Hamas’ın 7 Ekim sabahı İsrail’e karşı başlattığı “Aksa Tufanı” adlı baskın harekâtı ve İsrail’in buna kısa süre içinde “Demir Kılıçlar” adlı bir harekâtla karşılık vererek savaş ilân etmesi, kısa sürede İsrail’de ve Gazze’de yüzlerce kişinin ölmesi ve binlercesinin de yaralanmasına sebep olmuştur. Gazze’den kitleler halinde kaçışlar başlamıştır. Çok sayıda insan Hamas tarafından rehine alınmıştır.
Halen bölgede, özellikle Gazze Şeridi’ne yönelik olarak, bir savaşın çok ötesinde, asker sivil ayırımı yapılmadan, kadın erkek, çocuk, yaşlı denmeden katliamın, vahşetin sürdüğü, ardı arkası kesilmeyen insanlık suçlarının işlendiği bir durumun yaşandığı gelen haberlerden anlaşılmaktadır.
Birincil sorumluluğu uluslararası barış ve güvenliğin idamesi olan BM Güvenlik Konseyi’nin (BMGK), silâhlı çatışma durumlarında öncelikli olarak yapması gereken “ateşkes” kararı almayı dahi başarabilmiş değildir.
BMGK’nin ortak bir açıklama yapması ABD tarafından engellenmiştir.
Oysa, bölgede olaylar başlayınca ABD Hükûmeti ilk iş olarak USS Gerald R Ford isimli uçak gemisiyle bazı savaş gemilerini Doğu Akdeniz'e gönderme kararı almıştır. Böylece ABD âdeta yangına körükle gitmektedir. Bu gözdağı verme hareketi korkarım bölgeyle ilgili gerginlikleri daha da tırmandıracaktır.
BMGK, ABD’nin engellemesi sebebiyle durumun vahametinin ve müstaceliyetinin (ivediliğinin) gerektirdiği şekilde harekete geçememiş olmasına rağmen Fransa, Almanya, İtalya, Birleşik Krallık ve ABD ortak bir açıklama yaparak “İsrail Devleti'ne kararlı ve birleşik desteğimizi ve Hamas'ı ve onun dehşet verici terör eylemlerini açık bir şekilde kınadığımızı beyan ediyoruz” demişlerdir. Açıklamada, ayrıca “Hamas'ın terörist eylemlerinin hiçbir gerekçesi, hiçbir meşruiyeti olmadığını ve evrensel olarak kınanması gerektiğini açıkça belirtiyoruz. Terörün asla haklı bir gerekçesi olamaz” ifadelerine de yer verilmiştir.
İster devletler arasındaki savaş durumlarında olsun, ister bir devletin terörle mücadele eylemleri söz konusu olsun, uygulamaların uluslararası insanî hukuk kurullarına göre olması esası uluslararası plânda kabul edilmiştir.
Buna göre, İsrail’in Hamas’ı terör örgütü kabul ediyor olması, İsrail’e Hamas’ın saldırısına karşılık verirken sivilleri ve askerî olmayan binaları hedef almasına cevaz vermez.
Uluslararası İnsancıl Hukuk’un temel belgeleri olan 12 Ağustos 1949 Tarihli Cenevre Sözleşmeleri ’nin I No’lu Ek Protokolü’nün 48’inci maddesi ana kural olarak şu hükmü vazetmiştir:
“Sivil nüfusa ve sivil nesnelere saygı gösterilmesini ve korunmasını sağlamak amacıyla, çatışmanın Tarafları, her zaman sivil halk ile savaşçılar ve sivil nesneler ile askeri hedefler arasında ayrım yapacaklardır ve buna göre operasyonlarını yalnızca askeri hedeflere yönlendireceklerdir.”
[Article 48 - Basic Rule
In order to ensure respect for and protection of the civilian population and civilian objects, the Parties to the conflict shall at all times distinguish between the civilian population and combatants and between civilian objects and military objectives and accordingly shall direct their operations only against military objectives.]
Şunu da belirtmem gerekir ki, Hamas “Aksa Tufanı” baskınını ister kendi başına ister başka güçlerin maksatlı kışkırtmalarıyla plânlamış ve uygulamış olsun, İsrail’den orantısız, ölçüsüz ve acımasız tepki geleceğini ve bu tepkinin başta ABD olmak üzere Batılı devletler tarafından haklı görülüp destekleneceğini hesap etmemiş olamaz. Bu tutumuyla Hamas, görüşüme göre, Filistin halkına, özellikle Gazze Şeridi’nde yaşayanlara büyük fenalık yapmıştır. Onları, Filistin ve Orta Doğu sorunlarının tarihçesinde çeşitli örneklerini gördüğümüz İsrail zulmüne bir kere daha maruz bırakmıştır.
BMGK, sivillere yönelik vahşet ve yıkım daha da büyük boyutlara ulaşmadan, “ateşkes kararı” almalı, sivil rehinelerin iadesini emretmeli ve tarafların uyması gereken Uluslararası İnsancıl Hukuk kurallarını karalı ifadelerle hatırlatmalıdır. BMGK, çatışma halinde başlayan ve hızla tırmanan kriz bölge sınırlarını da aşarak önü alınamayacak felâket halini almadan diplomasi için gereken zeminin yaratılması için yolu açmalıdır.
Günümüzde, kitlesel zulüm durumlarında “Beşler” olarak bilinen Güvenlik Konseyi Daimî Üyeleri tarafından veto kullanımının gönüllü olarak kısıtlanması yönünde BM üyesi devletlerden ve sivil toplum unsurlarından gelen yoğun çağrılar vardır. BMGK'nin sivilleri, kitlesel soykırım, savaş suçları, etnik temizlik ve insanlığa karşı suçlar gibi vahşet suçlarından korumadaki başarısızlığı, hattâ aczi, BMGK’ni BM üyelerinin ve kamuoyunun gözündeki güvenilirliğini giderek yitirmesine sebep olmaktadır.
Bugün kendi kısır menfaatleri için BMGK’nin ataletine sebep olan Devletlerin, sivillere reva görülen vahşetten en az İsrail ve Hamas kadar mesul olarak tarihe geçecekleri kuşkusuzdur.
Yorum Yazın