelişi çarşambadan belliydi; bu sözlerin tutulmayacağı, o günlerde bile bir işaret olarak duruyordu.

Aslında parti yapısında da temel bir sıkıntı var. Örgüt, partinin omurgasıdır; eğer sağlıklı bir üye tabanınız yoksa, yukarıda ne kadar düzenleme yaparsanız yapın, hepsi anlamsız kalır. İlk düğme yanlış iliklenmişse, tüm süreç yanlış ilerler. Bunun yanı sıra, Türkiye'de seçim sistemi ve partiler yasası değişmeden, ne kadar çabalarsanız çabalayın, sonuç almak mümkün değil. Hele bu tüzük kurultayı gibi yüzeysel düzenlemelerle hiç değil… Biz tüm üyelerle oy kullanılsın, ön seçim yapılsın diyoruz, ancak bu sistemin de kendi içinde ciddi sorunları var. Yine de, Ankara'da bir avuç insanın karar vermesindense, mahallelerden başlayarak 1.5 milyon üyenin katılımıyla gerçekleşecek bir ön seçim, şüphesiz ki hem daha sağlıklı hem de daha demokratik olacaktır.

Genel merkezin, tüzükte yapacağımız değişiklikler, Türkiye'deki partiler yasasına aykırılık teşkil etmesin söylemi, özellikle hakim huzurunda yapılacak ön seçimler konusunda, aslında bahaneden öteye gitmiyor. Sosyal demokrat bir parti olarak demokrasi savunuluyorsa, bunu önce kendi içinde hayata geçirmek gerekir. Tüzük değişiklikleri, demokrasinin kuram ve kuralları doğrultusunda, ilerici adımlarla partinin içinde uygulanmalı ve Türkiye’ye örnek olmalıdır. Ancak işinize gelmediği için, bu konuda keseri kendi ayağınıza vurmamak adına dolambaçlı yollar tercih ediyorsunuz. Bu tür kaçamaklarla, toplumda düşünce üreten beyinleri kandırmanız mümkün olmaz.

Geçmişte bu partide hakim huzurunda yapılan seçimler, Yüksek Seçim Kurulu’nun onayıyla sorunsuz bir şekilde gerçekleşmişti. Sandık başına hakim gönderilmiş, bu konuda herhangi bir itiraz da yaşanmamıştı. O halde şimdi bu tür bahanelere sığınmak neden? Eğip bükmeye gerek yok, demokratik adımları atmaktan kaçınmak, partinin kendi içinde de dışarıya verdiği demokratik mesajları zayıflatıyor.

Demokrasi, hukuk ve adalet gibi kavramlar sıkça dile getiriliyor, ancak bu kavramların uygulamada tam anlamıyla karşılık bulmadığı bir gerçek. Özgür Özel'in özellikle Erdoğan karşısında sergilediği “normalleşme” tavırları, esnek bir duruş benimsediği izlenimini güçlendiriyor. Aynı şekilde, İmamoğlu’nun da benzer bir strateji izlediği, her iki ismin de Erdoğan’ın yöntemlerine duydukları bir hayranlık ya da etkilenme olduğu yönündeki düşünceler sıkça dile getiriliyor. Bu tutum, her iki ismin de adeta Erdoğan’ın siyaset sahnesinde oluşturduğu düzeni bir nevi devam ettiren figürler olarak görüldüğü eleştirilerini doğuruyor. Dolayısıyla, bu siyasi yaklaşımın, partide gerçek bir demokratik dönüşümü ne ölçüde sağlayabileceği, ciddi bir soru işareti olarak karşımızda duruyor.

Genel merkezin yüzde 5 olan kontenjan hakkını yüzde 15'e çıkarması da kurultaydaki başka bir kırılma noktası oldu. Bu artış, temsil adaletini derinden sarsar mı? Kesinlikle sarsar. Yüzde 15 gibi yüksek bir oran, parti içinde dengeyi alt üst edecek bir güç konsantrasyonuna işaret eder. Bu karar, demokratik temsilin ruhunu zedeleyen, kabul edilmesi zor bir ayrıcalık tanıyor genel merkeze. Böylesi bir adım, parti içinde güç dağılımını adaletsiz bir şekilde yeniden şekillendirirken, tabanın iradesini de gölgede bırakıyor.

Tüzük kurultayında gündeme gelen dijital oy kullanma meselesi ise üyelerin büyük bir kısmı için teknik anlamda zorluklar doğurabilir. Dijitalleşme, önemli ve modern bir adım olsa da, bu sistemin uygulanabilirliği konusunda üyelerin yeterli donanıma sahip olup olmadığı iyi değerlendirilmelidir. Bu sürecin Ankara genel merkezden yönetilmesi planlanırken, yereldeki teknik destek ve altyapının yeterli olup olmadığı dikkate alınmalıdır. Başarılı bir dijitalleşme için sadece teknolojiyi sunmak değil, bu teknolojinin tüm üyeler tarafından etkin bir şekilde kullanılabileceği bir ortam sağlamak da önemlidir.

Sonuç olarak, "İkinci Yüzyıl Değişim Kurultayı" denilerek yapılan bu toplantıda dağ fare doğurdu, değişim merkezinde oluşan yüksek beklentiler karşılanamadı. Teknik konular etrafında dönüp duran teknik bir kurultayın ötesine geçemedi. Nasıl bir CHP? Nasıl bir Türkiye? sorularının cevaplanmadığı bu süreç, toplumun ve partinin beklentilerini yanıtlamakta yetersiz kaldı.

Genel merkez, kendi geleceğini güvence altına alırken, partinin geleceğini gözden kaçırıyor. Olağanüstü kurultaya giden yol artık iyice belirginleşiyor.

Tüzük kurultayından sonra genel merkezin başlattığı yeni çalışma, "yeterli performans göstermeyen" ya da "çalışmayan" il ve ilçe örgütlerinin görevden alınmasına yönelik bir hamle… Bu adımın perde arkasında daha tehlikeli bir amaç yatıyor. Asıl hedef, genel merkeze muhalefet eden, farklı düşünen ve rahatsızlıklarını dile getiren örgütleri tasfiye etmek gibi görünüyor.

Genel merkezin uzun süredir partiyi "dikensiz bir gül bahçesi"ne dönüştürme hedefi artık açıkça su yüzüne çıkmış durumda. Daha önce sessizce atılan bu adımlar, şimdi uygulama aşamasına geçiyor.

Aslında bu tasfiye hareketi, tüzük kurultayından önce de belirli il ve ilçe örgütlerini hedef almıştı. O dönem, "31 Mart seçimlerinde çalışmadılar, başka partilere hizmet ettiler" gibi suçlamalarla bazı örgütler görevden alınmıştı. Şimdi ise "yeterli performans göstermiyorlar, tembellik yapıyorlar" bahanesiyle bu tasfiye sürecinin devam filmi çekiliyor.

Mansur Yavaş’a kurultayda yapılanlar, Kılıçdaroğlu’nun dışlanması gibi gelişmeler, toplumun gözleri önünde cereyan ediyor ve halk, bu durumu yakından izliyor.

Genel merkezin bu stratejisi, sadece toplumdaki karşılığını kaybetmekle kalmıyor, aynı zamanda parti içinde de derin bölünmelere yol açıyor. Örgütü tamamen kendilerine biat eden, sorgusuz sualsiz talimatları yerine getiren bir yapıya dönüştürme çabası, "kurşun askerler" yaratma arzusuyla partinin iç dinamiklerini zayıflatıyor ve birliğini tehdit ediyor.

Partide yaşanan bu tartışmalar, tasfiye hareketleri, tüzük sonrası oluşan hava, ayrıca parti içerisinde üç farklı aday tartışmaları, ne CHP'nin ne de Türkiye'nin geleceği açısından olumlu bir tablo çiziyor. Kaldı ki CHP'nin yüzde 35 civarında sabitlenen oy oranından yukarı çıkamaması, kendi içinde parçalı bir yapı sergilemesi, kaotik ortamı besliyor. Bu parçalanmışlık, sadece CHP’yi değil, genel seçimlerde AKP hükümranlığına son verme umudunu da baltalıyor.

Son olarak, genel merkeze muhalif olanlara yönelik dile getirilen "siyasal Alevilik" suçlaması, oldukça çirkin ve tehlikeli bir yakıştırmadır. Bu tür karalama ve çamur atma politikaları, partiyi daha da bölmekten öteye gitmez. İdeolojik ve kimlik temelli bu tarz ithamlar, parti içindeki farklı sesleri susturmaya yönelik girişimler olarak algılanabilir ve toplumsal barışa zarar verebilir. Böylesine hassas bir meselede siyasi ahlakı korumak herkesin sorumluluğudur!

Bir Çocuk, Bir Toplum, Bir Sessiz Narin Kız

Toprağın altında narin bir beden, üzerinde kökleşmiş cehalet ve ataerkil düzenin gölgesi… 8 yaşındaki Narin Güran’ın kaybı, sadece bir çocuğun yitişi değil; memleketin en derin yaralarından birine açılan soğuk bir bıçak darbesi.

19 gün sonra bulunan bir ceset; 2024 Türkiye’sinde kaybolmuş insanlığın cenazesi. Devletin asli görevi olan çocukları koruma sorumluluğu, bir kez daha sınıfta kalmış, cehalet ve ataerkil düzen bir çocuğu daha kurban etmiştir.

Narin’in tabutuna bırakılan beyaz duvak, ne kadar da manidar! Öldürülmeseydi “çocuk gelin” mi olacaktı? O duvak, ölümden ziyade bir toplumun zihniyetine koyulan bir nişan. Narin’i öldüren, onu bir çuvala koyup suya atan eller değil sadece. Onu öldüren, tabutuna beyaz duvak koyan o zihniyet. Bir çocuğa biçilen en büyük kaderin "gelin olmak" olduğu bir toplumda, her ölüm bir çaresizliğin iz düşümü.

Hiçbir çocuğun son isteği "gelin olmak" olamaz. Hiçbir çocuğun “son isteği” olmamalı!

Narin’in ölümü, Tavşantepe Köyü’nde Pandora’nın kutusunu açtı. Köyün karanlık geçmişi bu olayla birlikte gün yüzüne çıkıyor. Son on yılda yaşanan şüpheli ölümler, arazi kavgaları, aile içi intiharlar… Narin’in engelli ablasının yıllar önce “merdivenden düştü” denilerek ölmesi...

Bu köydeki her ölüm, sadece bir kaza ya da intihar değil; uzun süredir gizlenen ve görmezden gelinen sırların bir parçası gibi görünüyor. Jandarmanın ve savcılığın bu ölümleri mercek altına alması gerektiği yönünde çağrılar yükseliyor.

Köyün toprakları kadar karmaşık olan sosyal yapısı da dikkat çekici. 600 dönüm arazi, kuşaklardan beri süregelen mülkiyet davaları ve çözümsüz kavgalar... Gazetecilerin işaret ettiği bu arazi, belki de Narin’in istemeden şahit olduğu bir olayın üstünü örtmek için verilen mücadelelerden biriydi…

Sessizlik, bu köyün en iyi sakladığı sır olabilir. Her ölüm, yeni bir sırla birlikte gömülüyor; sessizliğin karanlığında kayboluyor...

Bu acı hikaye sadece Diyarbakır, Tavşantepe Köyü'ne özgü değil; ne yazık ki bu ülkenin her köşesinde aynı senaryo, sadece farklı isimlerle oynanıyor. Film aynı, isimler farklı, ama acı değişmiyor. 2023 yılında Türkiye’de 63 bin çocuk istismarı kaydı var. Her bir dava, her bir çocuk; toplumsal bir yara, bir çığlık. Devletin koruyamadığı, toplumun göz yumduğu, ailelerin sessizce izlediği kaybolmuş hayatlar... "Kol kırılır yen içinde kalır" anlayışı, feodal yapılarla iç içe geçmiş bu düzenin en karanlık yüzünü ortaya çıkarıyor.

Narin’in ölümü bize bir kez daha gösteriyor ki, sadece katillerin yakalanması ya da cezai yaptırımlar, çocuklarımızı korumaya yetmeyecek. Bu düzenin temelini oluşturan ataerkil yapı, çocukları ve kadınları insan olarak görmeyen, onları salt birer cinsel nesne olarak değerlendiren, güç kazanma, kontrol etme ve tahakküm kurma aracı olarak gören bir zihniyetle varlığını sürdürüyor. Narin’in cenaze törenindeki ağıtlar, aslında yıllardır susturulmuş binlerce çocuğun çığlığı…

Narin’in trajedisi, ataerkil toplum yapısının ve feodal düzenin en yakıcı yüzünü ortaya koyuyor. Devletin güneydoğudaki feodal sistemi tasfiye edememesi, aşiret ve toprak düzeninin hâlâ devam etmesi, nitelikli eğitimin yeterince yaygınlaştırılamaması... İşte bu kusurlar, Narin gibi çocukların kurban edilmesine zemin hazırlıyor. Çocuk istismarı sadece bireysel değil, asıl toplumsal bir suç olarak karşımıza çıkıyor; cehaletin, yoksulluğun ve ataerkilliğin birleştiği noktada palazlanıyor. Devletin koruyucu rolünün işlemediği, nitelikli eğitimin götürülemediği, cehaletin kol gezdiği bu kapalı coğrafyalarda, çocuk gelinler, cinayetler ve istismar hikayeleri yazılmaya devam ediyor.

Devlet her kapıya bir jandarma, her kız çocuğunun başına bir polis dikemez elbette. Ancak sorunun köküne inmek, eğitimsizlikle, aşiret düzeniyle, ağalık sistemiyle yüzleşmek, bataklığı kökünden kurutmak gerekiyor.

Bu düzeni 2024 Türkiye’sinde hâlâ tasfiye edememişsek, daha çok Narin bedeni toprağa vereceğiz. Cumhuriyetin kuruluşundan bugüne kadar geçen bir koca asır boyunca feodal yapıları, toprak ağalığını, şeyhliği, şıhlığı bitiremeyenler, bu acıların en büyük sorumlularıdır. Hâlâ bu karanlık düzenle yüzleşememek, gelecek nesillerin güvenliğini sağlayamamak utanç verici!

 Olaydan sonra sosyal medya paylaşımları ayyuka çıkıyor. Aziz Nesin’in dizeleri geliyor pek çok kişinin aklına: "Öyle bir ölsem çocuklar / Size hiç ölüm kalmasa…"

Ancak o sırada ölüm, çocuklarımızın kapısını çalmaya devam ediyor. Bir çocuğun hayalleri, toprağa duvakla birlikte gömülürken, bizler bu düzenin pasif izleyicileri ve online “paylaşımcıları” olmayı sürdürüyoruz!

Sadık ÇELİK

[email protected]

telif

Makale Yorumları

  • Merdan Keklik14-09-2024 12:17

    sadık bey bakın bu mezun olan tüm TEĞMENLERİMİZ( kanun no:211,) (kabul tarihi 4.1.1961,) yayımlandığı resim gazete:9.1.1961,s.10703,yayımlandığı düstür:4.tertip, C. 1,S.1008 A) ESASLAR. I TARİFLER ASKERİ HAKİM, ASKERİ SAVCILAR, ASKERİ YARGITAY lar iyi okuyunn madde1-(SİLAHLI KUVETLERİN VASİFESİ TÜRK YURDUNU VE ANAYASA İLE TAYİN EDİLMİŞ OLAN TÜRKİYE CUMHURİYETİNİ KOLLAMAK VE KORUMAKTIR.İÇ HİZ. K 35 TÜRK SİLAHLI KUVVETLERİ BU GÖREVİNİ YERİNE GETİREBİLMEK İÇİN SÖZDE GENEL KURMAY BAŞKANLIĞINA pardoonnn pardoonnn şuanki genel kurmay başkanı kim neyse KARA KUVVETLERİ, DENİZ KUVVETLERİ, HAVA KUVVETLERİ ile JANDARMA GENEL KOMUTANLIĞI, SAHİL GÜVENLİK KOMUTANLIĞI GİBİ UNSURLARDAN TEŞEKKÜL ETMİŞTİR

  • Merdan Keklik14-09-2024 12:02

    Sadık bey öncellikle ben size tşk etmek istiyorum.lakin CUMHURİYET HALK PARTİSİ konusuna geçmeden evvel diyeceğim şudur ki TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ inde bulunan TÜM PARTİLER, TÜM MİLLETVEKİLERİ, TÜM BAKANLIKLAR,TÜM VALİLER,TÜM KAYMAKAMLAR, TÜM GENELKURMAYA BAĞLI ÜST KADEME KOMUTANLARI ve AST SUBAYLAR, TÜM UZMANLAR, malesef ki ANAYASA MAHKEMESİ dahilinde YARGITAY,HAKİM ve SAVCI dahilinde sınıfta kalmışlardır.evet neden mi diye soracaksınız elbette MUSTAFA KEMAL ATATÜRK ün bir sözünü yazmak istiyorum __GEREGİNDEN FAZLA MERHAMET, VATANA İHANETTİR,__NET OLMAKTAN KORKMAYIN.DÜŞÜNMEYEN BEYİNLER, DÜŞÜMCESİZLERE ESİR OLÖAKTAN ÖTEYE GİDEMEZLER. ZAFER, ZAFER BENİMDİR. BAŞARI İSE {BAŞARACAĞIM} DİYE BAŞLAYARAK SONUNDA (__BAŞARDIM__) DİYENİNDİR. bunu da TÜRKİYE CUMHURİYETİ mezuniyet günü KARA HARP OKULU, DENİZ HARP OKULU, HAVA HARP OKULU undan mezun olan TEĞMENLERİMİZİ de anmadan geçemiyeceğim.KARA HARP OKULU _EBRU EROĞLU-- DENİZ HARP OKULU : ŞEYDA YILDIRIM, HAVA HARP OKULU __İKRA KUYUNCU ve de tüm mezun olan TEĞMENLERİMİZ e sahip çıkmayan veya çıkmak istemeyen ASKERİ YARGITAY BAŞKANLARI olsun ASKERİ HAKİM ve SAVCI lar olsun her ne hikmet ise bir açıklama gelmedi

  • Neslihan13-09-2024 21:00

    Sayın Sadık ÇELİK;Bu son derecede can yakıcı bir olay. Ne yazık ki ülkemizde önünü kesemediğimiz ve hiç bir zaman değişmeyecek olan bu zihniyet... "değişmeyecek" kelimesi ne kadar da insafsızca bir kelime... Narin kardeşimiz ve adını anamadığım nice kızlarımız... Ne söylesek bu durumda gerçekten boş kalıyor. Böyle bir acı nasıl tarif edilebilir inanın bilemiyorum. Söz konusu bir can, bir kız, bir çocuk onunda arkadaşları gibi her çocuk gibi hayalleri vardı. Onun gitmesi gereken yer okuldu, arkadaşlarının yanı, sevdiklerinin yanıydı. Ne yazık ki sahip çıkamadık biz o çocuğa... kısacası her anne bir anne değil, her baba da bir baba değildir. Bizlerin üstlerine düşen bir görev var " küçüklerimizi sevmek, büyüklerimizi saymak " fakat biz her ikisinde yapamıyoruz. Ne saygımız kaldı ne de sevgimiz... Umarım bu durumu değiştirebiliriz... Narin gibi diğer çocuklarımızın da yüzleri solmasın, o içlerinde ki neşe hiç bir zaman sönmez Umarım. Farkındalık yarattığınız bu yazınız için size çok teşekkür ediyorum. O kadar net bir şekilde ifade ettiğiniz için teşekkürler Sadık Bey kaleminize, yüreğinize sağlık.

  • Emre yılmaz13-09-2024 17:14

    Kaleminize elinize saglık Sadık Bey..Maalesef çok üzüntülüyüm Narin Kızımızın cineyete kurban gitmesi ve bir sürü trajediBu mudur yani Yeni Türkiye dedikleriBiz bu gidişle Türkiye Cumhuriyeti ni daha çooook özleriz..

  • Hakan13-09-2024 16:23

    Tüm Okur ve Yazar Dostlara Sevgi ve Selamlarımı Sunarım Sadık Bey , Kaleminize Sağlık CHP içinde Bulunduğu Kurultay Sürecini Umarım ve Dilerim Sorunsuz Atlatır, Işık Göründü Sabır ve Cesareti Destekleyen Akıl Bize Rehber Olsun. Narin Kızımız üzüntü ve Küçük Yaşta Kendi Günahı Olmayan Olayların KURBANI dır Bir Kurban neden mi Ülkemiz de yaşanılan her gün üstü kapatılan çocuk istismarlari gün geçtikçe artış eğilimi içinde Bozuk Aile yapıları Tanısı Konulmamış Psikoz Kişilikler ve daha niceleri Bir Toplum Ahlak Dejenerasyonu içinde Hiçliğe Doğru Koşar adım gidiş içinde ise YOKOLUŞ ve YIKILIŞ ın Sürecine çoktan girmiştir Malûm Baş ne yöne dönerse Vücut Ayak Uydurmak Zorunda. Sevgilerimle Hakan YILDIZ

  • Mehmet Ferhat13-09-2024 15:38

    Her zaman ki gibi gündemin önemli konularına değinerek bizlere ışık tuttuğunuz için teşekkürler.Bu ülkede narine kıyanlar, çocukları istismar edenler ve bunları gördüğü duyduğu halde susanlar oldukça biz bir adım ileri gidemeyiz.siyaset zaten malum herkes kendi çıkarı peşinde.Ben değil biz diyebildiğimiz zaman birşeyler yoluna girmeye başlar diye ümit ediyorum

  • Döndü Aydoğdu13-09-2024 14:14

    Küçücük beden ağır yük doğuda kız çocuğu paramparça hayaller çuvallanmis yitip gitmiş kocaman hayat. Narin bebek ve niceleri...

  • [email protected]13-09-2024 10:28

    Sadık bey yıne güzel anlatımınızla bızı detaylı bılgılendırdınız elınıze emegınıze saglık Hep varolun

  • nergis13-09-2024 08:49

    Merhaba, yazınızı okudum çok doğru noktalara değinmişsiniz. Ben de bir kız annesi olarak çok endişeleniyorum bu düzenden ve gidişattan. 100 yıl önce daha ilerideymişiz diyorum. Gittikçe kafalar da düşünceler de çürüyor. Bu ülkeye çağdaş, cumhuriyetçi ve ileriyi gören liderler lazım.

  • Hüseyin yılmaz13-09-2024 00:34

    Sadık bey elinize emeğinize sağlık memleketimizin durumu işaret ettiğiniz doğrultuda hiç de iç açıcı değil son zamanlarda gördüğümüz gibi CHP de bir takım problemlerin merkezine yerleşmiş vaziyette Tayyip Erdoğan da eleştirdiğimiz hazmedemediğimiz ne varsa CHP yönetimi bizlere aynısını yaşatmakta Erdoğan'ın hiçbir şekilde eleştiriye itiraza tahammül göstermeyen rolleri kendisi dağıtan senaryonun dışına çıkılmasını istemediği bir yönetim şekli Özgür bey tarafından benimsenmiş uygulamaya konmuştur bu oyunun özellikle CHP seçmeninde seyrinin mümkün olmadığına inanıyorum sahnelenmeye çalışılan oyun 100 yıl öncesinde cumhuriyetin ilanıyla birlikte yok olup gitmiştir koltuk sevdalısı kişilerin çakma demokrasi ve özgürlük naralarını benimsemiyoruz bu anlayışla iktidar dahi olsalar mevcut hükümetten çok daha iyisini yapacak potansiyeli bu şahıslarda görmüyorum... Narin kızımızın başına gelenleri de pas geçmediğiniz için çok teşekkür ediyorum Yönetimin ağalarda şeyhlerde olduğu bir toplumda narin maalesef son yolculuğuna uğurlandı insan olan herkezi derinden etkiledi memleketimizde bu acı olay narin ile sınırlı değil devletin resmi rakamlarına göre yılda ortalama 10.000 çocuk kaybolmaktadır memleket tam bir kaos halindedir sığınmacı ve göçmen adı altında milyonlarca ne olduğu belirsiz insan yığını memleketin dört bir yanına dağılmış vaziyette hedefin merkezinde en savunmasız olarak çocuklar bulunmaktadır hükümetin öncelikleri arasında ilk sırada olan görevi vatandaşlarının can ve mal güvenliğidir özellikle en savunmasızlarımız çocuklar ve kadınlar hükümetin yeterli ve caydırıcı tedbirleri alamamalarından ötürü en ağır bedelleri ödemekteler bizler de bu durumu televizyon ve gazetelerden korku filmi izler gibi seyretmeye devam ediyoruz...

  • Timur Yılmaz12-09-2024 23:23

    Doğu ve güney doğuda kadın olmak zor hele kız çocuğu olmak daha zor. Anlatamazsınız kafasını kuma gömmüş aklını kiraya vermişlere. Ensarioğlu'nun biliyoruz dediği Sessiz sedasız yitip giden nice Narin'ler var kimbilir. Mahsuni Şerif diyorya Kaleminle zalimleri yen, Yaşatmak için ol bir neden, Masum gariban giymesin kefen, Sana güvenir bak bunca ezilen... yaz gazeteci yaz yaz efendim yaz. Yaz ağam doğudaki kız çocuklarının haklarını birdaha, birdaha yaz. O masumların kışı bitmez, ayazı geçmez gariplerin üzerine sıcacık yaz gelir belki...

  • Şerife12-09-2024 21:42

    Her konuda ülkemizin ve insanlarımızın geldiği durum bu. Ne çocuğun ne kadının nede insanın hiç kıymeti yok. Çok acı kimse kimseye güvenemiyor.

  • Hüseyin Çağlayan12-09-2024 19:31

    Güzel bir ileti dolu dolu sadık bey yüreğinize kaleminize saglık ortak paydamız aynı parti kısır döngü üretmiyor sıkıntı burada yeni bir ruh ve heyecana ihtiyaç var yönünü sola dönmeli solu kucaklamalı küskünlerle barişmalı hazineler harebelerde saklıdır saygılarımla

  • Müslüm12-09-2024 19:00

    Kalemine sağlık sadık abi gündem hakkında yine güzel bir yazı kaleme almışsın AK PARTİ ülke sorunlarıyla baş edemiyor ekonomiye çare bulamıyor insanlar yeni umutlar yeni hayaller arıyor ama ana muhalefet kendi içinde kavga ediyor ve başka sorunlarla ilgileniyor birlik olup iktidara karşı mücadele etmeleri lazım ama kendi hesaplarını düşünüyorlar.Narinin ölümü tüm ülkede üzüntüye sebep oldu çocuklar bu kadar kolay ölmemeli dediğiniz gibi feodal düzenin devam etmesi ve yeterince eğitim verilmemesi bu tür olayların orada çok yaşanmasına sebep oluyor bu olayın son olmasını istiyoruz umarım bir daha böyle bir şey yaşanmaz

  • Engin Mutlu12-09-2024 18:15

    Okula başlaması gereken günde toprağın altına girdi küçücük bedeniyle Narin .. Yazılacak çok şey var ama insanın içinden gelmiyor. Daha az önce bir haber de rastladım Tekirdağ tarafların da 2 yaşında ki Sıla bebeğe üvey baba dahil 4 kişi tecavüz etmiş minik bebek iç kanamayla hastaneye kaldırılmış . Bence artık kopması gereken kıyamet kopsun bu kadar alamet fazla bile adaletin olmadığı yerde ... Ama adalet cezaevinde çok güzel sağlanacak bu sıfatsız varlıklara orda yatan babayiğitlere selam olsun bunların da hakkını verirler hiç şüphesiz ..

  • Serdar12-09-2024 16:39

    Her zamanki gibi gündemin önemli konularını yazınıza taşıdığınız için teşekkür ederim. Öncelikle kurultay İçi boş bir kurultaydı. Ne laiklikle Yoksunlukla ne ekonomik krizle ne eğitimin dinselleştirmesi ile ne de kamusallaştırma alanında hiçbir bilgi yoktu. Şu an CHP Kılıçdaroğlu’nun attığı tohumların meyvesini yiyor. Narin olayına gelince o zaten başlı başına bir vicdani bitikliktir. Bozuk ailelerde yetişen çocukların genelde maruz kaldığı durumdur. Bu tarz olayların yaşanmaması için öncelikle Aileleri eğitmek gerekir. Maalesef toplumumuzda eğitimsiz ve bilinçsiz kötü aileler çok olduğundan dolayı bu tarz olayların da önüne geçmek gerçekten zor olacaktır

  • Ayşen Katipoğlu12-09-2024 16:31

    Benim için, ülkenin kangren olmuş sorunu Narin ve biraz önce Tekirdağ'da yaşamını yitiren iki yaşındaki bebeğin cinsel saldırınin kurbani olması gerçeği insanlığımızdan utandırır niteliktedir.. Avrupa'da )rtacağda feodal düzen ve tabii kilise baskısı bu kadar vahşi boyutta değildi.. Toprak ağaları olan lordlarin ,böylesine vahşi hükümranliklarina tarih tanık olmamıştır. Çalışanların hiç bir hakkı olmadığı ortacağ karanlığı bile bu kan dondurucu zalimliğin yanında kısmen de olsa masum kalmaktadır. Özetle, köy enstitulerinin kapatılması ,ülkeyi bu duruma getirmiştir..İmam nikahlı ikinci eşler ve akla zarar karmaşık ilişkiler norma, hatta yasalmıs gibi değerlendirilmektedir. Bu durumda cinayete kurban giden çocuk ve/veya gençlerin pek de yaşam hakkı kimsenin umurunda olmamaktadır. Önemli olan "Kol kırılır yen içinde kalır" kaygısıyla sürekli değişen ifadelerle olayı örtbas etmek asıl amaçtir. Yargı bağımsız olmadıkça, hiç bir sorun çözülmeyecek, halkın adalete olan güveni saglanmayacaktir...

  • Mashkura12-09-2024 15:24

    Zaten Turkiyede insanlik ölmuş,saadice siz hála görmezden geliyorsunuz,yazik,Hep iki yüzlu insanlar karşimiza çikiyor,gerçek yüze ne omaci ne bilamazsinda.O yüzden her kezden uzak durmali kizlar, saadiçe baba ve anneye güvenmeli.

  • Cafer12-09-2024 15:06

    ?Değerli dostum sayın çelik, yazılarınızı yakından takip ediyorum. Ülkemiz sorunlarını dile getirdiğiniz için sizi şahsım adına tebrik ediyorum. Ülkenin sizin gibi aydınlara ihtiyacı var. Haklısınız feodalizm tasfiye edilmedikçe modern bir hukuk devleti olmak imkansız hale gelmiştir. Lakin mevcut iktidar fodalizmi erg haline getirmiştir. Eğer bu gün şeriat naraları atılıyor ve kurumlara kadar giriyorsa cumhuriyetin kazanımlarına sahip çıkamayan bizler ve devlet eliyle oluşturulmuş ödük burjuvazinin de büyük payı vardır. Kısacası lafı eğip bükmeden doğrudan konuya girmek istiyorum. Yıllarca cumhuriyete karşı her türlü mücadeleyi veren hilafet kanadı karşı devrimi gerçekleştirmek te başarılı olmuştur. Yargıdan, yasamaya ve yürütmeye kadar, polis teşkilatı ve ordu tüm kurumlar tarikatın eline geçmiş ve onlar tarafından yönetiyor. Modern toplumların vaz geçilmezi olan ve tüm özgürlüklerin kilit taşı şeklinde duran, laiklik yerle yeksan olmuş durumda. Karşı devrimi meşrulaştırmak için şu anda kendi anayasalarını çıkarmanın peşindeler. Dahası bu anayasa ile recep tayip erdoğanın emekliliginde dokunulmazlığını gerçekleştirmek tir. Bunu kenan evrende gördük.Aslında konu çok derin ve çok ta konuşulacak sözümüz var, son olarak, küçük bir kız çocuğunun ölümü ise, narin'in şahsında feodal pisliklerin ortaya saçılmasıdır. SAYGILAR.

  • Fatma12-09-2024 14:08

    Sadık başkanım yazınızı okudum. Öncelikle kaleminize sağlık. Şu koskoca dünya çocuklara, kadınlara, hayvanlara çok görüldü yazıklar olsun. Bir nefesi çok gördüler küçücük Narin’e. Kim bilir ailesinin hangi karanlık yüzünü gördü hangi ensest ilişkisine şahitlik etti ki ölümü reva gördüler. Birde utanmadan yaşıtlarının ilk okul günü toprağa verdiğimiz minik Narinimizin tabutuna duvak layık görüldü bizler bu zihniyetlerle maalesef ki aynı havayı soluyoruz midem. Bu sistem bir an evvel değiştirilmeli esefle kınıyorum. Yazınız için çok teşekkür ediyorum her bir cümlesi derin anlamlar içeriyor. Kadınların, çocukların, hayvanların hiçbir canlının ölmediği bir dünya diliyorum

  • Enver sümer12-09-2024 13:46

    Narinin ölümü gün ışığına çıkarılmaya çalışılsada Her zaman olduğu gibi yine esrarengiz bir el üstünü kapatıp tartışılmaya yasak konup Narinin ölümü de binlercesi gibi bilinmez meçhule gönderilecektir Narinin bence hunharca öldürülmesin en büyük nedeni aile içi gizli kapaklı çok şey bildiği için kurban edildiğini düşünüyorum Yazıklar olsun Rahmetli Aziz nesinin cümleleri bitireyim "biz büyükler ölelimki küçüklere ölüm kalmasın"

  • Enver sümer12-09-2024 13:20

    Narinin ölümü

  • VATAN SEVDASI12-09-2024 12:14

    Cumhuriyet Halk Partisi’nin ilk kongresi, 4-11 Eylül 1919 tarihleri arasında toplanan Sivas Kongresi; Parti Tüzüğünün kabul edildiği, 9 Eylül 1923 ise kuruluş tarihi olarak kabul edilmektedir. Atatürk, 11 Eylül’de Halk Fırkası Genel Başkanı seçilmiş; Partinin kuruluş dilekçesi 23 Ekim’de, İçişleri Bakanlığı’na verilmiştir.İlk kongre bağlamında Sivas Kongresi’ne yapılan gönderme ve kuruluş tarihi olarak İzmir’in kurtuluşunun birinci yılının seçilmesi, partinin Milli Mücadele ile bağlarını ortaya çıkarmaya ve pekiştirmeye yöneliktir.Atatürk, partinin kurulmasına ilişkin ilk açıklamasını 6 Aralık 1922 tarihinde yaptı ve “Halk Fırkası” adını kullandı. Ardından 1923 seçimlerinin Birinci Meclis’teki Atatürk’ün liderliğindeki Birinci Grubun başarısıyla sonuçlanması, Halk Fırkası’nın kurulmasına olanak sağladı. Seçimlerden sonra, milletvekilleri Ankara’da toplanarak Halk Fırkası’nın tüzüğünü hazırlamaya başladılar. İlk toplantı 7 Ağustos 1923 tarihinde yapıldı. Toplantılar 11 Eylül 1923 tarihine kadar devam etti. Ağustos’taki ilk toplantıya o sırada seçim bölgelerinden Ankara’ya gelebilmiş 123 milletvekilinden 113’ü katılmış ve 10 milletvekili de mazeretlerinden ötürü katılamamıştı. Burada bir konuşma yapan Atatürk, Milli Mücadele’nin başlamasını, Birinci Meclis’in açılışını ve o tarihten 1923 yılına kadar geçen süreci anlattı ve sonuç olarak Müdafaa-i Hukuk’un Halk Fırkası’na dönüşeceğini belirtti. Bu toplantı, Halk Fırkası adı altında yapılan ilk toplantıdır. İkinci toplantı, 9 Ağustos tarihinde yapıldı ve önceki toplantıda üyelere dağıtılmış olan Halk Fırkası tüzüğünün incelenmesine başlandı. Tüzüğün incelenmesi 9 Eylül 1923 tarihine kadar devam etti. 9 Eylül’de yapılan genel bir toplantıda Halk Fırkası Nizamnamesi kabul edildi. 11 Eylül 1923 tarihinde yapılan Halk Fırkası toplantısında, genel başkanlık ve yönetim kurulu seçimleri yapıldı. Halk Fırkası reisliğine TBMM reisi Atatürk seçildi. Partinin kuruluş dilekçesi, 23 Ekim 1923 tarihinde İçişleri Bakanlığı’na M. Kemal Paşa imzasıyla sunuldu.Partinin Kurucu Kadrosu23 Ekim 1923 tarihinde İçişleri Bakanlığı’na sunulan dilekçede Halk Fırkası adıyla tüzüğü sunulan bir partinin kurulduğu ve idare heyetinin isimleri belirtilmektedir. Bu isimler şunlardır: Erzincan Mebusu Sabit (Sağıroğlu), İstanbul Mebusu Dr. Refik (Saydam), İzmir Mebusu Celal (Bayar), Erzurum Mebusu Münür Hüsrev (Göle), Tekfurdağ Mebusu Cemil (Uybadın), Konya Mebusu Kazım Hüsnü, İzmit Mebusu Saffet (Arıkan), Diyarbakır Mebusu Zülfü. Partinin Katib-i Umumisi (Genel Sekreteri) Recep (Peker) ve Parti Genel Başkanı Mustafa Kemâl. Bu dilekçenin verilmesinden kısa bir süre sonra, 29 Ekim 1923 tarihinde M. Kemâl’in Cumhurbaşkanı seçilmesi üzerine, M. Kemâl, Başbakan İsmet Paşa’ya gönderdiği 19 Kasım 1923 tarihli yazıda Halk Fırkası Genel Başkanlığına vekâlet etmesini istiyor ve bunun gerekçesi olarak Cumhurbaşkanı olmasının bu görevi yürütmesine engel olduğunu söylüyordu.İsmet Paşa, parti genel başkan vekilliğine atanmasının ertesi günü A-RMHC şubelerine bir genelge gönderdi. Genelgede önce Halk Fırkası’nın kuruluşuna kısaca değinilmekte ve artık A-RMHC şube yönetim kurullarının Halk Fırkası yönetim kurulları adı altında çalışmaya devam edeceği bildirilmekteydi.Böylece Halk Fırkası, A-RMHC’den devraldığı güçlü bir örgüte,‘Dokuz Umde’lik (Dokuz Maddelik) bir programa ve bir tüzüğe sahip olarak kuruluşunda karşılaştığı ilk sorunları çözdü.Partinin amacıPartinin kurulmasına ilişkin Atatürk ilk açıklamasını 6 Aralık 1922 tarihinde yaptı ve “Halk Fırkası” adını kullandı. Ülkenin geri kalmışlığını ve çöküş tehlikesini ortadan kaldırmak, “çağdaş” ve “gelişmiş” bir toplum yaratmak amacıyla devrimler yapmayı plânlıyordu. Bu da ancak bir siyasal parti ile mümkün olabilirdi. M. Kemâl, milletin tüm kesimlerinden ve hatta İslam dünyasının en uzak yerlerinden bile kendisine gösterilen sevgi ve güvene layık olabilmek için milletin en sade bir bireyi olarak vatanın yararına çalışmak amacıyla barışın sağlanmasından sonra “Halkçılık” ilkesin dayanan ve “Halk Fırkası” adıyla bir siyasal parti kurmak niyetinde olduğunu söyledi. Yeni bir döneme girildiğini belirten Atatürk, Kurtuluş Savaşı’nda olduğu gibi milletin yardımını ve aydınların da katkısını istiyordu. Ayrıca kuracağı parti için 7 Şubat 1923 tarihinde şu değerlendirmeyi yapmıştı: “Halk Fırkası, halkımıza siyasi eğitim vermek için bir okul olacaktır”.Atatürk’ün bu konuşmayı yaptığı tarihlerde Kurtuluş Savaşı sona ereli çok olmamış; Mudanya Ateşkes Antlaşması da yeni imzalanmış ve hemen ardından Saltanat kaldırılmıştı. Lozan Barış görüşmeleri ise henüz devam etmekteydi. Bu dönemde bir yurt gezisine çıkan Atatürk, yaptığı bir konuşmada şunları söylemişti:“Bence, bizim milletimiz birbirinden çok farklı menfaatleri takip edecek ve bundan dolayı da mücadele halinde buluna gelen çeşitli sınıflara sahip değildir. Ülkedeki sınıflar birbirlerine lazım olan ve birbirlerini tamamlayıcı ve bütünleyici özelliktedir. Onun için de Halk Fırkası bütün sınıfların haklarını, yükselme sebeplerini ve mutluluğunu sağlamak yolunda çalışmalarda bulunacaktır”.Görüldüğü gibi Atatürk yaptığı konuşmada, Halk Fırkası’nın sınıf temeli üzerine kurulmayacağını, sınıf ayrımı yapılamayacağını ve tüm sınıfları kapsayan bir parti olacağını belirtmektedir. Bu konuşma, 1930’lar Türkiye’sinde ortaya çıkan ve 10. Yıl Marşı’nda da ifadesini bulan “sınıfsız imtiyazsız kaynaşmış kitle” deyiminin ortaya çıkışının bir habercisi gibidir. CHP, tek parti dönemi boyunca iktidarı elinde tuttuğu yıllarda iktidarının meşruiyetini yukarıda sözü edilen şu iki temele oturttu:– Ülkeyi kurtaran Müdafaa-i Hukuk temelinden gelme– Tüm toplumsal kesimleri temsil etme iddiası.CHP bir “halk” partisi olarak, ülkedeki tüm toplumsal kesimleri temsil ettiğini düşünüyordu. Aslında 1927 nüfus sayımı da göstermişti ki, ülkede ciddi bir sınıfsal yapı yoktu:

  • Galip Çınar12-09-2024 11:19

    Kurultay bu partinin degisemiyecegini gösteriyor malesef.Koltugu kapan yerini sagamlastirmaya çalışıyor.Her genç kızın hayali Zetina dikiş makinası diye bir reklam vardı , belli yaştaki. kişiler hatırlarlar.Bunlarinkide koltuk.Siyaset de bu koltuğu kapan bırakamıyor kardeşim.Baskanliga gelirken değişim diye bas bas bagiracaksin ön seçim gerekirse yapmayacaksın.%15 merkez kontenjan koyacaksın.Hadi oradan çocuk mu kandiriyorsunuz.Kardesim partiye bütün her organına kendi adamını doldursan güçlü olsan ne olur.Oyu Halk verecek.Siz içinizde halk dan koparsaniz marjinal bir parti olursunuz.Yine baraj altı kalırsınız.Ataturk bu partiyi kurmasaydi tarihin çöplugundeydiniz.Hala onun mirasını yiyorsunuz.YAPMAYİN.Bu siyaset anlayışınız ve yapılanmanın bizlere umut vaat etmiyor.Kısır siyaset dongulerine cokdan girdiniz.Ozgur Özel ben başkan kalayım.İmamoglu ben Cumhurhurbaskani adayıyım ha ona göre diye meydanlarda ağır abi edasında ama biraz akillanmis önceki dönem gibi değil .İstanbul üzerine daha fazla eğiliyor.Kendi çetesini kurmuş.Patlayincaya tiksirincaya kadar yiyip küpünü doldurma telaşında ,siyaset para işi kardesim parası olan herkesi satın alıyor.Cumhurbaskanligi koltugunuda kendinerezervettim günümü bekliyorum diyor.İmamoglunun bu yönetim anlayisinin benzeri zaten şikayet ettiğimiz Tayyip yönetimi.İmamoglu =Tayyip ne anladık bu işden .Niye seni destekleyelim kardeşim.Chp deki siyaseti kurultayda bir daha gördük çok başlılık ve herkes koltuk kapma yarisinda.Turkiye sevdaliligi yok.Bu memlekete dünya vizyonu verecek ,heyecan verecek bir lider ve yönetim anlayışı yok.Siz bu ülkenin başina bela mısınız.Bi kendinize gelin arkadaş.

  • Mert12-09-2024 10:37

    Öncelikle kaleminize sağlık , güzel bir yazı olmuş. Ülkemizde herkesin kullandığı bir söz vardır bilir misiniz? "Coğrafya Kaderdir!" işte bu söz bizi tamamıyla kaderimize hapseden,sıkıştıran adeta çaresiz bırakan bir söz. Peki gerçekten de coğrafya kader midir? Bu soruya hayır diyen bence cihangir solcusudur. Çünkü hayatı boyunca kırsalda bulunmamış oradaki hayattan birhaber ve hayattaki tek amacı sosyal medyadan sallayıp adaleti getireceğine inanmak ve tabi bunu yaparken de her zaman haklıdır tabuları vardır. Peki bir de bu kadere yorum yapan sağ görüşlüler var. Peki onlar hangi pencereden bakıyor? Onlar ise üsküdardaki kıraathanelerinde sanki din ile kitap ile çözülebilecekmiş gibi atıp tutarlar. Hiçbir zaman dönüp de aynaya bakmazlar. Kendi çocuklarına nasıl bir hayat sağlıyorlar bakmazlar ya da karısına kızına nasıl davranıyorlar bakmazlar çünkü onlar için tek doğru var o da dinin emrettiği şeyler. Evet maalesef bu cinayet son olmayacak, bu cinayetin faili son olmayacak . Peki neden son olmayacak çünkü bu ülkede ister tecavüzden ister cinayette hapise gir deli raporun varsa özgürsün. Bunun örnekleri her zaman oldu ve maalesef olacak. Bizim kaderimiz coğrafya değil bizim kaderiniz cehalet. CEHALET KADERDİR....

  • beyza12-09-2024 10:23

    Sadık Çelik, ülkenin kanayan yarasını kaleme almışsınız. Her cümleye imza atarım. Sizin bir baba olarak bu kadar naif anlatımınız beni duygulandırdı, annelerin hissettiği duyguları kaleme almışsınız.. ‘’Sessizlik’’ ya da ‘’sessiz çığlık’’ paragrafınıza bir tırnak açarak ‘’ Kim bir kötülük görürse onu eliyle değiştirsin, eliyle değiştiremeyen diliyle, diliyle değiştiremeyen de kalbiyle değiştirsin ’’ hadisini eklemek istiyorum.. Elimizden bir şey gelmese de ülkece kalbimizden geçen duygularımız, hüznümüz ortak.. Acımız ortak..

  • KADİM Taşbilek12-09-2024 09:41

    Yıllardır bütün Cumhuriyet Halk partililerin beklediği fakat istediği Tüzük değişikliği ne acidirki hüsranla tamamlandı konuşulan ile uygulama bir birine hiç uymadığı gibi partililer arasında daha fazla çelişkiler oluştu bbir hafta önce genel başkan sayın Özgür Özel canlı yayında örgütün istediği maddeleri büyük puntalarla belirleyeceğiz parti içi kutplastirmayi böylece geride bırakacağız demişti fakat dedikleri hüsran yarattı 7 genel başkan sayın Kılıçdaroğlu ile görüşmesinde Çarşamba günü tüzük taslağını göndereceğim sizin görüşünüzü aldıktan sonra onaya sunacağız bu dediklerinide yapmiyarak doğal olarak Kılıçdaroğlu nün katılmamasını sağlamış oldu bütün herkes biliyor ki bu gün sayın Özgür Özel genel baskansa bunu sayın Ekrem İmamoğlununa borçludur fakat Özgür Özel şimdi oynamaya başladı Mansur Yavaş ile Ekrem İmamoğlu arasında iletmeye yol açıyor bu tutumunda partiye Zarar veriyor AKP'nin butiği bir dönemde parti içi çekişme sağlıklı bir durum değildir sayın Kılıçdaroğlu da artık partide Abilik yapma görevine başlamalı aksini sayın Kılıçdaroğlunun adını kullanarak partiyi ayrıştırmaya çalışan Bir sürü cikarcilar var bir diğer konu hayatının baharında Din tucarligini yapan Narinin ailesi Amcası ve Annesinin gizli ilişkinin kurbanı olmuştur böyle anne olmaz olsun

  • Engin12-09-2024 09:31

    Ülke girtlagina kadar pisligin icine batmis Chp hala kendinayagina sıkmaya akp nin tam da istedigi gibi ilerliyor formul zaten besbelliydi Kilictarog lunun koltuk sevdasindan dolayi cehennemin kapilari malesef acik kaldi. Aday imamoğlu ya da Yavaş olmaliydi. Cok mu zir kamuoyu arastirmasi yaptirmak? Kimi Cumhurbaskni gormek istersiniz cevap bu iki ismin uzerinde yogunlastigini gormemek baska bir alternatifin uzerine gitmek Kilictaroglu nun zamaninda yaptigi gibi Akp nin ekmegine yağ sürmek. Aziz Nesin i Narin konusu özelinde malesef yine vaaay be ne kadar dogru soylemis diye aniyoruz. Öl öl bu cehalet bitmedikce ölsek te bitmeyecek zihniyetin temelli degișmedikce adalet herkese eşit olmadikca asla değişmeyecek!sadece o coğrafya özelinde de değil. Fabrika ayarlarimiza geri dönmemiz köy enstitülerini yeniden açmak şarttir. Yoksa ağzimiz açik daha çok benzer olaylara şahit olur insanligimizdan utanmaya devam eder dururuz.Yazik ufacik can kimbilir neye şahit oldu yanliş zaman yanliş yerde bulundu.Ahlak olmadiktan sonra nasil gücün kötüye nasil kullanildiğini cehaletin nasil monüpüle edilip kamuoyunun uyutulduğuna kötü bir örnek. Bu kafayla malesef ne ilk ne son.

  • Yücel12-09-2024 09:15

    Minik kızın annesi büyük şov yapıyor.

  • Ayşe Er12-09-2024 09:11

    8 yaşında henüz cinsiyetinin bile farkında olmayan suçu sadece bu topluma doğmak olan bir çocuğa bu yaşatılanların tarihcesi olarak filmi biraz geri sarmak gerekir. İslamiyetten önce cahiliye arap toplumunda kız çocuklarının katli meselesini islam tarihi perspektifinden değerlendirmek lazım. İslam gelmeden evvel Arap toplumunda ebeveynin çocuklarına karşı sorumluluk duygusu gayet zayıftı. Ailenin reisi olan erkek aile bireylerinin tamamını mülkü gibi görüyordu. Kız çocuklarını diri diri toprağa gömme adeti ilk olarak Bir bedevi arap kabilesi olan Temim kabilesinindir . Toplumda kız çocuklarını diri diri topraga gömenler olsada insanlık onurunu yerle bir eden bu adetten raharsız olan bazı insanlar , cahil ve zalim babaları engellemeye çalışmışlardır.Diri diri gömme davranışının temel gerekçelerinden biri fakirlik korkusu diğeride kızını evlendirmeyi namus meselesi yaparak diri diri toprağa gömmeyi yeğliyorlardı. Diger bir sebep ise birçoğu açlık sınırında yaşayan bu insanlar erkekten daha az işe yaradığını düşündükleri kızları,aileleri için yük kabul ediyor ve uğursuz olarak nitelendiriyorlardı. İslamiyetle beraber bunlar son bulmakla beraber kadınlar bazı haklarında sahibi oldular. Daha sonra Mezopotamya kültürünün etkisiyle bu haklarda gerilemeler oldu. Günümüz modern çağa gelindiğinde ise insanın cinsitiyle değil kişilik ve bilgeliğiyle değerlendirilicegi seviyeye ne yazıkki gelinememiştir . Kız çocuklarının okuma seferberliği yeterince önem kazandığında ve Egitimin insanı ehlileştirmedeki önemi kavrandığında ,bireyleri küçük yaşlarda okullarda kız erkek birarada ortak dokuda eğiterek birşeyler başarılabilir. Ve ayrıca her insana diger bir insan üzerinden narsis duygularını tatmin etme egilimlerini yok edici eğitimler verilmeli ve toplum düzeni resetlenmeli .......Kız çocuklarının başına gelen bu durumlar cahiliye toplumun bazı sapkınlıklarının kalıtımsal uzantıları ve örgütlenmiş hasta kişilklerinde bu uzantıların tamamlayıcısı olmalarıdır.. En acı verende bu dramları sadece yazıya döküp sonlandıramamak....

Yorum Yazın

Ana Sayfa
Web TV
Foto Galeri
Yazarlar