Geride kalan haftada 20 ve 23 Eylül’de Akyarlar ve Datça’da yaşanan gelişmeler Sahil Güvenlik’teki, denizdeki zafiyeti açığa çıkardı. Aslında bu konuda Yunanistan’a ‘teşekkür’ etmeli! Şaka bir yana, Akyarlar ve Datça’nın dibine kadar sözde ‘takip’ niyetine Sahil Güvenlik botlarını göndermesi, hatta bir askerini karaya çıkarması umarım bir uyanışa neden olur.
TEĞMENLERİ BIRAK, KARASULARINA BAK
Bir Yunan Sahil Güvenlik botu 20 Eylül 2024’te Bodrum Akyarlar kıyılarına, başka bir Yunan Sahil Güvenlik Botu da 23 Eylül 2024’te Datça kıyılarına kadar hiçbir engelle karşılaşmadan geldi. Bizim Sahil Güvenlik radarlarının 24 saat süreyle Yunan Sahil Güvenlik botları ve Yunan Savaş Gemilerinin izlendiği malum. Yani izlenmesi gerekiyor. Bu durumda Bodrum Akyarlar’a 3,5 mil mesafedeki İstanköy Adası’ndan gelen Yunan Sahil Güvenlik botu ve Datça’ya 8,5 mil mesafedeki Sömbeki Adası’ndan gelen diğer Yunan Sahil Güvenlik botu, radarlarda görünmesine rağmen Türk karasularına girmelerine seyirci kalınması çok büyük bir güvenlik zafiyetidir. Aynı zamanda da ulusal gururu fevkalade inciticidir. Konuyla ilgili olarak konuştuğum emekli oramiral ve koramiraller de yaşanan bu gelişmeleri çok ciddi bir zafiyet olarak değerlendiriyor. Onlara şunu sordum:
“Sizlerin döneminde de benzer olaylar oluyor muydu, kimi tacizleri tolere ediyor muydunuz?”
Yanıtları, “Kesinlikle böyle gelişmelere izin vermezdik, cesaret de edemezlerdi zaten,” oldu. Tabii onların zamanında Sahil Güvenlik doğrudan Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’na, yani Genelkurmay’a bağlıydı. Meselenin kaynağında Sahil Güvenlik’in İçişleri Bakanlığı’na bağlanması yatıyor. Yani, siyasetin ulusal güvenliği sağlamakla yükümlü Silahlı Kuvvetler’e müdahaleleri kurumların içini boşaltıyor. Demek ki İçişleri Bakanlığı emrine giren Sahil Güvenlik futbol tabiriyle belirtmek gerekirse ‘oyundan düşmüş’! Yeni mezun teğmenlerle polemiğe giren ve enselerinde boza pişirmeye kalkan Cumhurbaşkanı Erdoğan, denizdeki bu zafiyetin üzerine gitse, enerjisini orada harcasa ülke savunması açısından çok daha hayırlı olmaz mı? İlk yapması gereken iş de Sahil Güvenlik’in yeniden Deniz Kuvvetleri’ne bağlanması ve oradan direktif almasıdır. Muhalefetin, özellikle CHP’nin de ortaya çıkan bu zafiyet sonrasında bu husus üzerinde durması gerekir.
AK PARTİ’NİN TÜRKİYE’Yİ GETİRDİĞİ YER
Neredeyse sekizde birimiz kadar nüfusu olan Yunanistan, Türk ulusunun moralini bozabiliyor! Türkiye’yi ‘madara’ edebiliyor! AK Parti iktidarının Türkiye’yi getirdiği durum budur.
Ortada bir egemenlik çiğnenmesi durumu var… Karasularımızın, topraklarımızdan hiçbir farkı yoktur egemenlik açısından. Sonuçta, Yunanistan, Türkiye’ye tecavüzde bulunmuştur. Bunu da üst düzey yetkililerinin planladığından hiç kuşkum yok!
Gelişmeye bir mercek tutalım: E. Büyükelçi Süha Umar’ın Tele 1 ekranlarında söz ettiği gibi, uluslararası çerçevede bir “kesintisiz takip” hakkı var ama bu hak başka bir devletin kara sularına kadar. Orada devam edebilmesi için birincisi sıcak olması, yani kesintisiz olması gerekiyor; ikincisi de diğer devlet yetkilileri ile haberleşmek, izin almak gerekiyor. İki devlet arasında bir anlaşma varsa temas kurulup ortaklaşa takip de söz konusu olabilir. Oysa Akyarlar ve Datça ihlali üç gün arayla yaşanıyor bir, Yunanistan makamları Türkiye makamları ile irtibata geçmiyor ve herhangi bir izin söz konusu değil, iki… İşte o yüzden diyorum ki şımarık Yunanistan’ın amacı bir zafiyet tablosu oluşturmak ve güya Türkiye’yi madara etmek.
DIŞİŞLERİ DE İÇİŞLERİ’NDEN FARKSIZ!
Peki ya Dışişleri? Türkiye Cumhuriyeti’nin en saygın ve nitelikli kurumlarından Dışişleri’ni artık tanıyamıyorum desem yeridir. Dışişleri Bakanlığı, hem de Atina Bildirisi’nin daha dumanları çıkarken Yunanistan’ın yaptığı bu tacize hangi tepkide bulundu? Nota mı verildi? Türk Sahil Güvenliği mütekabiliyet çerçevesinde Yunan karasularına mı girdi, bir Türk askeri de bir Yunan adasına mı çıktı da haberimiz oldu?!. Bilakis, Yunan güçleri orta noktadaki bir balıkçı teknemize de ateş açarak şımarıklığına devam etti. Bizimkiler de günler sonra uyanıp ortaya çıktı! Dışişleri zaten neye sert tepki veriyor ki? Ege’deki adı konmamış, statüsü belirsiz ada, adacık ve kayalıklara Yunanistan’ın çökmesini mi durduruyor? Uluslararası anlaşmalarla silahsızlandırılan Yunan adalarının silahlandırılmasına mı set çekiyor? ABD’nin dengeleri bozacak şekilde Girit ve Gümilcene’deki varlığını büyütmesine mi itiraz ediyor?
Cumhurbaşkanı Erdoğan New York dönüşü konuştu. Mitsotakis ile görüşmüş efendim Ege’deki malum sıkıntılarla ilgili de, o da çözecekmiş de… Yunanistan’ın Ege ve Akdeniz’de kırdığı ceviz kırkı geçti (Yanlış anlaşılmasın, tabii Ege Denizi bir “barış denizi” olsun, komşumuzla aramız iyi olsun da bu zafiyetle olmaz ki). Neden böyle durumla yaşansın da ricacı olalım?!. Erdoğan’ın görevi, böyle bir durumun yaşanamayacağı savunma disiplinidir. Bu da yukarıda da belirttiğim gibi İçişleri Bakanlığı ile olmuyor, olmuyor, olmuyor!..
YUNANİSTAN RİCACI OLMALIYDI…
Bir Yunan askeri 9 Eylül 1922’den sonra Ege kıyılarına elini kolunu sallayarak ayak bastıysa bunun sorumlusu “başkomutan” ve “yürütmenin başı” olan Cumhurbaşkanı Erdoğan değil de kim? O asker yakalanıp gözaltına alınarak savcılığa çıkarılmalıydı… Yunanistan ricacı olmalıydı ve Türk karasularına izinsiz girdiği için hem de yüksek sesle özür dilemeliydi.
“KEL BAŞA ŞİMŞİR TARAK!”
Bu yazıyı kaleme aldığım 27 Eylül (dün) Preveze Deniz Zaferi’nin yıldönümüydü. Bu zaferin anısına E. Alb. Ali Rıza İşipek’in yapımcı ve küratörlüğündeki İzmir İktisat Kongresi binasında açılan serginin açılışındaydım. “Preveze Deniz Zaferi ve Osmanlı Donanması Sergisi”nin açılışında ne İzmir Valisi veya bir yardımcısını ne de Deniz Kuvvetleri’nden veya Garnizon’dan bir yetkiliyi göremedim. İzmir, Türk denizciliğinin kurulduğu yerdir beyler!.. Çakabey’in Konak’taki denize bakan büstü boşuna değildir.
Ne der bir atasözü:
“Kel başa şimşir tarak!”
Ey okur; şimdi siz söyleyin; Akyarlar ve Datça fiyaskosuyla İzmir’deki Preveze Deniz Zaferi sergisindeki ilgisizlik arasında doğru bir orantı yok mu?
Yine de olumlu noktalayalım yazıyı; Türk denizciliğinin pruvası neta olsun.
Bu ilk yazıyla muhalif.com.tr okurlarına, site yönetici ve emekçilerine, yazarlarına merhaba…
Ben Mersin'de lise öğrencisi iken Kibris olaylari alevlendiginde 1964-1967 arası Bahriyemiz limanda demirler, askerlerimiz subaylarımızı gururla izler, zaman zaman futbol maçları yapardık. Yıllar sonra Istanbul'da Bogaz Komutanligina bağlı Deniz Birliklerinde Yedek Subaylığımi 1978-1979 döneminde Deniz Kuvvetlerinde yedeksubay olarak askerlik görevimi yaptım. Anlatilan durum benim bildiğim Bahriye'yle hiç örtüşmüyor. Bu mevcut siyasal iktidarın lafta kuru sıkı boş atışlarının bir işe yaramadığını ve Yunanistan tarafının bunları tanımadığını ve Türkiye Cumhuriyetinin Yönetimine egemen olan hükümetin sürekli fırsat kollayan Yunan Cephesinin hiç bos geçmediğini ortaya koyuyor.Hukumet neden Sahil Güvenliği geriye aldığını ve kıyıların korunması görevinin boşa alındığını açıklamalıdır.Hele Yunanistan gibi Kurtuluş Savaşınızda yedikleri dayağın acısını hiç unutmadıklarını bildiğimiz bu devlete karşı bu anlasilmaz hoşgörünün sebebinin nedeni dikkatle irdeleyip bilmediğimiz başka nedenler olup olmadigi dikkatle arastirilmali ve nedenler giderilmeli, sorumlular yargılanmalıdır.
Bu yazının tüm sahil güvenlik birimlerince ve içişleri bakanı tarafindan okunması lazim?