Türkçe çok güçlü ve zengin bir dildi. Bir harf, hatta nokta tüm anlamı değiştirirdi.
Söz gelimi mütevazi matematikte eşitlik iken, mütevazı ise alçak gönüllülüktür.
Ancak bu durum da tuhaf bir biçimde değişiyor.
HİÇ OLMAMIŞTI!
TDK’ya, teyid kelimesinin resmi sitedeki dijital ortamdan kaldırıldığını ve onun yerini alan, “teyit”in yanlış ve teyid anlamında kullanıldığını belirterek, değişimin nedenini sordum.
-Teyid: Onaylamak. Teyit: İmbikten su çekmek-
TDK Başkanı imzasıyla gelen yazı tarihin de silindiğini ortaya koydu:
“Teyid kelimesi hiçbir zaman olmadı!”
Aramice ve Arapça’da şeytan L B S harfleriyle kodlanırken, lebes elbise anlamına gelir. Etimolojik olarak değerlendirdiğinde mesaj açıktır: “Şeytan elbisesini giyer ve olmadığı birinin şekline bürünerek gelir!”
Arapça demişken, Arap dili ve kültürü Ortadoğu’nun o kötü görüntüsüne rağmen, dünyanın en kadim dillerindendir.
Buna karşılık küresel güç ABD’nin dili Amerikanca ise 450 yıllıktır. Ve kökeninde Normonca (Saray Fransızcası) ile Latince vardır.
Söz gelimi, RAM dediğinizde, ortalama bir Amerikalı sözcüğün anlamını bilmez. Kuşkusuz, bunda, RAM’ın "Random Access Memory"nin baş harflerinden türetilmesi etkendir. Bununla birlikte bu durum, bu dilin artık kelime türetemediğini de ortaya koyar. (oysa, bellek sözcüğünü, ortalama Türkçe bilen herkes anlar)
Irak’ta bir savaş var. Yine bu ülkedeki bazı isimler, ABD’nin suçlu kategorisine girdiğinden, Irak’taki bu hapishaneye atılıyor.
Türkiye’deki bir haber kanalı, hapishanenin adını, ABD haber kanallarından alıp, “Ebugurayb” diye ifade ediyor. Necip Türk medyası da hemen benimseyip, söz konusu hapishaneyi böyle isimlendiriyor.
Tam bağımsız Türkiye diyenleri astığımız için midir; ana akım medyanın ABD’den çok ABD’ci yaklaşımından mıdır, bilinmez, itirazlar yok sayılmış.
Türkçe’de de kullanılan, “garip” ve babası anlamına gelen “Ebu” kelimelerinden oluşan bu isim, “Babası Gariplerin Hapishanesi” anlamına geliyordu. Ve Ebu Garip bile Türkçe’de daha çok anlaşılırken, sözcüğü sömürge mantığıyla ve İngilizce ifade etmiştik.
Halkla ilişkiler firmasından Nergis Hanım soruyor, “Bu işin deytlaynı (termin) ve off gününüz (tatil), ne zaman?”
Neden böyle konuştuğunu sorduğumda, öğreniyorum ki, “plaza dili” denilen bu yamalı dilin ardında, kurumsal bir baskı varmış.
Geçmişte çalıştığım bir derginin yazarı, Ü.K’ye, Çaykovski bir Rus. Neden adını, İngilizce ve Tchaikovsky şeklinde yazıyorsunuz, diye sorduğumda, aldığım yanıt manidardı: “Okurlarım İngilizce bilmediğimi düşünmesinler, diye.”
Hoş, TDK’da yabancı sözcüklerin orijinal okunuşlarını öğrenip, sonuna getirilen eki de bu telaffuza göre vermeyi öneriyor. Cannes’a Hucüm gibi!
“Türkçe konuşanı cezalandırarak, dünyadaki tüm dillerin telaffuzunu öğrenmek zorunda bırakmıyor musunuz?” diye sorduğumda aldığım yanıt büyük resmi gösteriyordu:
“Tüm yabancı sözcükleri İngilizce yazmanız yeterlidir!
Kokteyl kelimesini, Fransızcaya almayıp 14 yıl bekleten Fransız Dil Kurumu’na karşı, İngilizce yazmayanı cezalandıran bir TDK vardı.
Bu yapının ardında ne var, diye düşünürken yanıt karşımdaki bir levhada belirdi!
Yer: Kâğıthane. Filistin’de yaşananları anmak üzere elektronik tabelalarda, AL AQSA yazıyor.
Burada bir yanlışlık var!
Siyasi yapı, ABD’yi ve İsrail’i protesto edip, mazlum Filistin’in yanında olurken, Türkçe “El Aksa” yerine, İngilizceyi tercih etmişti. Yani, protestomuz bile milli ve yerli değildi!
Tıpkı, milli ve yerli diye tanıtıp övgüler düzdüğümüz, adına diziler yaptığımız, uçabilen teknolojik ürünlerin motorunu da, sensörünü de ithal ettiğimiz gibi, pek çok şey sahteydi!
İngilizce takıntısı, iş yapış şeklimizi de belirlemeye, içini boşaltmaya başlamıştı.
Q&N dosyası. Adı çok havalı. (Question and Answer/Soru cevap dosyası)
Yaşlı adam diyor ki, köpekten korkuyoruz, yengenle sokağa çıkamıyoruz. Bir belediye başkanı da elinde, bu çok havalı dosya, hangi yasayla köpekleri nasıl kısırlaştırdıklarını anlatıyor. Yaşlı adam başkana, “Yanlış anladınız, köpeklerin bizi becermesinden değil, ısırmasından korkuyoruz” sözleri, bir aptalı kurtaracak hiçbir kalıbın olmadığının ispatıdır.
Oktay Sinanoğlu’nu iki binlerin başında Forum İstanbul etkinliğimiz için İstanbul’a davet etmiş, onunla (o zamanki adıyla Mihrimah Sultan’da) bütün bir gün konuşma şansı bulmuştum.
Türk Anştaynı Sinanoğlu, Hedef Türkiye ve By by Türkçe kitaplarında tüm bu konuları detaylandırır.
1947 yılında mezun olduğu Ankara Yenişehir Lisesi’ndeki sınıf arkadaşlarının, uluslararası matematikçi Cahit Arf ve yine tıp alanında uluslararası bir bilim insanı Gazi Yaşargil olduğunu belirterek, “Bizden sonra burası bir kolej oldu ve Türkiye’den hiç bilim insanı çıkmadı. Reçeteleri basitti. Bilim insanı olmamızda en önemli kişi olan kimya öğretmenimizi, yabancı dili Fransızca diye kovup, yerine güvercin İngilizcesi konuşan ve bilimden uzak bir ismi getirdiler.”
İNSAN SADECE ANA DİLİNDE DÜŞÜNEBİLİR!
Niye?
-Çünkü insan sadece ana dilinde düşünebilir. Almanya’da bilim Almanca, Fransa’da Fransızca, İspanya’da İspanyolca verilir. Hindistan’ı sömürgeleştirmek için İngilizler, bilimi İngilizce veren okulların, kolejlerin mezunlarını işe aldılar. Bu arada onlar da “Kolej” üniversite için kullanılırken, sömürge ülkelerde, “Lise” için kullanılıyor.”
-Kolej kelimesini lise için kullanarak, ne demek istiyorlar?
-Robert Kolej’den çocuklarla konuştuğumda, İngilizceyi de, bilimi de öğrenemediklerini gördüm. İngiliz Muhipler Cemiyeti’nin başlattığı kolej uygulamasının bir numaralı savunucusu, yine beyaz Türkler oldu. Bilimi İngilizce öğretin diyen, yani çocuğumuzu düşünemeyen bireyler olarak köreltin talebi de, yine artarak Türk ebeveynlerden geldi.
Sorunuzun yanıtına gelince, Big in Japan, ‘Sen sadece Japonya’da büyüksün!’ anlamına gelen, karşısındakiyle alay eden bir sözdür.
İngilizler, Hindistan’daki ve Türkiye’deki “Kolej” ile sen sadece ülkende büyüksün, diyor!
Türkçe’deki kelimelerin anlamı değiştirilip, içi boşaltılarak, derinlik yok ediliyor.
Kes, kopyala, yapıştır yaklaşımının hâkim olduğu sistemler sahtedir.
Hazırcı yaklaşımlar, umudu da bir kurtarıcıya yükler!
Halk aydınlanmadan, sistem oluşturulmadan, seçime dayalı bir kurtuluş da sahtedir!
İtalya’da, Temiz Eller Operasyonunu bir savcı başlatırken, Türkiye’de bir mafya babasının başlatması da, kimseyi şaşırtmıyor.
Susurluktan beridir, halk, ulusal kurtuluş için yeni bir kamyon bekliyor!
Oysa bugünden yarına kolay bir çözüm de, sihirli değnek de yok.
Çözüm kurtarıcılar da değil, halkın topyekûn aydınlanmasındadır.
Çok önemli bir konu ve harika tespitler. Tüm bunların sonucu olarak Türk gençleri PISA sınavında maalesef okuduğunu anlamada OECD ülkelerinin ortalamasının altında kalıyor ve Türkiye 72 ülke arasında ancak 50. sırada yer alabiliyor. Gençler bu ülkenin geleceği ancak okuduğunu dahi anlamayan bir nesil yetiştiriyoruz. Kalemine sağlık. Tamamen katılıyorum. İşe önce, özellikle de genclerimize doğru düzgün Türkçe öğretmekle başlamalıyız.