“Bir çay alabilir miyim?” dedim. Gözleri yerinden fırlayacak gibiydi. İri ve dışa doğru… Gülümsedi.
“Seni tanıyor muyum” dedim.
“Kahve mi Çay mı?” diye sordu.
“Çay alabilir miyim” dedim.
“Seni tanımıyorum” dedi.
“Kahve içerken çok şeker tüketiyorum” dedim. Gülümsedi.
“Bir çay alabilir miyim” dedim.
“Artık birbirimizi tanıyoruz” dedi.
Çayı alıp mutfaktan çıktım. Biraz evi toplamalı, sonra dinlenmeli, dedim. Zil çaldı.
Yalnız kalmak istiyordum, duymazdan geldim. Yalnızlığa alışıyordum.
Herkes kendi uçurumuna bakar. Düş kurmak mı yoksa kendi zihninle alay etmek mi? Hangisi daha eğlenceli bunu çoğu zaman koşullar belirliyor sanırım.
Akşama sakin bir kafeye gitmeli ve biraz evden çıkmalı…
Tam evden çıkarken aklıma geldi. İnsan endişeden yaratılmıştır demiş Euripides. Kafe beklediğimden daha kalabalıktı. En köşesine oturdum. Neden köşelere çekilir bütün yalnızlar?
Öyle ya bir köşesi olmalı insanın arada bir çekileceği, kendine hesap soracağı bir yalnızlığı olmalı. İnsan arada bir yalnızlığına çekilebilmeli. Oysa uzun süren yalnızlıklar köşeye sıkıştırıyor insanı.
Bir neden arıyoruz ertesi gün için. Bir nedenimiz yoksa hayat git gide yavaşlıyor, belirsizleşmeye başlıyor. Sonra kronik endişe yerini korkuya bırakıyor. Korku nesnesi belirsiz olan bir duygu durumu değil mi?
Kendine nihilist olduğunu itiraf ettiğinde, gerçek bir şeyler söylemeye başladığımı fark ettim diyor Nietzsche. Korkuyu böyle alt edebilir miyiz gerçekten. Özgürlüğün anlamı ne? Bir köşeye çekilip oturdum öylece. Bir sebebi olmalı arkanı boşluğa dayamaktan korkmanın.
Öyle ya bir sebebi olmalı insanın mutlu olmak, korkmak yani yaşamak için…
Bütün sebeplerden kaçacak bir planı da olmalı. İnsanın kaçacak bir sebebi de olmalı.
“Bir daha çay alır mısın” dedi.
“Seni tanıyor muyum” dedim.
Şaşkın ama umursamaz bir ifade ile “Sanmıyorum” dedi.
“Öyleyse bir kahve alayım lütfen”
Uzun ve sıkıcı bir gündü.
Uzun uzun baktı. “İnsan endişeden yaratılmıştır” dedi.
Başka bir eve taşınalım mı, ne dersin?
Yorum Yazın