Şu ana değin “Dışardan Büyükelçi” olarak atananların sayısı 70’i geçmiş. Eskiden “istisnai” olarak bakanlık taş çatlasa 3-4 “dışarıdan büyükelçi” atarken şimdi bir bakıyorsun hurraa, eş dost, tanıdık, bilmem kimin kardeşi, falanca tarikatın ileri gelen üyesi derken, şak! diye onlarca büyükelçi gönderiliyor dışarıya.
-“Acaba bu insanların eğitim durumu, müktesebatı büyükelçilik görevine uygun mu? Yabancı dilleri var mı? Bürokrasi deneyimleri nedir?” Diye sormuyorum, benim asıl merakım şu:
-Bu gidenlerin “geri dönüşü” olacak mı?
-Nasıl yahu? 4 yıllık sürelerini tamamlayınca dönerler elbet.
-Orasını bilmem. Örneğin Merve Kavakçı’nın süresi bitmiş, yerine yeni atama yapılmış, şimdi acaba Ankara’ya geri dönecek mi? Dönerse Dışişlerinde hangi göreve gelecek? Müsteşar yardımcısı mı? Personel Genel Müdürü mü olacak? Bunlar için bürokrasi deneyimi yetmez, o halde, az bir maaşa talim edip, memuriyet çilesini çekmeyi, bankamatik memur olmayı kabul edecek mi?
-A, sahi, bürokrasi deneyimi yok, dönmez herhalde. Ya, zaten bu kadarı yeter ona…
-Tabii canım, belki de emekli olur, düşünsene devletin en yüksek kademesinden emekli maaşı alacak, kendisi ve aile fertleri diplomatik pasaport kullanacak, seyahatlerde VIP salonu emirlerinde olacak. Daha ne olsun? Ben de olsam dönmem.
-İyi ama emeklilik koşulları için de ayrıcalık mı tanınacak o beylere bayanlara? Şu EYT’lilerin (emeklilikte yaşa takılanalar) çektiği eziyet ortadayken?
-Orasını araştırmak lazım, zaten bence asıl Dışişleri camiası kan ağlıyordur. Siyasal Bilgiler Fakültelerinin diplomasi bölümlerinde ve Dışişlerinde yıllarca dirsek çürütmüş diplomatlar kim bilir neler diyordur?
-Ne diyecekler? Burunlarından soluyorlar. Üstelik iş bununla da bitmiyor, kariyer diplomatlarından “yukarılara yakın” olanlardan süresi uzatılanlar da var… E, böyle olunca kadrolar hep dolu olduğundan, en parlak çağındaki diplomatlara, “sen boşuna bekleme dış tayin filan, bakanlıkta bulabilirsen kendine bir masa bul, emekliliğin gelene kadar orada pinekle dur” deniliyor.
-Zaten beyefendinin “monşerler” lafıyla büyükelçilerin kaderi ta o zaman çizilmemiş miydi?
-Hatta ben öyle şeyler duyuyorum ki, görevdeki bu “dışarıdan büyükelçiler” yıllarca işin kaymağını yemekle kalmamış, daha üst görevlere filan talip oluyorlarmış.
-Nasıl yani?
-Londra Büyükelçiliğine talipmiş senin de iyi tanıdığın biri… Bir diğeri ben “müsteşar yardımcısı olacağım” diye tutturmuş, biri de bakan yardımcılığını istiyormuş.
-Benim iyi tanıdığım kimmiş yahu?
-İsim vermem, “çanta-çikolata” diyeyim, gerisini sen getir…
Ya işte böyle, kulislerde konuşulanları duyunca şaşırdım kaldım, o kadar ki, Vatikan’da görev yapan bir eski “dışarıdan” büyükelçi bütün toplantılara geç gitmeyi adet edinmiş, bu durum o kadar rahatsızlık yaratmış ki, bir ara nota bile verilecekmiş, az daha “persona non grata” (istenmeyen adam) ilan edeceklermiş beyimizi. Kendisine bu durum iletildiğinde “TC devleti bekletilmez, beklenir” diyormuş. Düşünsene, Papa bekletiliyor…
Şu anda yurtdışında bulunan dostumla bunları konuşurken inanamadım ve üzüldüm, son bir şey sordum:
-Sende de amma kulis var yahu, başka neler oluyormuş peki?
-Valla bir şey daha duydum bir hanımefendi hakkında, kendisi muhafazakar bilinmekle birlikte şimdi bir katoliğe aşık olmuş, evleneceklermiş…
-Canım aşk denince akan sular durur, boşver.
-Evet, haklısın. O zaman ismini de sorma. Zaten katolik nikahı söz konusu olacağı için, üçüncüsü ve sonuncusu olur evliliği.
Dostum “sorma” dediği için hanımefendinin kim olduğunu sormadım, “inşallah mutlu olsun” demekle yetindim ama “bu işin sonu nasıl gelecek?” acaba diye düşünmekten kendimi alıkoyamıyorum.
Mutluluk sadece “onların” hakkı mı?
Yorum Yazın