Hollywood’un kamera arkasını ve bir film içinde, hem de temeli AŞK ile betimleyecek başka güzel bir film daha olmayacaktır,diye düşünüyorum.
Dublörlükten gelen 1975 doğumlu genç yönetmen, David Leitch’nin artık yönetmen kimliği ve güzel iki oyuncuyu bir araya getirdiği, Dublör, filmi Amerika’da 3 Mayıs tarihinde vizyona girmeye hazırlanıyor.
2007 yılında Charlize Theron ile çalıştığı, “Sarışın Bomba” ile geleceğin sinyalini çoktan veren David Leitch’nin filmin içinde kendi yaşamından izlerinde olduğu tartışma götürmez. Elbette insan deneyimleri her zaman bir yol haritası oluşturur.
İki saat ve beş dakika sürede, olağan gibi başlayıp ancak gerçek aşkın ve aşkın, hayatlarımızı nasıl değiştirip dönüştürdüğü, aşka soyunanların yanmaktan korkmadıkları gibi neleri göze aldıklarının mükafatı, sadece son tahlilde değil filmin bütününe özenle serpilmiş durumda.
Kadın-Erkek ilişkilerine sıradanlıktan uzak “Çok özel” bir ilişkinin kıstaslarını, oldukça yalın ve yine özel bir dille anlatan yönetmenin son derece keyifli, izlenesi bir filmi ortaya koymasından ziyade Ryan Gosling’in, kendi camiası ve son filmi Barbie sonrası “Artık bıraksın! İyi oyuncu değil!” sözlerine aldırış etmeden, sadece işini yapmış ve bana kalırsa, son zamanlarda –Aşk Filmleri-üzerine en çok yakışan aktör.
İstinye Park’da izlediğimiz filmin çıkışında, sevgili Atilla Dorsay hocamla yaptığımız kritikte ifade etmiş olduğum gibi “Oscar’lı La La Land/ Aşıklar Şehri 2016, Oscar’sız (yetersiz ödül ile adeta geçiştirme tadında) Barbie, 2023 (Ve en büyük hasılat ile) ardından bana kalırsa kim ne derse desin; ileride tıpkı Nicolas Cage için yapılan, kötü eleştiriler, gibi o da hak ettiği yeri zamanla alacak.”
Evet, La La Land-Aşıklar Şehri filminde kendisine eşlik eden ve bu yıl Oscar’ı kucaklayan, Emma Stone gibi yine E’lerden giderek Emily Blunt ile muhteşem bir iş çıkarmış oluyor.
Emily Blunt’ın ışıl ışıl yıldızının gözlerinden taştığı güzelliği ile o kadar güzel bir ikili olmuşlar ki ve oyuncu değil denilen Ryan Gosling’in son üç filmi, Dublör filmini de içine kattığımızda her işin hakkını sonuna kadar ortaya koymuş. Her üç filmde 2 saat!
Dublörlü dublörsüz, çok iyi bir iş ortaya koymuş. Oyunculuk olağan üstü. İkilinin aşk sahneleri, birbirlerine sevgiyi aktardıkları bölümler, izleyiciye tamamen geçiyor.
Aşk sahnesi derken yanlış anlaşılmasın, sevişmek değil yalın bir duygu transferi. Gözler tamamen her şeyi anlatıyor. Hakkını vermişler.
İyi ki de.
Kokteyl içmek için filmin çekimi sonrasında buluşacak ve bir yılı aşkın süredir birliktelikleri olan çift aynı sektör yani Hollywood emekçileridir. Erkek dublör, kadın kameraman. Dublör, her işte olduğu gibi işin hakkını verirken sürekli kendisini küçümseyip, ezmeye çalışan ve başrolü kapmak için ellinden geleni mafya tarzında büyütüp, işi gasp ve cinayetlere kadar götürecek egosu tavan kişilerin, ünlü olmak, adına hayata kattıklarını çok güzel yansıtmakta. Tom Ryder, Metal Fırtına derken zaten yönetmenin dublörlükten gelen tüm deneyimlerinin anlamı tam da burada ortaya çıkmakta. Hızlı ve Öfkeli filminden bölümlerini, Dublör olan son filmin kamera arkası görüntüleri ile tamamlıyor.
İnsan doğasının önde ve hep kazanan taraf olmak için elinden geleni yaptığı ne şekilde dümenler çevirebildiği, dost sandıklarının taklalarını tek tek izleyiciye gösteriyor.
Sonunda neyin kazandığını ise şu sözle bağlamakta Dublör:
“Ateşte yandım, camdan atladım, arabadan düştüm, bıçaklandım, hepsi canımı senin yokluğun kadar acıtmadı”
Birbirini bulmuş ruhların, film seti içinde son derece komik sahnelerle aşklarını ifade edişleri kadar kendi suçunu bilen ve kendisini “Sorunlu Kovboy”, bir yıldan fazla süredir birlikte olduğu ve onun için her şeyi göze aldığı biricik yönetmen sevgilisini ise “Uzaylı” olarak tanımlarken; samimiyeti, içten ve doğal sevgisini korumak adına dış dünya, rekabet ve hırsları için ilişkisini heba etmeyecek kadar dik duruşu, erdem değerlerinin yüksekliğinde insan karakterinin sağlamlığını, tüm şarlatanlıklara rağmen nasıl korunabildiğini, sadece sahip olduğu sevgilisi/kız arkadaşı üzerinden değil bütüne bakıp, büyük resimde etiğin içinde gerçek erkek duruşunu sunması bile adeta bir ders niteliğinde.
Birbirlerine tatlı tatlı takılmaları, birlikte bir şeyler içip kötü kararlar alalım, esprisi altında ne yattığı ise finalde.
Colt Seavers’in bir dublör olarak emekleri ve tükeniş noktasında kendisini hayatta tutan tek kişinin sevgilisi Jody’nin emekleri ve onu yalnız bırakışındaki nedenleri, suçunu affettirmek için mücadelesi ve birbirini bulmuş iki insanın doğallığı, medya dünyası ile diğerlerinden ayrılan saf ve temiz hallerindeki bütünlük ve uyum bile sadece bu filmi izlemeye değer kılıyor.
Benim için ise Avustralya Sydney Opera Binasının önemi başka tabii. Opera binaları candır. Ve Hollywood son birkaç yıldır, aşk ve evlenme teklif platosu olarak bu lokasyonu seçmekte.
Kaçırmayın!
Yorum Yazın