Tatildeyim, kıyıya vuran dalgaların sesiyle kuşların sevimli ötüşleri birbirine karışıyor.
Bir gölgeye uzanmış, Ertuğrul Kumcuoğlu’nun “Kıbrıs ve Diplomasi” kitabını okuyorum. Gazetecilik yıllarımın unutulmaz “Müsteşarı” Kumcuoğlu, bu kez KKTC’deki büyükelçilik dönemini (1987-1991) kaleme almış. Sözcükler, sayfalar öylesine akıp gidiyor ki, kitap elimden düşmüyor. Kıbrıs’ı geçmişi ve geleceğiyle anımsamak, bilgiyle donanmak isteyenler için mükemmel bir kaynak, benden söylemesi. (*)
Size kitaptan bir kaç alıntı sunmadan önce, Kumcuoğlu’nun geçen yıl! başından geçenleri bir gözümüzün önünden geçirelim.
Hani Cumhurbaşkanı Erdoğan “çılgın projem” diye sahip çıktığı İstanbul Kanalı için “isteseniz de istemesiniz de yapacağız” ısrarındaydı… Sözcüleri aracılığı ile Montreaux anlaşmasını kamuoyunda tartıştırmaya başlamıştı, hatta bu uluslararası anlaşma için “yamuk” lafları bile kullanılır olmuştu ya… O günlerde Ertuğrul Kumcuoğlu’nun da aralarında yer aldığı 126 Büyükelçi Montreaux Bildirisine imza atmış, ortalık birbirine girmiş (**) ve Kumcuoğlu’nun MHP tarafından partiden ihracı istenmişti, o da ihraç kararını beklemeyip partisinden istifa etmişti ya… (***)
—Neresi yamuk?—
İşte tam o günlerde Kumcuoğlu demişti ki:
“Yunanından Arabına bütün dış basın -Türkler birbirine girdi- diye seviniyor, bu böyle gitmez, -aklı durultmak- diye bir tabir vardı eskiden, onu yapmak lazım... Son gelişmelere bakın, Ukrayna NATO’ya alınsın isteniyor, Rusya bu işe karşı kesin ve sert tavır alıyor. Demek ki şu anda Montreaux çok daha kritik bir rol oynamaktadır. Oysa bakıyorsunuz Cumhurbaşkanı -İleride gerekli gördüğümüz değişiklikleri gündeme getirebiliriz- diyor. Bir makinayı tamirciye götürdüğünüzde adam sorar değil mi? -Nesinden şikayetçisin? Neresini düzelttirmek istiyorsun?- diye... O halde biz de soruyoruz Cumhurbaşkanına, -Montreaux’un nesi yamuk?- anlatsın bilelim, rahatlayalım.”
Ee, aradan geçen zamanda dersimizi aldık mı? Demek ki neymiş? O 126 Büyükelçi ve Kumcuoğlu haklı mıymış?
Demek ki, Montreaux “yamuk” filan değilmiş, üstelik Rusya Ukrayna’ya saldırmış, NATO İsveç ve Finlandiya’ya da kapılarını açmış biz yangının ortasında kalmışız. Montreaux olmasaydı kim bilir başımıza daha neler gelecekti ?
——Kıbrıs anekdotları—
Gelelim Kumcuoğlu’nun dönemin Başbakanı Turgut Özal tarafından “Büyükelçi” olarak atandığı dönemdeki çalışmalarını, gözlemlerini anekdotlarla süslediği “Yeşilada” anılarına… Kumcuoğlu ilk sayfalarda bu göreve atanmanın sorumluluğu ile yaptığı ziyaretleri anlatırken, o kadar ilginç bilgilere yer veriyor ki, AKP’nin şimdi dışarıdan atadığı büyükelçiler için adeta ders niteliğinde. Ama düşünüyorum da şimdinin “dışarıdan atanan büyükelçilerini” ele alalım, diyelim ki Prag’a büyükelçi atanan Egemen Bağış, muhalefet partilerinin liderlerini bir bir arayıp görev yerine gitmeden önce onların görüşlerini almak istedi, bilmem cesaret edebilir miydi? Hadi randevu alıp gitti diyelim, nasıl karşılanırdı? Belki de taze büyükelçiye ”Çantasını dışarıda bırakıp gelsin!” mi denirdi?
Ama Ertuğrul Kumcuoğlu Lefkoşa’ya gidişi öncesi, aralarında muhalefet partilerinin liderleri dahil, o kadar çok kişiyle görüşüp, fikir alış verişinde bulunmuş ki, “Madem Kıbrıs işi bir milli davaydı o zaman bu görevi hakkıyla yapabilmek için muhalefetteki siyasi partilerin de görüşünü ve desteğini almalıydım” diyor.
—Cuma namazında—
Kumcuoğlu’nun kitabında yer verdiği anektodlar öylesine ilginç ve renkli ki, KKTC görevi öncesinde Başbakan Özal’ın zaman darlığı nedeniyle onunla görüşmesini, “Cuma Namazına giderek makam arabasında yaptığını,” bunun ilk başta laik tutumu bilinen KKTC basınında “soğuk karşılandığını” öğreniyoruz, neyse ki bu soğukluk sonraları aşılabilmiş.
-Ayol ne var bunda? Bizim Cumhurbaşkanı bütün önemli açıklamalarını Cuma Namazı sonrasında cami kapısında yapmıyor mu? Üstelik de -Atatürk ilke ve inkılaplarına ve laik Cumhuriyet ilkesine bağlı kalacağıma…- diye yemin etmişken?
Diye soruyorsunuz değil mi? Bilmem valla, onu acaba kendisine mi sorsanız?
—Saf alkol var mı?—
Kumcuoğlu büyükelçilik görevine yeni başladığı günlerde Dome Otelinde bir resepsiyona katılıyor:
“Dikkatimi çekti, tavandaki avizeler çok tozluydu. Ne de olsa eski müfettişiz! Yanıma tepsiyle gelen garson “Ne içersiniz?” Diye sordu, -Saf alkol bulunur mu?- Dedim, şaşkınlıkla başını salladı, -uzunca bir bardağın yarısına kadar alkol üstüne su koyun, avizenin kristallerini o bardağa sokun, kurulayın, avize pırıl pırıl parlar- tavsiyesinde bulundum. Otele sonraki her gidişimde o garsonla karşılıklı bu olayı anımsar, güleriz.”
Kumcuoğlu kendisini Özal’a şikayet eden prenslerden, adanın yeşillendirilmesine, adanın en önemli markası durumundaki Doğu Akdeniz Üniversitesinin kurulması için gösterdiği çabalara, iç dış ziyaretlerden, Denktaş’la 5 yıllık büyükelçilik sürecindeki diyaloglarına kadar geniş yelpazede ada ile ilgili birbirinden ilginç paylaşımlarına yer veriyor.
“Kıbrıs ve Diplomasi” kitabından son bir not. Adanın unutulmaz lideri Rauf Denktaş, bizzat Ertuğrul Kumcuoğlu’na anlatıyor:
“Lefke’de seçimdeyiz, koyu muhalif olduğunu bildiğim bir arkadaş, ben nefes almaya durduğumda, kalabalığın içinden, “Yaşa baba, yaşa baba” diye bağırıyor, merak ettim, “bu bize mi geçti?”, “Gel bakalım buraya” dedim, sordum:
-Sen bize mi geçtin?
-Ne münasebet.
-Baba baba diye bağırırsın da.
-Bu kadar zaman anamızı belledin, daha ne diyecektik ya!
(*) Kıbrıs ve Diplomasi (bir büyükelçinin gözünden) Türkiye İş Bankası Yayınları
(***)https://www.gazeteduvar.com.tr/elciler-bildirisi-icin-mhpden-bir-yil-sonra-adim-kumcuoglu-ihrac-edilecek-haber-1518304
Yorum Yazın