“Hacı Bayram Cami’inde Cuma namazı kılındıktan, dualar okunduktan sonra caminin dışında bir alay düzenlenir. Alayın önünde Hacı Bayram Camii’nin, üzerinde ayetler yazılı koyu renkli sancağı taşınır. Sancağın ardında, heybetli bir zat olan Sinop mensubu Hoca Abdurrahman Efendi, başında yeşil örtülü bir rahleyle yürür. Rahlenin üzerinde Kur’an-ı Kerim ve Lihye-i Saadet vardır. İki tarafta bir manga kadar asker yer alır. Sonra ulema, şeyhler, sarıklı, kalpaklı, fesli mebuslar, ileri gelen idare adamlarıyla yüksek rütbeli askerler, Hacı Bayram Camii’nden Millet Meclisi’nin açılacağı binaya doğru ilerler. O zaman Ankara, bir kasaba görünüşündedir. Fakat yolun ve meydancığın bu perişan görünüşüne rağmen, havada tekbir, tehlil sesleri dalgalanır. Meclis’in önüne varılınca üç kurban daha kesilir. Cemaatin âmin sesleri, tekbir ve niyaz avazeleriyle meydan uğuldar. (…) Kurbanın postu üstüne, boyayla ay-yıldız işlenmiştir. Hocalar, imamlar, halktan adamlar ve o devir Ankara’sındaki askerleri canlandıran perişan kıyafetli, silahlı erlerle çevrilmiştir. Dualar okunup, tekbirler getirildikten, kurbanlar kesildikten sonra Mustafa Kemal, Meclis binasının iki üç basamaklı merdivenini çıkar. Kırmızı-beyaz kurdeleler bağlanmış olan kapıya yaklaşır. Eline verilen makasla kurdeleleri keser. Meclis’e girilir. Kapıdan girenler, besmele ve hayır duaları mırıldanır. Ankara’nın mahalle kahvelerinin birinden getirilen iki asma lamba, Meclis tavanından sarkıtılıp aydınlatma sağlanmıştır.”
Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Meclis’in açılışını Şevket Süreyya Aydemir, Tek Adam’da bu sözlerle anlatır.
Atatürk, Nutuk’ta, Meclis’in açılışının özellikle Cuma gününe getirildiğini söyler.
Günümüzde Meclis’in güçsüz ve etkisiz oluşu, muhalefetin, iktidarın hiçbir kararını yönlendirememesi doğal karşılanır oldu. Bugünlerde Kurtuluş Savaşı yıllarındaki zorluklara ve muhalefetin gücüne rağmen, Atatürk’ün Meclis’e verdiği önemi ve hep açık tutma çabasını hatırlamakta yarar var.
Kurtuluş Savaşı’nın en ağır şartlarında, düşmanın Polatlı’ya dayandığı günlerde bile Meclis’in kapatılması düşünülmedi. En kötü ihtimalle, Meclis’in Kayseri ya da bir başka ile taşınması tartışıldı ama vazgeçildi. Oysa o Meclis’te Atatürk’e en ağır eleştirileri yapan, başarılı olmamasını isteyen, devirmek için çalışan güçlü bir muhalefet vardı.
“Önce Meclis, sonra ordu”
Aydemir, Atatürk’ün tercihini, “Her şeyden önce Meclis, her şeyden önce meşruluk…” olarak belirlediğini ve bunu hep savunduğunu belirtir.
Atatürk, Meclis’le ilgili görüşlerini Yunus Nadi’ye şöyle aktarır:
“Her şey meşru olmalıdır. Millet işlerinde meşruiyet, ancak milli kararlara istinat etmekle, milletin umumu meyillerine tercüman olmakla hasıl olur. Hiç korkmayalım, o, esaret ve zillete razı olmaz. İş onu, bir araya toplamakta… İşte şimdi ben bu yoldayım. Bu yolun çok sağlam bir yol olduğuna inanıyorum. Bizim bildiğimiz hakikatler, milletçe de malum olunca, kararlar bahsinde o da bizim gibi düşünecektir. Bence Meclis nazariye değil, hakikattir. Evvela Meclis sonra ordu. Ordu demek, yüzbinlerce insan, milyonlarca servet ve varlık demektir. Buna iki üç şahıs karar veremezler. Ben kerameti, Meclis’ten bekleyenlerdenim.”
“İttihat ve Terakki liderlerinden farklı”
Aydemir, Atatürk’ün Meclis’e verdiği önem ve izlediği çizgi ile Osmanlı İmparatorluğu’nu Birinci Dünya Savaşı’na sokan İttihat Terakki liderlerinden farkına dikkat çeker.
“Mustafa Kemal, hiçbir zaman heyecan ve taşkınlıkla acele karar vermezdi, harcıâlem şan adamı olmadı. O her şeyden önce bir mantık adamı vasfı göstermiştir. Kendisinden önce gelenlerden, Enver Paşa’dan, Talat Paşa’dan, Cemal Paşa’dan ve onların çevrelerindekilerden başka türlü bir insandır. Mustafa Kemal’in Enver Paşa ile olan büyük mizaç farkı şimdi eylem, aksiyon sahasında da kendini gösteriyordu. Enver Paşa’nın derhal başını döndürebilecek olan sözler ve yollar, Mustafa Kemal’e hiçbir şey ifade etmiyordu. (…) Meclis’in açılmasından önceki günlerde, bütün çaresizliklere ve tehlikelere rağmen, içinde bulunduğu koşulları mantıkla değerlendirmeyi ve bütün bu şartları tek, belirli bir hedefe yöneltmeyi bilmiştir. Bu hedef, Millet Meclisi’nin açılışı ve meşru bir otoritenin yaratılmasıdır.”
Enver Paşa’nın “İslam İttihat Cemiyeti”
Atatürk ile Enver Paşa arasındaki görüş ayrılıkları, Kurtuluş Savaşı ve sonrasında kurulacak rejim konusunda da ortaya çıkar.
Enver Paşa’nın, Anadolu’daki direnişin başına geçerek kurmayı düşündüğü devletin modeli, Atatürk’ün kurduğu cumhuriyetten farklıdır. Enver Paşa’nın, “İslam İttihat Cemiyeti Başkanı” ve “Türkiye Şuralar Fırkası” lideri gibi sıfatları bunu gösterir.
Mustafa Kemal ile Enver Paşa arasında, 26 Ağustos 1920’dan başlayarak sonradan yayınlanan mektuplaşmalar olur.
“Enver Paşa tarafından saygılı, Mustafa Kemal tarafından ihtiyatlı bir üslup taşıyan bu mektuplardan Enver Paşa’nın 16 Temmuz 1921 tarihini taşıyan son mektubu ise şu sözlerle biter: ‘Memlekete geleceğiz! İşte o kadar.’ Mustafa Kemal bu işin buralara varacağını daha önce sezmiştir.”
“Sakarya muharebesi sırasında Batum’a gelen Enver Paşa’nın, Trabzon’da kayıkçılar kâhyası Yahya’ya kurdurduğu bir taburun başına geçerek, Ankara’ya gitmeyi ve hâlâ kendisine taraftar sandığı bazı eski dost ve arkadaşlarının da katılmalarıyla Mustafa Kemal Paşa’nın yerine geçmek gibi teşebbüslerde bulunduğu tespit edilmiştir. Bu gizli teşebbüse ait vesikaların Trabzon’da ele geçmesi ve asıl Sakarya muharebesinin kazanılması, Enver Paşa’nın Anadolu’ya dönmek ümidine son vermiştir.”
Falih Rıfkı Atay da Çankaya kitabında Enver Paşa’nın, Atatürk’ün aksine ne kadar büyük hedeflerinin olduğunu, Osmanlı İmparatorluğu’nun son bulduğunu kabullenmeyen planlarını anlatır.
“Enver’in tasarladığı, Arap liderleri ile anlaşarak Misak-ı Milli disiplini altındaki Anadolu kurtuluş savaşını, Irak-Suriye-Filistin ve Türkiye arası bir federasyon yönüne çevirmekti. Kanatları yumurta akı ve patatesle korunan tek uçaklı ve tanksız Türk ordusunun karşısına İngilizleri ve Fransızları da almış olacaktık. Enver’in bu davranışı Sakarya Zaferi’ne kadar sürdü. Sonra Orta Asya sergüzeştine atılarak Kızıl Ordu ile çarpışırken ölmüştür.”
Yorum Yazın