Sadık Çelik

Sadık Çelik


Eğitimde sessiz çöküş

Eğitimde sessiz çöküş

Millî Eğitim Bakanı, Sinop'ta bir okul açılışı sırasında, Türkiye’nin eğitimde son yirmi yılda sessiz bir devrim gerçekleştirdiğini iddia ediyor.

Peki, biz bu devrimi hissediyor muyuz? Eğitimde son yirmi yılda ne gibi "sessiz" değişiklikler yaşandı, yaşanıyor, birlikte bakalım.

Verilere göre, Türkiye’de öğrenci başına yapılan devlet harcaması 5.000 dolar civarındayken, OECD ortalaması 12.000 dolar. Aradaki fark aslında, eğitimin geleceğe en büyük yatırım olduğunu unuttuğumuzu gösteriyor. Eğitimden tasarruf olmaz. Ülkenin yarınları bu şekilde çalınamaz.

Ne yazık ki ilkokullarda bile okulların en temel ihtiyaçları karşılanamıyor. Temizlik hizmetleri dahi eksik bırakılıyor, hatta bazı yerlerde öğrenci velileri ya da bizzat öğrencilerin okulları temizlediğine dair duyumlar alınıyor. Kayıt sırasında öğrenci velilerinden talep edilen “bağışlar” ise korkunç boyutlara ulaşmış durumda, oysa temel eğitimin ücretsiz olması anayasal bir haktır. Bu durum, eğitimin yalnızca nitelik değil, maddi erişim açısından da giderek büyük bir krize sürüklendiğini açıkça gösteriyor.

Son 20 yılda yaşanan diğer bir gelişme de 20 bin köy okulunun kapatılması. Cumhuriyet’in, en ücra köylerde dahi eğitime erişimi sağlama amacı, adeta ters yüz ediliyor. En büyük darbeyi de haliyle yine kız çocukları yiyor. Aileler, uzak bölge okullarına kız çocuklarını göndermekte tereddüt ediyor ve sonuç olarak bu çocuklar eğitimden mahrum kalıyor.

Ülkemizde okullaşma oranları hâlâ istenilen düzeyde değil. Batı’da yüzde 100 okullaşma sağlanmışken, biz bu seviyenin çok gerisindeyiz. Üstelik ekonomik tablo ağırlaştıkça okulu terk edenlerin sayısı da artıyor. Lise seviyesinde yüzde 30'luk bir kitle ne okulda ne de işte. Peki bu çocuklar nerede? Uyuşturucu kullanma yaşının sınır bölgelerinde 10’a, ülke genelinde ise 12’ye kadar düştüğünü göz önünde bulundurursak, gençlerin bu karanlık çemberde kayboluşunu nasıl durduracağız?

Sorunlu eğitim sistemi sadece sınıflarda değil, sokaklarda da çürümenin, yozlaşmanın temellerini atar. Geçtiğimiz günlerde polis memuru Şeyda Yılmaz’ın, 26 suçtan kaydı bulunan bir madde bağımlısı tarafından şehit edilmesi, sistemdeki çöküşün ve toplumun derin yaralarının acı bir yansıması. Nitelikli eğitimden mahrum kalmış, türlü çeşit suçlara bulaşan ve defalarca sokağa salıverilen bu zavallılar toplumu birer birer tehdit eder hale geliyor. Güvenlik güçleri bile kendi canlarını koruyamıyor. Polisin canını koruyamadığı bir yerde, vatandaşın güvenliği nasıl sağlanacak? Eğitimdeki bu darboğaz, toplumun güvenliğine ve geleceğine atılmış en büyük darbelerden biri.

Bu tablo, sadece eğitim değil, aynı zamanda toplumun geleceği adına korkutucu bir tablo çiziyor. Eğitim sisteminde yaşanan "sessiz" devrim, sessizlik içinde kaybolup gitmek üzere olan binlerce genç mi demek olacak yoksa?

Beslenme ve Barınma Sorunu

Eğitim, sadece akademik başarıyla sınırlı kalmamalı; çocukların sağlıklı gelişimi, psikolojik ve fiziksel iyilik halleri de bu sürecin ayrılmaz parçası olmalı. Beslenme ise bu destek zincirinin en temel halkası. Ne yazık ki bu halka giderek zayıflıyor.

Avrupa’da öğle yemekleri besin değeri açısından titizlikle hazırlanırken, biz devlet okullarında öğlen yemeklerini kaldırıyoruz! Beslenme sağlanan okullarda ise protein kaynakları olan et ve balık pahalı olduğu için menüler genellikle ucuz ve karbonhidrat ağırlıklı olarak hazırlanıyor. Ancak bu durum, çocuklarda enerji yerine uyku hali yaratıyor, konsantrasyonlarını ve zihinsel performanslarını olumsuz etkiliyor.

Oysa bu sadece bir tabak yemek meselesi değil; çocukların aç kalmasının etkileri sadece fiziksel değil, psikolojik ve akademik anlamda da ağır. Aç bir çocuğun konsantrasyonu ne kadar yüksek olabilir? Nitelikli beslenemeyen bir öğrenci sınavda nasıl başarı gösterebilir?

Ayrıca okullarda beslenme saatleri ve öğle yemekleri, çocukların bir araya gelip sosyalleşmesi, paylaşması ve kaynaşması açısından da büyük önem taşır. Bu, çocuklar için bir ritüel niteliğinde olup, toplumun bütünleşmesi ve dayanışma duygusunun pekişmesi için kritik bir rol oynar. Aynı sofrada birlikte yemek yeme, toplumsal bağların güçlenmesine ve sosyal becerilerin gelişmesine katkıda bulunan önemli bir paylaşım alanıdır.

Bir yanda sağlıksız ve niteliksiz beslenme sorunu, diğer yanda bu yükün ailelerin sırtına binmesi var. Kantinde basit bir tost, bir meyve suyu almak bile artık cep yakıyor. Velilerin çocuğuna sağlıklı bir öğle yemeği sunması neredeyse lüks oldu.

Servis ücretleri ayrı bir vaka…Çocuklarını okula güvenli ve konforlu bir şekilde göndermek isteyen aileler, her yıl katlanan servis ücretleriyle boğuşuyor.

Düşünelim bir kere; asgari ücretle geçinen bir aile, iki çocuğunu nasıl okutacak? Kırtasiye, yemek, ulaşım... Hepsi büyük bir yük haline geldi.

Hele ki üniversite öğrencileri için barınma çok büyük dert. Geçen yıl 100 bine yakın öğrenci, barınma sorunu nedeniyle, kazandığı üniversitelere kayıtlarını yaptırmadı. Devlet yurtları yetersiz. Özel yurtlar ise astronomik fiyatlarda. Bir yanda eğitim devrimi söylemleri, diğer yanda üniversiteyi kazanıp barınacak yer bulamadığı için okumaktan vazgeçen gençler…

Tabii tarikat ve cemaatler bu boşluğu doldurmak için çabalıyor. Kalacak yeri olmayan gençlere kucak açan(!), “yardım eli uzatan” bu yapılar, eğitim sistemiyle ilgili başka bir tehlikeye işaret ediyor. Bu konuda ülke olarak kafi miktarda acı tecrübe edindik, peki ama ders alabildik mi? Ne yazık ki hayır. Geçmişte Gülen cemaatinin devletle iç içe olduğu dönem, "ne istediniz de vermedik?" ifadesiyle özetlenen bir süreçti. 15 Temmuz’u yaşamış bir ülkenin, bu yapıların eğitim alanında etkin olmasını engellemesi gerekirdi. Ancak, devletin kontrolü dışında büyüyen bu oluşumlar, gençlerin barınma sorununu çözme kisvesi altında onları kendi ideolojileriyle şekillendirmeye devam ediyor. Eğitim sistemi bu yapılar tarafından gölgeleniyor ve toplumun geleceğine dair ciddi riskler barındırıyor.

Eğitimde Piyasalaşma ve Dinselleşme Kıskacı

Eğitimde kriz artık görmezden gelinemeyecek kadar derinleşti. Sorunlar sistemin her kademesine sirayet etmiş durumda. Zaten ağır aksak ilerleyen sistem, son yirmi yıldır tepetaklak edilen gerçek bir deneme tahtasına çevrildi.

Kriz genel olarak iki ana eksende büyüyor: eğitimin özelleşmesi ve dinselleşmesi. Her ikisi de ülkenin eğitim sistemini ve toplumsal yapısını temelden sarsıyor.

Önce piyasa. Eğitim artık bir kamu hizmeti olmaktan çıkmış, adeta bir sektör haline gelmiş durumda. Özelleşme, eğitimdeki büyük dönüşümün en belirgin dinamiklerinden biri. 2000’lerin başında özel okulların oranı yüzde iki seviyesindeyken, bugün bu oran yüzde yirmiyi aşıyor.

Devlet okullarında eğitim almak, ders saatlerinin kısalığı ve müfredatla ilgili endişeler nedeniyle aileleri zor durumda bırakıyor. Özel okul, bir çözüm gibi görünse de, bu defa devreye, yaşanılan ekonomik krize paralel olarak her yıl inanılmaz artış gösteren ücretler, servis ve yemek maliyetleri giriyor. Donanımlı ve yeterli eğitim, toplumun geneli için bir fırsat değil, sadece maddi durumu yetenler için bir lüks haline geliyor.

Türkiye’de neredeyse her ilçede bir üniversitenin açılması, eğitimdeki genişlemeyi bir başarı gibi gösterse de, bu genişlemenin gölgesinde derin bir kriz var. "Herkes üniversite mezunu olmalı" anlayışı, gençleri nitelikli eğitim yerine diplomaya odaklayan bir kısır döngüye sokuyor. Bugün üniversiteler, istihdam açığını ertelemek amacıyla gençleri "meşgul eden" birer bekleme odasına dönüşmüş durumda. Diploma sahipliği, işsizliği gizlemek için geçici bir çözüm haline getirilirken, gençler mezun olduklarında ne iş bulabiliyorlar ne de mesleklerinde donanımlı hale geliyorlar. “Ev genci” adı altında vasıfsız bir kategorinin uzun süreli veya daimi üyeleri haline geliyorlar.

Bu krizin arka planında, altyapı gerektirmeyen, laboratuvar veya teknik donanım istemeyen ve hızla açılabilen yüksekokullar ve fakülteler de yatıyor. Ucuz ve kolay açılabilen bu kurumlar, öğrencileri nitelikli bir eğitimden ziyade, sadece mezuniyet vaadiyle beklemeye alıyor. Sonuçta, bu gençler diplomalarına kavuşsa da, iş piyasasına girecek yeterliliğe sahip olamıyor.

Kriz, Türkiye’nin ekonomisiyle de doğrudan bağlantılı. Almanya gibi ülkelerde sanayici, eğitimi ciddi anlamda desteklerken, Türkiye’de bu tür bir destek mekanizması güçlü değil. Zaten ülkemiz, yeni iş alanları açabilen, istihdam yaratabilen bir ekonomi değil. Aksine, al-sata dayalı, dışa bağımlı bir ekonomik yapı, gençlere yeni iş imkânları sunamıyor. Japonya ya da Almanya gibi bir modelimiz olsaydı, sanayiye dayalı iş fırsatlarıyla bu gençleri iş gücüne katabilirdik. Ama mevcut ekonomik yapı, eğitimli bireyleri dahi istihdam edemeyecek kadar zayıf.

Bu durum, üniversite diplomasının adeta bir "rüşvet" gibi kullanıldığı bir sistemi gün yüzüne çıkarıyor. Gençler, iş bulamama korkusuyla üniversitelere yönlendiriliyor, ancak bu süreç onları gerçek bir meslek sahibi yapmaktan çok, işsizlik ve çaresizlik içinde kaybolmalarına neden oluyor.

Bu genişleme, teknik mesleklerin ve ara eleman ihtiyacının göz ardı edilmesine de yol açtı. Tarım, hayvancılık, teknik gibi temel alanlarda insan kaynağı açığı büyürken, üniversite mezunu gençler işsizler ordusuna katılıyor.

Türkiye’de sanayicinin ya da iş adamının ihtiyaç duyduğu nitelikli elemanlar artık yetişmiyor. Ortaokul çağında kapasitelerine göre mesleki eğitime yönlendirilmesi gereken çocuklar, “herkes üniversite mezunu olmalı” anlayışıyla bir yola sürükleniyor. Eğitim sistemi neredeyse sınıfta kalmayı ortadan kaldırmış durumda; kapasitesi olmayan çocuklar bile ite kaka mezun ediliyor. Bu da çocukların, yeteneklerinin gelişmesine uygun olan, örneğin zanaat ve el becerisi gerektiren mesleklerden uzaklaşmasına, onları mutsuz ve yetersiz hissettiren bir ortamda sıkışıp kalmalarına yol açıyor. Tabiri caizse zihinsel anlamda akran zorbalığına maruz kalıyorlar. Kapasitesi düşük çocuklar, nispeten zeki çocuklar tarafından eziliyor, hor görülüyor.

Bu yetersizlik duygusu çocuklarda psikolojik sorunlara neden olabiliyor. Hatta bu gençler, topluma uyum sağlayamamanın getirdiği derin huzursuzlukla birlikte, suç işleme potansiyeli taşıyan bireyler haline gelme riskiyle karşı karşıya kalıyorlar. Zorla sürüklendikleri eğitim yolunda ne mutlu olabiliyorlar ne de topluma faydalı bireyler olarak yetişiyorlar. Herkesin üniversite diploması peşinde koştuğu bu sistem, hem çocukların yeteneklerini köreltiyor hem de toplumun ihtiyaç duyduğu nitelikli iş gücünün yetişmesini engelliyor. Bugün sıhhi tesisatçı, kalıpçı, demirci, inşaat ustası, asansörcü bulamıyor insanlar ihtiyaç duyduklarında. Çobanımızı bile Afganistan’dan ithal ediyoruz düşünsenize…

Ekonomik krizi, 1950’lerden bu yana hız kesmeden süregiden köyden kente göçü ve hızlı kentleşmeyi de eklediğinizde ülkede tarım ve hayvancılıkla uğraşacak insanların sayısı hızla azalıyor. Bir yandan ülkenin verimli toprakları boş kalırken, diğer yandan halk proteine, ete ve diğer temel gıdalara ulaşmakta zorlanıyor. Türkiye, tarımsal üretimi ihmal ederek ithalat bağımlılığına sürükleniyor. Brezilya’dan, Yeni Zelenda!dan, Fransa’dan, Polonya’dan, Sırbistan’dan, Karadağ’dan canlı veya kesik et, Kanada’dan mercimek, Hindistan’dan nohut ithal eder hale geldik. Aslında ortada tarım ve hayvancılığı canlandıracak genç bir nesil varken, bu potansiyel, eğitim politikaları nedeniyle heba ediliyor.

Üniversitelerdeki niceliksel artışın bir diğer sonucu, meslek dallarında gereksiz bir fazlalığın ortaya çıkması. Hukuk fakülteleri, gıda mühendisliği, diyetisyenlik, psikoloji, iktisat, işletme gibi çok sayıda bölüm fazlasıyla mezun veriyor. Çünkü eğitim eleğinin delikleri fazla sıkı, herkes üstte kalıyor. Zekâya, kapasiteye ya da mesleğe uygunluğa bakılmaksızın üniversiteler dolup taşıyor. Geçişler kolay, mezuniyetler hakeza… Ünvan peşinde koşan gençlerin sayısı ziyadesiyle fazla. Sonuçta, o mesleklerin saygınlığı da azalıyor, mezunlar iş bulamıyor ve eğitimdeki bu kısır döngü derinleşerek devam ediyor.

Bu durumun bir diğer nedeni ise, Türkiye’de meslek ve branş planlamasına yönelik bir öngörünün eksikliği. Tarım ya da diğer sektörlerde nasıl ülkenin ihtiyaçları doğrultusunda planlama yapılması gerekiyorsa, üniversite eğitimi için de Türkiye’nin hangi branşlarda ne kadar mezuna ihtiyacı olduğuna dair bir planlama yapılması gerekiyor. Ancak, bu tür bir stratejik öngörü maalesef mevcut değil, bu da gereksiz mezun fazlası ve istihdam sorununu tetikliyor.

Ancak gelinen noktada Türkiye, hem üniversite mezunu işsizler ordusuyla, hem niteliksiz beyaz yaka çalışanlarla, hem de teknik ve ara eleman eksikliğiyle boğuşuyor.

***

Eğitimin dinselleşmesi, krizin diğer boyutu. Cumhuriyet’in hedefi, fikri hür, vicdanı hür bireyler yetiştirmekti. Ancak bugün, eğitim sistemimiz, kader, şükür ve itaat anlayışıyla yoğrulmuş bir “pedagojik” yapıya evriliyor. Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli adı altında dini değerler, yalnızca din dersleriyle sınırlı kalmayıp, fen bilimlerinden sosyal bilimlere kadar her dersin içinde öyle ya da böyle işleniyor. Eğitimin bu şekilde dinselleştirilmesi, çocukların özgür düşünce yapısını engelliyor, sorgulama yetilerini köreltiyor. Oysa çağdaş eğitim, bireylerin eleştirel düşünme becerilerini geliştirmeyi ve bağımsız bir zihin yapısını teşvik etmeyi hedeflemelidir.

Dahası, bu süreç eğitim yönetiminde de kendini gösteriyor. Din dersi öğretmenleri, birçok okulda idari pozisyonlara atanırken, laik ve bilimsel eğitimi savunan öğretmenler ve akademisyenler sistemin dışına itiliyor. Bu dönüşüm, eğitimde yalnızca dinsel içeriği artırmakla kalmıyor, aynı zamanda nitelikli eğitimi de yok ediyor.

Zaten AKP iktidara geldiğinde 500 olan imam hatip lisesi sayısının bugün 4500’e çıkmış olması, amaçlanan dönüşümün en somut göstergelerinden biri…

Kendi çocukluklarında mahalle okullarına giden bugünün velileri, eğitimdeki laik ve bilimsel yapının erozyona uğraması sebebiyle çocukları için alternatif arayışlar peşine düşüyor. Yoksa kimse temel bir hak olan eğitimi çocuğuna sağlamak için servet dökmeye çok hevesli değil… Özel okullar, kurslar, dershaneler ve diğer ticari eğitim hizmetleri, eğitimdeki boşluğu doldurmaya çalışırken, eşitsizlikler giderek derinleşiyor. Bilimsel eğitim artık herkesin eşit şekilde erişebildiği bir kamu hizmeti olmaktan çok uzak.

Bugün orta sınıf aileler, evlerine giren iki maaştan birini özel okul ücretlerine feda etmek zorunda kalıyor. Bir zamanlar kamu okullarıyla kıyaslandığında başarı oranları daha düşük kabul edilen, “başka türlü okuyamayacak” durumda olan çocukların gönderildiği kolejler (bir elin parmaklarını geçmeyecek sayıdaki büyük özel okulu hariç tutarak), şimdi neredeyse bir zorunluluk haline geldi.

Sonuç olarak; eğitimdeki bu iki temel eksen – piyasa odaklı özelleşme ve dinselleşme – Türk eğitim sistemini hızla çöküşe sürüklüyor.

Geçmişte Fransız bakalorya sistemi gibi farklı modelleri örnek alan Türk eğitim sistemi, zaman içinde bu sistemleri terk ederek eğitim politikalarını yazboz tahtasına çevirdi. Her gelen bakanın beraberinde getirdiği farklı düzenlemeler eğitim sisteminin bütünüyle istikrarsızlaşmasına neden oldu. Bakalorya sistemi, öğrencilerin belirli akademik dallarda uzmanlaşmasını ve çok yönlü bir eğitim almasını sağlayan kapsamlı bir sınav modelidir. Öğrencilerin fen, sosyal bilimler ve edebiyat gibi alanlarda derinleşmesini teşvik ederek geniş bir akademik yetkinlik kazandıran bir modeldir. Bu sınavların önemli bir özelliği, okulun kendi öğretmenleri tarafından değil, dışarıdan atanan bağımsız kişiler tarafından yapılmasıdır. Türkiye’de zaman zaman bazı okullarda ve sistemlerde Bakalorya benzeri uygulamalara yer verilmiştir. Ancak, bu tür uygulamalar sürekli ve istikrarlı bir şekilde hayata geçirilememiştir.

Uluslararası arenada kabul görmüş, başarısı kanıtlanmış bu gibi sistemleri bir biçimde takip etmeye, hayata geçirmeye çalışan eğitim kurumları hala var ama bir elin parmaklarını geçmiyor. 

Bugün eğitimde iki uç senaryo dikkat çekiyor: Bir yanda uluslararası standartlarda programlar ve yurtdışına gitme hayali kuran öğrenciler, diğer yanda ise yoksulluk nedeniyle okulu bırakan, çocuk işçiliğine yönelen ve eğitimden uzaklaşan çocuklar var. Bu durum, eğitim sisteminin eşitsizliklerle dolu yapısını ve sosyoekonomik krizlerin eğitime erişimi nasıl olumsuz etkilediğini gösteriyor.

Tüm bunların yanında, Türkiye’nin en köklü üniversitelerinden Boğaziçi ve ODTÜ gibi prestijli kurumlarda yaşanan rektör atamaları, eğitim sisteminin çöküşünü daha da hızlandırıyor. Akademik özerklik hiçe sayılarak yapılan bu atamalar, yalnızca bu üniversitelerin saygınlığını zedelemekle kalmıyor, aynı zamanda bilimsel üretim ve özgür düşünceye dayalı bir gelecek inşa etme fırsatını da yok ediyor. Akademik özerklik, yalnızca üniversitelerin değil, toplumun aydınlanmasının temel taşıdır. Ancak bu özerkliğin ortadan kaldırılması, gelecek nesillerin bağımsız düşünce yeteneğinden yoksun kalmasına ve toplumsal gelişimin ciddi şekilde tehlikeye girmesine yol açacaktır. Bu müdahaleler, Türkiye'nin bilimsel ve entelektüel birikimini köreltebilir ve akademik özgürlüğü ortadan kaldırarak, geleceğe dair umutları karanlığa gömebilir.

Eğitim sistemimiz, yalnızca dinselleşme ekseninde değil, aynı zamanda piyasalaşma, akademik özerkliğin zayıflaması ve sosyoekonomik eşitsizliklerin dahil olduğu bir çoklu krizle karşı karşıya. En büyük maliyet ise ülkenin geleceği. Nitelikli eğitime erişebilenler ve bu imkândan mahrum kalanlar arasındaki uçurum büyüyor. Bu uçurum, yalnızca ekonomik eşitsizlikleri değil, aynı zamanda kültürel ve toplumsal ayrışmaları da derinleştiriyor.

Nitelikli eğitime erişim, yalnızca bir grup insanın ayrıcalığı olmaktan çıkıp, toplumsal bir hak haline gelmeli. Çünkü eğitim, bireyin ve toplumun geleceğini şekillendirirken, bugünkü adımlarımızı da doğrudan etkiler. Yarın nasıl bir dünya hayal ediyorsak, o dünyayı inşa etmek için bugünden atmamız gereken adımlar eğitimle başlar. Hayat, ileriye doğru umutla yaşanır; yarınlardan ne beklediğimiz, bugün yaptığımız seçimlerle şekillenir. Eğitimde attığımız her adım, toplumun geleceğine yön verir.

Ancak geriye dönüp baktığımızda, geçmişte yapılan hatalar ve eksiklikler daha net anlaşılır. Eğitimin bugünkü sorunlarına baktığımızda, çocuklarımızın yarınlarına dair yapılan hataları görmek zorundayız.

Hayat ileriye doğru yaşanır, geriye doğru anlaşılır.

Geleceği umutla inşa etmek için, geçmişin yanlışlarından ders almalı ve her çocuğun nitelikli eğitime erişmesini sağlamalıyız.

Sadık ÇELİK

[email protected]

telif

Makale Yorumları

  • nergis26-09-2024 16:12

    Şimdi okullarda öğretmenlerle dalga geçen gençler, öğretmene kafa tutan öğrenciler, internet fenomeni olmak için arkadaşlarına yapmadığı zorbalık kalmayan çocuklarla dolu. Evet eğitimde devrim atlamışız . Geriye bakıp bugünle karşılaştırdığımızda ne kadar büyük bir uçurum olduğunu anlayabiliyoruz maalesef.

  • Serdar26-09-2024 15:03

    Manşette attığınız gibi tam bir çöküş.çocuklar maalesef okula değilde çamaşır makinasına gidiyor beyinleri yıkansın diye.yapboz tahtasına dönüştürülen eğitimi nasıl dinselleştiririz sinsiliği uyanıklıği kurnazlığıyla sağından solundan çekiştirerek bu eğitim düzenini her yıl müfredatı değiştirerek sistemi değiştirerek mahvettiler

  • Mukaddes özcan26-09-2024 14:55

    Eğitimde bayağı bir çöküşlük var Özellikle çocukların yemek konusunda kalem kitap konusunda kaleme aldığınız için bu soruna el atıp deyindiğiniz için tesekkür ederim Yüreğinize emeğinize sağlık

  • Dogus26-09-2024 14:44

    Eğitimin süzgeci almanya’da anaokulundan başlıyor ve ilgi alanlarına göre kişileri yönelendirmeyle işe başlıyorla. Kişiler daha büyüdüğünü fark etmeden hangi mesleğe gidiceğini kişiler farkında oluyor bizde ise öğrenciler üniversite bittiğinde bile meseleğini yapıp yapmacağına karar veremiyorlar. Devletimizin hemen dinseleştirilmiş eğitim sisteminiz bırakıp alman sistemine geçmesi gerektiğini düşünüyorum. Eğer şimdi başlarsak; Ülkemiz 30-40 yıl sonra belki avrupayı yakalar….

  • Ferıt26-09-2024 14:33

    Yazıyı uzun olmasına ragmen bı solukta okudum atlanan bı noktaya degınmek ıstıyorum ortaokuldan baslayarak bıtırme sınavları vardı bu sınavlar ogrencılerın elenerek hakedenlerın yuksek ogrenım almalarını saglıyordu sımdı sızınde yazdıgınız gıbı ıteleyerek mezun olmaları saglanıyo cok calışmadıkları ıcın unıversıye bıtınce iş dahı bulsa asgarı ücret dıye calışmıyorlar kıinsrnın anlamadıgı bı dey var bu ev gençleri tembellıge aliştıkları ıcın calışmıyorlar bu da toplum için buyuk bı sorun bu cocukların buyuk cogunlugu ailede kuramıycak ev yaşlıları olacak 3mılyon ev gencı oldugu soylenıyor bu hersene katlanarak cogalacak devlet buyuklerının bu yorumu okuyup neler yapılabılır dıye sapkayı onlerıne koyması lazım

  • Neslihan26-09-2024 13:21

    Sayın Sadık ÇELİK;Eğitim ilk önce erkek çocuklarıyla başlayıp Atatürk'ün kız çocuklarına destek vermesiyle devamını sağlamıştır. Çoğumuzun anne babaları veyahut dedelerinden duyduğu kadarıyla eğitimlerini ne kadar da güçlükle okuduklarını duyarız. O zamanki nesil asıl içinde okuma duygusunu yeşerten ve yaşatan nesildi. Bir ailenin 6 çocuğu da olsa yemeden, içmeden ne pahasına olursa olsun o çocukları okutan aileler vardı. Tabi o dönemler ekonomi çok iyi değildi ama Eğitim vardı. Eğitimi önemseyen anne babalar, çocuklar vardı. Bir çocuk bir kalemle ve bir defterle okulu bitirirdi. Şimdi ise yerini imkanları olduğu halde okumayan veya imkanları olmadığı için okuyamayan çocuklara bıraktı. Elimizde imkanlar gelişti, okullar açıldı peki doğudaki çocuklarımız ve aileleri neden hala çocuklarını okutamıyor? Okumak dünyadaki en güzel şeydir peki biz o çocukların içindeki okuma duygusunu neden söndürüyoruz? Bir aile neden halen bir kalem, bir defter, bir çanta ne kadar diye düşünüyor? Bu süreçte aileler de çok yıpranıyor. Çocuklarda ailelerinin durumunu bildiği için okumaktan vazgeçip küçük yaşlarda iş hayatına atılıyor. Tabi çalışmak kötü bir şey değildir fakat her şeyin bir yeri ve sırası vardır. Onlar Şimdi okullarını okuyup, mesleklerini eline aldıktan sonra çalışmalıdır. Fakat günümüzde meslek sahibi de olmak bir sıkıntı haline gelmektedir. Milyonlarca okuyan gencimiz var universite mezunu olan var fakat bunlardan kaçı mesleğini yapabilmektedir? Çoğu öğrenci hayallerine ulaşmak için bir adım atıyor, bir yola çıkıyor fakat o yol uçuruma açılıyor. Ya iş bulamazsam Ya emeklerim boşa giderse diye kafalarında binlerce soru oluşuyor ve bu sorularla kendini heba ediyorlar. Eğitim önemli fakat iyi bir eğitim vaad edebilmek daha da önemli. Biz gençler olmak üzere eğitimi üstte tutmak istiyoruz. Her insan üniversite okuyacak algısıda bir kısımda yanlış kalıyor. Belki de o çocuğun başka bir şeye yeteneği vardır o güçlü yanını bulup ona yönlendirmeliyiz. Ama her çocuk okumalıdır ve bilgi sahibi olmalıdır. Atatürk'ün de dediği gibi "Tarihini bilmeyen bir millet yok olmaya mahkumdur." Bu yüzden derslerimiz bizim için ve milletimiz için çok önemlidir. Özellikle de tarihimiz...Kısacası eğitime gereken önemi vermemiz gerekmektedir. Sizede eğitim adına attığınız bu yazıda çok teşekkür ederim. KALEMİNİZE SAĞLIK...

  • Hakan26-09-2024 13:08

    Selamlar Sevgili Okur ve Yazar Dostlar Eğitim de çığır açtım diyen ARKİDİŞLERE Gelsin Sizler Toplumu Aldatmayı ve Kandırmayı çok iyi bildiğiniz için bu konuya ilk okul seviyesinden başlayan bir adım attınız HAKLISINIZ Bir öğrencinin eğitime okul öncesi eğitim diyerek girdiğiniz proje de kendi oy ve yaratmak istediğiniz iş koşulunu eğitim yuvalarına soktunuz HAKLISINIZ Öğrenci Eğitimi görmeden Aile lerin Ceplerinde ne varsa almayı bildiniz ama Denetlemek yerine bizden diyerek dokunmayın talimatı verdiniz HAKLISINIZ İlkokul seviyesinde ki öğrenciden okuma yazma bekleyen Aile ler için başlayan zor süreç Bir yıl öncesinde Karanlık sokaklar çilesi ile başlayıp uykusuzluk nedeniyle ders saatinde uyuyan öğrencilerle devam eden bir çileye dönüştü Çığır açan bir kafa modeli HAKLISINIZ İlkokul çağında eğitime destek bekleyen Öğretmenlerimiz Ekonomik Sosyal Fiziksel Zorluklar yaşarken birde üstüne Çalışma saatleri hakkın da aynı zamanda Kadro sorunları ile çığır açtınız HAKLISINIZ Okullar öğrenciler için Kantin sırasında en eğlenceli zamanlar yaratır çocuk ve Okullarda bulunan Öğrenci Kardeşlerimize hafızalara kazınan İnce nüans lar fakat gelin görün ki onları da bir Döner ama nereden Döner bilinmez Yandaş Kardeşlerinize Sattınız HAKLISINIZ Kimin umurunda olan yesin Olmayan bizden değilsin mantıklısızlığınızla HAKLISINIZ Hijyen Sağlık dediniz Bu konuya gitmiyorum Sağlık Bakanlığından Eğitim dönemin de Eğitim görün öğrencilerin Hastalık nedeniyle Devamsızlık aynı zamanda Hastane Kayıtlarını incelemenizi önemle belirtirim ki hiçte HAKLI DEĞİLSİNİZ Aksine HAKSIZSINIZ Şimdi sorarım size Gelişmiş bir Toplumun dizaynı Eğitim Yuvaların dan Başlayarak Aile içine Kadar Devam eden bir süreci görmüş GAZİ MUSTAFA KEMAL ATATÜRK ü biraz anlamak gerekirdi ne kadar çığır açmanız gerektiğini göre bilmek için Bilmem Kaç Bakan değişti bu rezilliği kapatmak için Lâkin her gelen sistemdeki hataları anlayacak kelime dağarcığına bile sahip değil sahip olmaya başladığını hissedenler zaten Veda Busesi ile Yolculuğa uğurlandı denilip yerine yenisini getiriyorlar HAKLISINIZ Bu Vatan Toprağı Kutsaldır Arkadaşlar Ve Unutmayın ki Eğitim den Mahrum Kalan , Ayağı Çıplak Vatan Toprağına Basan ve Karnı Aç Yatan her bir Vatan Evladının Ah ını Aldığınız Sürece Sizler BAŞARISIZLIKLARLA ANILACAKSINIZ.... Sevgilerimle Hakan YILDIZ

  • Şerife26-09-2024 11:57

    Her zamanki gibi tesbitler tam isabet eıinize yüreğinize kaleminize sağlık Sadık Bey Bir ülkeyi bitirmek toplumu yok etmek istiyorsan eğitimi bitirmek yeterli Eğitim en dibe vurmuş ise o ülke çökmeye başlamıştır zaten. Başka hiçbirşey yapmaya getek yoktur.

  • KADİM Taşbilek26-09-2024 11:25

    Sayın Sadık bey Ülkenin ekonomisin gelişmesinin ilk önceliği geleceğimiz olan çocuklarımızın eğitimine olan destek olması gerekiyor Oysa son yirmi yılda 9 milli eğitim bakanının değişmesiyle her gelen bakan kendi egosuyla eğitimin temel taşlarıyla oynayarak eğitim sistemini alt üst yaparak her yıl sinavlardada beli oluyorki ilerleme Yok fakat gerileme devam ediyor kendi olanaklarıyla bir başarı yakalayan mezunlar da İlk fırsatta yurtdışına çıkmayı tercih ediyorlar çünkü son yirmi yılda eğitim ve sağlık asıl yapmaları gerektiğini değil işi ticarete haneye cevirmisler parası olan a diploma da avukat doktor ola biliyor fakat uygulama sini yapamiyor sayın sadık bey bütün yirmi yılın bir örnekle özetleyelim Mustafa Kemal Atatürk beni Türk hekimlerine emanet edin zihniyetinden Dışarıya giden Doktorlar için giderlerse gitsin diyen AKP Genel başkanını kıyasladığımızda her şey ortaya çıkmış olur yapmış olduğun bu güzel paylaşım için yüreğine sağlık teşekkürler

  • [email protected]26-09-2024 11:18

    Sadık bey güzel anlatımınızla güzel düşüncelerınizle yıne bızı gönlümüzü ruhumuzu fethettınız. Sızın derin anlatımınızla daha da bılgılenıyoruz. Konulara yaklaşımınız anlatımınızla bızı şereflendırıyosunuz Hep var olun.. Elinize saglık..

  • Galip Çınar26-09-2024 11:16

    Herkesi üniversiteye yönlendirdiler.Universitelerin çogu tabela üniversitesi oldu.Bu işden her anlamda büyük rant elde ediyorlar.Verdikleri diplomaların çok büyük bir bölümünün karşılığı olmadığını da biliyorlar.Amerika da da böyle bu bir sektör iş garantisi yok.Oysa iyi bir elektrik i , tesisatçı,kaynakçı... bir çok üniversite mezunundan çok daha fazla para kazanıyor.Bunuda biliyorlar ama bence dertleri ambalajı olan boş ve cahil bir nesil yetiştirmek .Bu arada eğitimi en aşşagidan kendi gibi düşünen istediği gibi bir nesil yetiştirme düşüncesi içinde dizayn etmeye çalışıyorlar.Unutmamak lazım ki bugün ilkokulu bitiren 10 yaşındaki bir çocuk 10 yıl sonra hayata atılacak .20 -30 yıl sonra bunlar bizi yonetecekler.Bu boş nesilleri uretirsek memleketin geleceğinden istikbal bekleyebilirmiyiz.Ozellikle yapıyorlar.Ulkeyi yönetmek için sözde eğitimli ,diplomalı cahil bir nesil yetiştirmek istiyorlar.Cahilde eksik olan akıl degildir,o kurnazdır;eksik olan ahlaktır.Cahil ,güçlüdür.Kendi mutlugu ve çıkarından baska hedefi olmayan kotü insandır.Bu millet malesef böyle oldu.Ahmet Necdet Sezer gibi insanlar cogunlukda olsa idi biz bunları konusmazdik.Malesef ülkeyi yönetenlerin bu kesim olması ne acı.Sevgilerimle

  • Ekin Özdemir26-09-2024 10:21

    Şimdiden çok geleceği ilgilendiren bi durumu ön plana çıkardığınız için size teşekkür ederim Sadık bey, kaleminize sağlık.

  • beyza26-09-2024 10:00

    “Hayat ileriye doğru yaşanır, geriye doğru anlaşılır.” dahice bir cümle. Hayat sloganımız yapsak ne çok şey kazanırız! Eğitimde eşitsizlik her zaman vardı, var olmaya da devam edecek. Çocuğunu okula yazdırmak isteyenler özel okullara yönelemiyor fiyatlar ateş pahası, mahallesindeki devlet okuluna da vermek istemiyor her mahalle suriyeli vb. kaynıyor. Üst kesim mahalleye yazdırmak istersen de ikametgah taşıma için yüksek ücretler talep ediliyor. ( bu ücretler müdürün talebi ). Metrobüs üniversiteleri nasıl büyük bir sorunsa, mahalle okulları da başlı başına çözülmesi gereken bir sorun.. İnsanlar artık çocuklarını okutmayıp direkt meslek sahibi olabileceği ''alaylı meslek''lere yöneltiyor, ki para kazanıp geçim sağlayabilsinler.. Çünkü üniversite mezunu olmak çoğu bölüm için işssiz olmak demek. Yazınız çok güzel tek nefeste okudum..

  • Fatma26-09-2024 09:55

    Evet eğitimde bir devrim gerçekleşti ama maalesef ki iyi bir devrim olmadı. Eskiden temizlik görevlileri okulları temizlerken şimdi öyle bir devrim yaşıyoruz ki okullar velilere temizlettiriliyor, öğrencilere temizlettiriliyor. Öyle bir devrim ki bu müdür yardımcısının saçı açık diye kapısı çekiçle kırılıyor eşyaları bir çöpmüş gibi atılıyor hangi devrimden bahsediyoruz biz hala? Sadık başkan yine herkesin sessiz kaldığı konuları bağıra bağıra korkmadan söylüyor kaleminize sağlık başkanım

Yorum Yazın

Ana Sayfa
Web TV
Foto Galeri
Yazarlar