Muzaffer Ayhan Kara

Muzaffer Ayhan Kara


El-Şara’nın Kürtler ve Arap Alevileri ile imtihanı

El-Şara’nın Kürtler ve Arap Alevileri ile imtihanı

Geçen hafta Suriye ile ilgili iki önemli gelişme daha yaşandı. Birisi, HTŞ Başkomutanı Ahmet El Şara ile SDG arasındaki görüşme, diğeri de Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın açıklamaları. Bu iki gelişme üzerinde duracağım.

HTŞ-SDG ‘DANSI’

Şam'da gerçekleşen Ahmet El-Şara ve YPG’den Mazlum Abdi görüşmesinin sonuçları ortaya çıkmaya başladı. Buna göre YPG, “Özgür Suriye bayrağı” adı verilen yeşil renkli Suriye bayrağını göndere çekmeyi kabul etti.

YPG'nin açıklaması Washington'daki temsilciliğinden geldi. Bessam İshak, Şarku’l Avsat’a telefon aracılığıyla verdiği demeçte, HTŞ-YPG buluşmasında sadece askeri konuların ele alındığını ve koordinasyon mekanizması ile ortak meselelerin görüşüldüğünü belirterek diyaloğun sorunsuz ve dostane gerçekleştiğini kaydederken şunları da belirtti:

“SDG lideri, El-Şara'nın muhalif grupların liderleriyle yaptığı toplantıya kendi askeri durumu nedeniyle katılmadı. Ancak kendisiyle yaptığı son görüşme resmiyet kazandı ve duyuruldu; bu da iki taraf arasındaki sorunların diyalog yoluyla çözüldüğüne dair olumlu bir gösterge.”

Bu hamur daha çok su kaldırır. Şimdilik ordusu sıfırdan kurulacak ve donanıma sahip olmayan Suriye merkezi yönetiminin ABD ve İsrail destekli YPG’ye ültimatom verecek hali yok. Her ne kadar da HTŞ, yani merkezi yönetim dışındaki tüm silahlı grupların silahtan arındırılma planı olsa da ve bunu ilan etse de vermeyenlerin de elinden zorla alacak hali yok. Zaten YPG’nin ABD’nin “kara gücü” olarak silahlarını veresi yok. Yeni Suriye yönetiminin askeri gücü yerinde olsa Türkiye ile bir kıskaç oluşturup meseleyi çözebilir ABD’ye rağmen ama uluslararası planda kendisini kabul ettirme kaygısı da olunca, bir yandan İsrail tehdidi de varken kısa vadede bu olanaksız gözüküyor. O yüzden anlaşılan, YPG yeni Suriye bayrağı altında fiili özerk konumu dayatacak ABD ve İsrail desteğinde. HTŞ de askeri yaptırım gücü olmadığı için en azından ister istemez şimdilik bunu yutkunarak da olsa kabul etmek zorunda kalacak. Şam’daki HTŞ-YPG görüşmesinin karnını yarınca içinden bu tablo çıkıyor.

Öteyandan bir de ABD'nin 10 gün sonra görevi devralacak yeni başkanı Trump'ın ne istediğini önceki gün Cumhurbaşkanı Erdoğan'a verdiği açık mesajla gördük. Bu kez topa yumuşak giriyormuş gibi yaptı Trump ama köşeli bir istekte bulundu. Dedi ki mealen; "PKK içeride eylem yapmayacak,  silah kullanmayacak, zaten kadroları Suriye'ye transfer oldu; sen de buna karşılık Suriye'deki aparatlara, kara gücüme sakın dokunma". Tabii benzer bir mesaj El-Şara'ya da gitmiştir, HTŞ-SDG görüşmesi bu yüzden. 

HAKAN FİDAN’IN ÇIKIŞI

Fakat tabii YPG’nin direttiği pozisyonu başka gruplar da isteyebilir. Arap Alevileri, Dürziler, Türkmenler de derse biz de özerklik istiyoruz, o zaman ne olacak? O gruplardan Dürzilerin hamiliğine soyunmak isteyen İsrail var. Zaten güneydeki Dürzi kentine HTŞ’nin sokulmadığı gerçeği de söz konusu. HTŞ’nin kontrol edemediği ya da göz yumduğu kimi gruplar Arap Alevilerini Akdeniz kıyısındaki birkaç kentten ve dağlık bölgeden sürmeye ya da enselerinde boza pişirmeye kalkarsa ne olacak?

Umarım HTŞ, Sünni Araplar dışındaki kesimleri başta Arap Alevileri olmak üzere kapsayıcı bir yaklaşımla, intikamcı reflekslere prim tanımayarak kucaklar ve yeni yönetim enerjisini bütün kesimlerle birlikte ülkeyi yeniden ayağa kaldırmak üzerine harcar.

Bu noktada Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, geçen hafta Belçika Dışişleri, Avrupa İşleri, Dış Ticaret ve Federal Kültürel Kurumlar Bakanı Bernard Quintin ile ortak basın toplantısında Ankara adına önemli mesajlar verdi. Konuşmanın ana aksları şöyle:

“Uluslararası sistemin şu anda baş başa kaldığı büyük bir açmaz ve kriz. Türkiye olarak hem uluslararası sistemin baş başa kaldığı bu krizi en iyi şekilde çözmek, hem de Türkiye'nin endişe ettiği güvenlik endişelerini ortadan kaldırmak, hem de Suriye'deki ulusal bütünlüğü, toprak bütünlüğünü sağlamak, başta Kürtler olmak üzere yakın coğrafyada bulunanların güvenliği de sağlamak için tekliflerimiz hazır. Bir an önce Suriye hükümetinin kampların ve hapishanelerin güvenliğini devralıp, Türkiye de bu konuda elinden gelen desteği vermeye hazırdır. Diğer taraftan Suriye'de kamplar dışında da bulunan yabancı terörist savaşçılarla alakalı, ülkenin birliğine, bütünlüğüne karşı duran, sadece Suriye'nin birliğine, bütünlüğüne karşı durmakla kalmayıp, Türkiye'nin ve çevre ülkelerin de birliğinin bütünlüğünü tehdit altına alan unsurların da bir an önce ülkeyi terk etmelerini istiyoruz.

Türkiye, dış politikasında belli prensiplere dayalı hareket etmektedir. Bunların başında da özellikle bir konuyu kimin yaptığına veya kime yapıldığına değil, ne yapıldığına ve nasıl yapıldığına bakıyoruz. Esad rejiminin zulmü esnasında milyonlarca Sünni Arap yerlerinden terk edildiler. Bunların içerisinde Türkler de var. Başka ülkelere gitmek zorunda kaldılar. Türkiye bu zulüm karşısında kendisine sığınan mültecileri kabul etmede tereddüt göstermedi. Onların derdiyle dertlenmekte, Suriye'nin geleceğinde onların da huzur içinde yaşayacağı bir ortam bulmasında, adım atmada nasıl tereddüt etmediyse, bu yeni dönemde de kendisini sıkıntıda ve endişede hisseden herhangi bir Suriye'de çoğunluk veya azınlık varsa, kim olursa olsun, Nusayriler olur, Aleviler olur, Yezidiler olur, Hristiyanlar olur, kimler olursa olsun, Türkiye diğerlerinin olduğu gibi bunların da hamisidir, koruyucusudur. Bunların Suriye'de başına bela gelmemesi için her türlü girişimde bulunuyoruz, Suriye'nin yeni yönetimi de bu konuda fevkalade hassas. İnşallah hiçbir şey olmaz ama olması durumunda Cumhurbaşkanımız bu konuda son derece hassas, prensipleri belli, kim zulme uğrarsa biz zulme uğratanın karşısında yer alırız, zulme uğrayanla gerekli dayanışma içerisinde bulunuruz.”

1936-1939 ARASINDA NE OLMUŞTU, NEDEN OLMUŞTU?

Umarım Fidan’ın görece sağduyulu diyebileceğim bu yaklaşımı lafta kalmaz. Çünkü özellikle Arap Alevilerinin tedirgin olduğunu kabul edelim. Hatta bu kesimin yoğun olarak yaşadığı bölgelerden iyi haberler gelmiyor ve umarım doğru değildir. İşte bu noktada 1936-1939 arasında dönerek bakabiliriz Suriye’ye.

Fransa, manda yönetiminden çekilirken, Suriye bağımsızlığına kavuşurken hatırlayalım neler olduğunu. Arap Alevileri, Fransızlarla yakın pozisyon aldığı için Sünni Arapların olası şerrinden çekinmiş, bu nedenle Lazkiye ve çevresinde Fransızlar kendilerine özerk bir bölge bırakmışlardı. Hepsi bu kadar değil; şimdiki Hatay’da yaşayan Arap Alevileri de o zaman laik bir ülke olan Atatürk Türkiyesi’ne güvenerek plebisitte Ankara’ya bağlanma doğrultusunda oy kullanmışlardır. Atatürk’ün “şahsi meselesi” olan hatay meselesinin tek kurşun atmadan çözümünde Arap Alevilerinin payı çoktur. O zaman Türkiye’yi seçen Arap Alevileri bilahare inançlarını özgürce yaşamışlar, bununla beraber kendilerine kucak açan Türkiye’yi benimseyerek bağlı yurttaşlar olmuşlardır. Bugün Hatay, Adana, Mersin’e ağırlıklı olarak, yanısıra metropollerde çok sayıda Arap Alevisi yurttaşımız yaşamaktadır. İşte bu nedenle de Ankara’nın Suriye’deki iç savaşın ardından Arap Alevilerinin Esad rejimiyle özdeşleştirilip kötü muamele görmesine engel olması, aynı zamanda yeni dönemde de eşit yurttaşlar olarak çekinmeksizin yaşamasına yardımcı olması gerekir.

TÜRKİYE, ARAP ALEVİLERİNE SIRTINI DÖNEMEZ

Hatay’ın Türkiye’ye katılmasındaki bu tarihi gelişme pek bilinmez, daha önce iki kez kaleme aldığımı hatırlıyorum ama geçenlerde bir blogger tarafından da değinildiğine rastladım. Söz konusu blogger, 1970’lerde Milliyet’in Hollanda’da muhabirliğini yapan İlhan Karaçay. Kendisi de Hatay-Samandağ ilçesinden Mersin’e göç eden birisi ve geçenlerde kaleme aldığı yazısından bir bölüm şöyle:

“(…) Hatay’ın Samandağ ilçesinden Mersin’e göç etmiş bir ailenin çocuğuyum. Ailem ve yakınlarım, ‘Hatay’ın Fransızlardan Türkiye’ye mi yoksa Suriye’ye mi bağlanması gerektiği’ konusunda yapılan referandum sırasında, yığınlar halinde Hatay’a giderek Türkiye lehinde oy kullanmışlardır. Kökenleri Suriyeli olmasına rağmen, Atatürk’ün Türkiyesi’ni tercih eden Alevi Arap kökenlilerin yanında, Sünni Arap kökenliler Suriye lehinde oy kullanmayı seçmişlerdir.

Mersin’de kök salan ailemiz, kendini hiçbir zaman Arap olarak hissetmedi ve hayatımızı ‘Türkoğlu Türk’ kimliğiyle sürdürdük.”

Kısacası, Suriye’de Arap Alevilerinin can ve mal güvenliğinin sağlanması, onurlarının kırılmaması, yeni dönemde eşit yurttaşlar olarak ileriye bakması sadece Suriye’nin yeni dönemdeki istikrarı için değil, Türkiye’nin de bir kısım yurttaşının duygudaşlık kurarak etkilenmemesi için de önemlidir. Fidan’ın konuya ilişkin mesajını bu bağlamda değerlendirmek gerekir. Ankara’dan destek alan HTŞ’nin de bu çerçevede sağduyulu davranmasını, sağduyulu mesajlarının sahada da karşılık bulmasını beklemek gerekir. Tabii Esad rejiminin müttefiki Rusya’nın tutumunun da önemli olduğunu not edeyim.

telif


Muzaffer Ayhan Kara Kimdir?

Muzaffer Ayhan Kara: 1958'de doğdu. İlk, orta, lise ve yüksek öğrenimini İstanbul'da yaptı. M.Ü. SBF'yi bitirdikten sonra yine aynı üniversitede Türk Dış Politikası ve Uluslararası İlişkiler alanında yüksek lisans dersleri aldı. Daha önce Cumhuriyet, Yurt, Odatv ve Gerçek Gündem'de imza atan Kara, 2010-2015 arasında CHP Genel Başkan Yardımcısı E. Büyükelçi Osman Korutürk'ün siyasi danışmanlığını yaptı ve halen de CHP Dış Politika Danışma Kurulu Üyesi olan Korutürk'ün danışmanlığını fahri olarak sürdürmektedir. Aynı zamanda İzmir Büyükşehir Belediyesi-İZDENİZ A.Ş. YK Üyesi, Ülke Politikaları Vakfı Mütevelli Üyesi ve Yerel Yönetim Girişim Derneği üyesidir. Evli ve bir çocuk babasıdır.

Yorum Yazın

Ana Sayfa
Web TV
Foto Galeri
Yazarlar