Leyla Emeç Tavşanoğlu

Leyla Emeç Tavşanoğlu


Quisling

Quisling

 

Başlığa bakıp, bu da ne demek, diye sorduğunuzu duyar gibiyim. Anlatayım.

Vidkun Quisling İkinci Dünya Savaşı sırasında Norveç’in Başbakanıdır. Ülkesinin Başbakanı olduğu halde Nazilerle işbirliği yapıp Norveç’in Alman orduları tarafından işgal edilmesine göz yumduğu suçlamasıyla savaş sonrası vatan haini ilan dilerek idam edildi. Bu olay dünya siyaset tarihine “Quisling Olayı” olarak geçti; vatanlarının yabancı askeri güçler tarafından işgal edilmesine göz yuman hatta o güçlerle işbirliği yapan ülke yöneticileri de “Quisling”ler olarak siyaset literatüründe yerlerini aldı.

Bunu neden mi yazdım? Geçtiğimiz hafta Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas Ankara’ya geldi; TBMM’de ilginç bir konuşma yaptı. Ayakta alkışlandı. Yüzyılın liderimiz Erdoğan da kendisini hararetle alkışlayanlar arasındaydı. Abbas, konuşmasının bir yerinde, “Bu yaşıma rağmen en kısa zamanda Gazze’ye gideceğim,” deyince hararetli alkışlar tufana dönüştü. Bu sözleri yorumlayan bizim kanaat önderleri, artık Abbas yönetimindeki El Fetih’in İsrail tarafından da Filistin topraklarının tek hakimi olarak görüldüğünü ve yakında Hamas’ın bitirilerek yönetimin tek elde toplanacağı aklını yürüttüler. Ama ne akıl!

Şimdi Mahmud Abbas’ın öz geçmişine bir bakalım.Filistin Özerk Yönetimi sınırları içindeki Safed’de 1935’te doğmuş. Üniversite eğitimini Suriye Şam Üniversitesi ve Moskova’daki Patrice Lumumba Halkların Dostluğu Üniversitesi’nde yapmış. Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) içinde yıllarca siyaset ve diplomasi çalışmaları yapmış. Özgeçmişine göre FKÖ’nün kurucu lideri Yasser Arafat ve çevresindeki aktivistlerinin aksine hiç sahaya inmemiş; silahlı mücadele içinde bulunmamış.

Arafat’la zaman zaman ciddi anlaşmazlıkları olmuş. Ama hep bunların üstesinden gelmeyi bilmiş. FKÖ’nün Tunus kolunda faaliyet gösteren, örgütün eski dışişleri bakanı, eski genel sekreteri ve eski siyasi büro şefi Faruk Kaddumi de kendisinden hiç hoşlanmazmış. Kaddumi hatta Abbas’ı vatanına ihanet edip İsrail’le işbirliği yapmakla bile suçlamış. Kaddumi’nin Abbas’la ilgili olarak yıllar önce Londra’da yayımlanan El Kuds El Arabi gazetesine verdiği demeç çok çarpıcı. Kaddumi, kendisini İran’ın adamı olmakla suçlayan Abbas’a şöyle cevap veriyor:

“Ben Siyonist düşmana karşı olanlarla, Filistin halkının katledilmesine karşı olanlarla paralel olmaktan rahatsızlık duymuyorum. Mahmud Abbas beni İran’ın yandaşı olmakla suçluyor. Bizim bakış açımız milli, Arapçı ve bağımsızdır. Biz, onun gibi kendi çıkarları değil, halkımızın çıkarları için çalıştık.

“İran’ın kendine göre çıkarları, planları veya hesapları kesinlikle vardır. Bazı noktalarda bu ülkeyle ihtilaflarım da var. Ama bizim halkımıza saldıran ve direnişten başka bir dilden anlamayan İsrail’e karşı bizim yanımızda yer aldıkça İran’la ilişkilerimizi sürdürürüz ve onun yanında yer alırız. Mahmud Abbas’a gelince... O hiçbir zaman devrimci olmadı. Silahlı mücadele ve direniş konusunda hiçbir şey bilmez. O hiçbir zaman bizim ve savaşta ve siperde mücadele veren arkadaşlarımızın yanında yer almadı. Biz Beyrut’ta mağaralarda, siperlerde, kanallarda savaşırken bizim yanımızda bulunmadı.”

  FİLİSTİNLİ QUİSLİNG

Mahmud Abbas’ın biyografisine bakıldığında FKÖ içinde onu yolsuzlukla da suçlayanlar olduğu görülüyor. Sovyetler Birliği dağılıncaya kadar Moskova çizgisinde bir siyaset izlediği de eleştirilere konu olmuş. Daha da öte, 1985’te Şam’da ortaya çıkarılan bir istihbarat belgesine göre Abbas uzun yıllar KGB hesabına “Krotkin” kod adıyla çalışmış. O günlerde  basına yansıyan haberlere göre FKÖ yetkilileri Sovyet döneminde Moskova’yla yakın ilişkileri olduğunu, Abbas’ın da Filistin-Sovyet Dostluk Vakfı çerçevesinde Moskova’yla bağlantı kuran kişi olduğunu kabul etmişler. Biyografisini biraz daha deşince uluslararası literatürde kimilerinin kendisinden Filistinli Quisling olarak söz ettikleri dkkatimi çekti.

Bu Filistin halkı çok ilginç.  İsrail tarafından ayrıştırıldığını, 2000’li yılların başında Gazze’de Hamas’ın İsrail aklıyla kurdurulduğunu (İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu bizzat açıklamıştı) bilmelerine rağmen birbirlerini vatana ihanet, İsrail, Moskova ya da bilmem nere ajanı olmakla suçluyor. En komiği de “emperyalist güçlerin oyuncağı olmak” suçlaması. Olmuşsun olacağın kadar. Aksi halde liderlerin milyarlarca doları bulan servetleri nasıl elde ederlerdi? Tahran’da öldürülen Hamas Siyasi Büro Şefi İsmail Haniyye’nin dört milyar dolarlık serveti olduğu, bunun tamamına yakınının Türkiye’de tutulduğu ortaya çıktı. Bu paralar neyle kazanılmıştı dersiniz?

Bakın, Yasser Arafat’ın 2000’li yılların başında 3 milyar dolar serveti olduğu haberleriyle ortalık çalkalanmıştı. Bu paranın Filistin halkına dış ülkelerden gönderilen yardım tutarları olduğu gazetelerde yayımlanmıştı. Bazı iddialara göre İsrail’den de önemli miktar para el altından Arafat’a ödenmişti. Daha sonra bu paralar buharlaştı. Arafat’ın ölümünden sonra eşi Süha Arafat’ın paraları Fransa’ya kaçırdığı ortaya çıktı. Diyeceğim o ki, Filistin’in liderleri kendi halklarını soyup soğana çevirirken, toplu halde öldürülmelerine çanak tutarken, hatta bazı iddialara göre İsrail’in maşalığını yaparken  bizlere ne oluyor da ölümüne Filistin bayraktarlığı yapmaya kalkışıyoruz? Yoksa içimizde de Quisling’ler var mı? Ne dersiniz?

telif

Yorum Yazın

Ana Sayfa
Web TV
Foto Galeri
Yazarlar