Utku Şenel

Utku Şenel


İklim değişikliği karnemiz

İklim değişikliği karnemiz

Son iki senede alışılmışın dışında yaşadığınız hava olaylarını, kırılan sıcaklık rekorlarını ve doğal afetler sebebiyle kaybedilen canları hızlıca bir düşünün. 2020 yılı ile birlikte hız kazanan ve artık 2021 yılı itibariyle iyiden iyiye etkisini ve şiddetini gösteren iklim değişikliği tüm korkutuculuğu ile insanlığın karşısında varlığını kanıtlıyor. Sadece 2020-2023 yılları arasındaki etkilerini bile düşündüğümüzde son derece yıkıcı olmasına rağmen ben inanıyorum ki bu felaketler insanlığın önündeki engellerin aşılması doğrultusunda ciddi bir katalizör etkisi gösterecektir.

Bugüne kadar iklim değişikliğini durdurmak ya da hiç değilse hızını yavaşlatmak için birçok konferans ve antlaşmalar yapıldı. Sayısız hedefler koyuldu ve sözler verildi. Bakalım bu toplantılarda belirlenen kritik hedeflere ne kadar yaklaşmışız, ne kadar sözümüzün eri çıkmışız…

İlk olarak karnemizin en yüksek not ortalamasına sahip olan Montreal Protokolü ile başlayalım, son toplantısı 2007 yılında gerçekleşmiş olan bu protokol dünyada iklim değişikliği farkındalığını yansıtan ilk protokoldür. Odak noktası, ozon tabakasının delinmesini hızlandıran hidroflorokarbonların yasaklanmasıydı ve 196 ülkenin taraf olmasıyla günümüzde başarıyla yürürlüğe konularak bu maddelerin üretimi neredeyse sıfırlanmış ve ozon tabakasındaki delinme durdurulmuştur. 

2007’den sonra bu konuda atılmış en kapsamlı ve somut adım 2015 yılında 191 ülkenin taraf olması ile Paris İklim Antlaşması olmuştur. Burada iddialı hedefler konulmuştur. İşin asıl heyecanlı kısmı da bu hedeflere ne kadar yaklaşabildiğimizi gösteren grafikleri incelerken ortaya çıkacak.

Daha da Sıcak Olacak…

Yakından inceleyeceğimiz hedeflerden ilki sıcaklık artışını endüstriyelleşme öncesi seviyelere göre 2°C'nin altında tutmayı ve mümkünse 1.5°C'ye kadar sınırlamayı amaçlar. Bu kısımda kötü haber şu ki, Grafik 1’e bakıldığında da görüldüğü üzere 1951-1980 yıllarındaki ortalamaya kıyasla şimdiden 0.89°C daha sıcak bir dünyada yaşıyoruz… Tabloda da belirtildiği üzere son 9 yılda art arda sıcaklık rekorları kırıldığını göz önünde bulundurursak bu hızla 1.5°C’ye yaklaşmamız için çok da ekstra bir çaba sarf etmemize gerek kalmayacak gibi.  


Karbon ve Sera Gazı Emisyonu 

İddialı hedeflerden ikincisi ise karbon ve sera gazı emisyonlarını 2030 yılına kadar belirli oranlarda azaltmayı amaçlar. Bu çok kritiktir çünkü yukarıda bahsettiğimiz sıcaklık artışını durdurmanın önündeki en büyük engel olarak görülür. Kısa ve öz anlatayım, bahsettiğimiz 1.5°C’lik eşiğin aşılmaması için küresel çapta 2050 yılına kadar net sıfır emisyon hedefine ulaşmamız şart. 

Peki net sıfırdan kastımız nedir? Net sıfır derken aklınızda dünyada hiç emisyon üretilmemesi canlanıyor olabilir. Böyle olsaydı bu hedef bizim için neredeyse imkansız demek olurdu ve belki de yavaş yavaş insanlık olarak bavulları toplayıp bu gezegenden gitmeye hazırlanıyor olurduk. Net sıfır emisyon kavramı; insan kaynaklı sera gazı ve karbon salınım(ormansızlaşma, fosil yakıt kullanımı, orantısız hayvancılık, vb.) miktarının yine bizlerin çabaları ile sağlanacak emisyon azaltım(karbon yakalama ve tutma, sulak ve yutak alanların korunması, yenilenebilir enerjiye geçiş, vb.) miktarı ile dengelenmesi anlamına gelir. 


Bu bilgileri takiben, dünya ortalamasının ve Avrupa Birliği ülkelerinin 1990-2021 yılları arasında yıllık bazdaki emisyon değişimine bir göz atalım. Dünya ortalamasında %45’in üzerinde bir karbon emisyonu artışı gözlemlenirken Avrupa Birliği ülkeleri tam tersi bir tablo çizerek %28 oranında azaltım sağlayabilmiş. Gezegen sakinleri olarak sözlerimizi tutamamışız değil mi? Peki neden gelişmiş ülkelerde durum biraz daha farklı?

 

Bunun en önemli sebeplerinden birinin “Yeşil Finansman” olduğunu düşünüyorum. Yeşil finansman stratejisi sayesinde ülkeler büyüme stratejilerini fosil yakıtlardan yenilenebilir enerjiye, büyüme odaklı anlayıştan çevreye duyarlı ve dayanıklı bir ekonomik yapı inşa etmek üzerine kurabiliyorlar. Bundandır ki Grafik 2’de Amerika örneğinde gördüğümüz üzere GSYH 1990’dan günümüze %40’ın üzerinde büyüme gösterirken, aynı zamanda üretim ve tüketim odaklı karbon emisyonları %20’nin üzerinde bir düşüş göstermiş.

Gelin bir de kendi ülkemize bakalım, Grafik 3’te GSYH artış oranında Amerika’yı neredeyse 4’e katlamışız ancak üretim karbon emisyon oranımız +%80 ve tüketim karbon emisyon oranımız ise hala +%20 değerlerinde. 

 


Şunu çok net bir şekilde görebiliyoruz ki, gelişmekte olan ülkeler büyüme stratejilerini kurarken günümüz şartlarına uyum sağlayabilmiş değiller. Her yıl düzenlenen COP konferanslarında da sık sık üstünde durulduğu üzere, ülkeler ve özel sektörler arası doğru bilgi ve kaynak aktarımı sayesinde iklim değişikliğine karşı kırılgan ekonomiler desteklenebilir. Planlanan iklim finansmanı sayesinde gelişmekte olan ülkeler iklim değişikliği ile mücadelede finansman desteği alabilir, finansman ve teknoloji aktarımı ile erken uyarı sistemleri gelişmekte olan ülkelerde de yaygın bir şekilde kullanılabilir. Dünyayı ve geleceğimizi yaşanabilir tutmak için yapılması gerekenler oldukça açık ve net, peki biz hala harekete geçmek için neyi bekliyoruz?
 

telif

Yorum Yazın

Ana Sayfa
Web TV
Foto Galeri
Yazarlar