Diktatörlük; aşağılık duygusunun bir tür tepkisi olarak siyasal yaşama uygulanmasıyla ortaya çıkan zulüm ve gaddarlık dürtüsünden kaynaklanan psikolojik bir hastalıktır. Yetki ve etkinliğini, siyasi sermayesini kötüye kullanan, kendisini dev aynasında görüp halka tepeden bakarak şımaran ve despotluk yapan kanun benim diyen nice tarihsel ve çağdaş diktatör örnekleri vardır. İster inançları isterse ideolojileri, hangi fikir ve felsefeden olurlarsa olsunlar, zalim diktatörlerin ortak özelliği kendilerine tanınan olanak ve yetkilere aldanıp kibirlenmeleri ve kendilerini halktan daha üstün, adeta ilahi bir kişi olarak görmeleridir. Kutsal kitaplara göre Firavun, kibir ve büyüklük etkisiyle kendisine karşı olabilecek tepkileri önlemek ve güçten düşürmek amacıyla halkını fırkalara ayırıp parçalamıştır. Çağımızda da Makyavellinin en iyi öğrencileri olan kibirli diktatörlerin halkı; sağcı-solcu, ilerici-gerici, dinci-devrimci, şu etnik köken bu etnik köken şu inanç bu inanç gibi karşıt gruplara ayırıp boğuşturarak hepsini kendilerine muhtaç duruma düşürme ve kolaylıkla kontrol etme stratejisi uyguladıkları bir gerçektir. Hitler, Mussolini, Çavuşesku ve Saddam gibi diktatörler bu yolun yolcusu olmuşlar kibir ve cehaletin pekiştirdiği hırslarını kontrol edememişler nerede duracaklarını göremediklerinden hepsinin sonu ibretlik olmuş yıkılıp giderek tarihin en kirli sayfalarında lanetle anılır hale gelmişlerdir. Diktatör kelimesi Latince dictator: dictare= bildirmek, buyurmak, kelimeleri tane tane söyleyerek yazdırmak kelimesinden türetilip bütün siyasi yetkileri kendinde toplamış bulunan kimse anlamında kullanılmaktadır. Otoriter yönetim tarzının despotluk, otokrasi ve totaliterlikle birlikte sık görülen şekli de diktatörlük olarak tanımlanır. Diktatörlük bir İdari sistem olarak bir kişi, bir parti yahut küçük bir grubun elinde bulunmaktadır. Diktatörlük ayrıca yönetilenlerin rızası olmadan ülkeyi keyfince yönetmek anlamına da gelir ve demokrasinin tam karşıtıdır günümüzde devrim veya ihtilal yoluyla diktatörlük kurmak zorlaşmıştır bu yüzden demokrasiyi kullanarak,hukuk sistemini ve demokratik kurum ve kuruluşların içini kendi yandaş ve yalakaları ile doldurarak parlamentoların gücünü yok ederek, anayasayı kuşa çevirerek diktatörlükler kurulduğu da bir gerçektir. Yakın tarihte bazı diktatörler kendilerini şöyle tanımlamışlar: “Halka yukarıdan bakıyorum, çünkü Tanrı beni buraya taşımıştır. Eğer ben hareket ettirmiyorsam, ülkemde tek bir yaprak bile kımıldamaz.” Augusto Pinochet. “Özgür seçimlerle ilgili sorun: kimin kazanacağını bilememektir.” Rus lider Leonid Brezhnev. “Komünizm sevgi değildir. Komünizm düşmanı ve muhalifleri ezeceğin bir çekiçtir.” Mao. “Belki, hakiki demokrasi vardır, ama aslında güçlüler her zaman hükümrandır ve demokrasi çağdaş diktatörlerin kılıfı ve zulüm aracıdır.” Muammar Kaddafi. “Bir şeye niyetlenirken, başka bir şey yapacağını söylemek sonra da hiçbirini yapmamak demokratik politika sayılmaktadır.” Saddam Hüseyin. “İyi bir gazeteci gerçeği veya içinden geçeni yazan değildir. İyi gazeteci kendisinden yazması istenen şeyleri yazandır.” Bulgar diktatörü Todor Zhivkov. Diktatörlüklerde her şey devlete aittir ve devleti yöneten ve kendini ben devletim diyen kutsallaştırılmış bir lider vardır. Diktatörlük aşağıdaki özelliklerden bir ya da birkaçını bir arada bulunduran yönetim şeklini hatırlatır: -Yöneticiyi veya yöneticileri eylemlerinden dolayı sorguya çekecek, sorumlu görecek veya işten el çektirebilecek yasa, gelenek ve kurumlar yoktur ve onların gücü üzerinde sınırlama bulunmamaktadır. -Devlet gücü ve kuvveti sadece sınırlı bir grubun yararına kullandırılır bunlar yalaka yandaş ve rüşvet ortaklarıdır. -Yasama, yürütme ve yargı gücünün tek elde toplandığı her ne kadar görünüşte bir parlamento da olda bile çünkü orada da diktatörün adamları çoğunluktadır. -Halk korku yüzünden itaat etmeye mecbur bırakılır şiddet kullanılarak karşıt görüşlüler ya hapse atılır ya da fiziksel ve ruhsal işkence görür halkın . Diktatörler ve ruhsal durumlar Colorado Üniversitesi'nden psikolog Coolidge ve Segal, bazı diktatörlere en yakın olmuş kişilerin onlar hakkında verdikleri bilgiye dayanarak Hitler, Mussolini ve Kim Jong-il'i incelemişler ve bu üç şahsın da ortak özelliklerinin: sadist, anti-sosyal, paranoyak, şizofren, narsist, şizoid ve şizotipal oldukları sonucuna varmışlardır. Californiya Üniversitesi'nden Profesör James Fallon, diktatörlerin karizmatik, benmerkezci, usta yalancı, sadizm derecesinde acımasız, psikopat, tatmini imkânsız megalomani ve güç şehveti içinde olduklarını saptamıştır. Ünlü İngiliz politikacı ve tıp doktoru Lord Owen Hubris Desease-Aşırı Kibir Hastalığı diye nitelenen ve uzun sürede iktidarda kalan seçimle iktidara gelmiş kişilerin giderek kendilerini insanüstü görmeye başlayıp hata yapmadıklarını sanmalarına rağmen hata yaptıklarını bilimsel olarak ispatlamıştır. Bazı ülkelerdeki son gelişmeleri bu yazının çerçevesi içinde değerlendirmek gerektir.
Yorum Yazın