Özgür Zeybek

Özgür Zeybek


“Sanatın Gözünden Ege” Röportaj Dizisi: Mehmet Özceylan

“Sanatın Gözünden Ege” Röportaj Dizisi: Mehmet Özceylan

Özgür Zeybek: Coğrafya kaderdir, derler. Bu anlamda siz Ege ile bağınızı nasıl değerlendirirsiniz?

Mehmet Özceylan: İnsanın anavatanı çocukluğudur,derler. Manisa’da doğdum, çocukluğum Manisa’da geçti. Manisa’yı köylerine, mahallerine kadar iyi bilirim. Son on yıldır da İzmir’de yaşıyorum. İzmir, çocukluğumdan bu yana dünyaya açılan kapıydı. İzmir’de tiyatrodan sinemaya, şiirden müziğe kadar kültürel eylemlerin her türlüsüne ulaşırdık ilk gençlik yıllarımızdan beri.

Sanatçı göçünü aldığından olsa gerek, Ege denince akla kıyı kesimleri gelir. Tabii ki Egeli biri olarak Ege’nin birçok ilini gezdim diyebilirim, sahillerini de bilirim. Oysa Ege’nin sahil kasabaları ile İç Ege arasında uçurum vardır. Benim Ege ile bağım, İzmir’e kaçmış olmak diye özetlenebilir.

 

Özgür Zeybek: Ege’nin kekik kokusu, nahifliği, içtenliği, hoşsohbet oluşu, biraz boşvermişliği sadece Ege insanına değil buraya sonradan yerleşenlere de bir zaman sonra sirayet eder.  Böylesi bir yerde yaşamak insana ve sonrasında bir sanatçıya ne katar?

Mehmet Özceylan:  Doğrudur, Ege insanın üzerine siner. Taze ot kokusu, kekik dolar genzinize. Egeli olmayıp da buraya özellikle İstanbul’dan yerleşenler hayatı daha yavaş yaşamayı öğrenirler. Bunu Ege’ye sonradan yerleşen dostlar daha iyi anlatırlar. Burada insanların acelesi vardır ama çok acelesi yoktur.İnsan olmanın en güzel hâllerini yaşayabilir insan Ege’de, çokça kıyı Ege’de. İnsan, hoşsohbeti de boşvermişliği de hatta kekik kokusunu da dostlarında bulabilir burada. Daha ne katsın ister ki… Bir de artık Ege bu kadar kalabalık olmasa, göç almasa…

Özgür Zeybek: Ege’nin nahifliği şehirlerinden çok köylerinde, kasabalarında yaşanır.Şehirlerde hayat hızlı akar ve durup dinlenecek birbirini dinleyecek vakti yoktur insanın. Gülten Akın’ın da dediği gibi “ah kimseninvakti yok durup ince şeyleri anlamaya”. Fakat köylerinde kasabalarında yemekler pişer mutfakları otlarla, peynirlerle süslüdür.Şehirlerinde hoşsohbet insanlarını, biraz boşvermişliği görürsünüz ama o kekik kokusu içtenlik ve nahiflik tam da buralara aittir. Ege’nin kasabaları her zaman ilgi çekmiştir. Yerleşme ve orada olma, orada yaşama isteği uyandırmıştır. Siz Ege’nin köylerini kasabalarını gezdiniz mi?  Hiç unutamadığınız, “işte burası” dediğiniz, dönmek istemediğiniz bir yeri oldu mu?

Mehmet Özceylan:  Ege’nin birçok sahil kasabasına yıllar içinde günübirlik de olsa gittim ama yirmiyıl kadar oluyor Gökova’ya gidip Aşıklar Yolu’nda Halikarnas Balıkçısı’nın dokunduğu okaliptuslara hayran olalı. O günden sonra birçok kez gittim oralara, özellikle Akyaka’ya ama her gidişimde oraların artan ünü, beni giderek üzdü. Giderek daha kalabalık olur oldu oralar. Bu ve buna benzer sebepler, oralara yerleşme isteğini de aldı götürdü benden. Aslında sadece Akyaka’ya değil hüznüm, ünlenip de yerel dokusunu yitiren her yere. Tabii ki yöre insanı için kurtarıcı gibi görülür turizm ama özellikle yerli turistin girdiği her yer, öyle olmak zorundaymış gibi, yerel dokusunu yitiriyor, yitirmeye de devam ediyor. Acaba bu kadar ilgi çekmese mi artık Ege?

Özgür Zeybek: Ege'nin bu taşra kasabalarında olmak, taşralı olmak bir sanatçıyı nasıl etkiler?

Mehmet Özceylan:  İzmir’den taşra diye anılan kasabalara gidip gelen biri olarak yanıtlayayım bu sorunuzu. Büyükşehirlerin gürültüsünden, kaosundan, bürokrasisinden, hiyerarşisinden uzak olmak demekse Ege’nin taşrası;nefes almak demektir, yavaşlamak ve sakinleşmek demektir. Doğal güzellikleri ve tarihi için taşra diye ifade edilen yerde olmak insanı dinlendirir, duygularını biler, belki yaratıcılığını ateşler. Tekrar tekrar buralara gelmeyi ister insan.

Özgür Zeybek: Ege sizce taşra mıdır? Taşralı olmak nedir bir sanatçı için ya da sanatçının taşrası neresidir?

Mehmet Özceylan:  Yüzyıllardır kültürün başkenti diye anılan İstanbul, merkez kabul edilir, İstanbul’dan bakınca İstanbul dışı hep taşra görünürdü. Son yıllara kadar öyleydi belki ama artık taşra kavramı da değişti, değişmeliydi de. Taşranın, merkeze uzak olan yer tanımı yetmiyor. Her yere mesafeler kısalıyor, zaman daha hızlı akıyor. Her şeye bir akıllı telefon uygulaması ya da bilgisayar ekranı uzağında olan insan,taşradan bahsetmemeli bence. Taşra, bence insanın kafasındadır artık. Dışına çıkamadığı düşüncelerindedir. Sığ kalmış her düşünce, her mekân, her şey taşranın kendisidir.

Özgür Zeybek: Coğrafyaları denizle birlikte andığımızda akla ilk gelen kanıksanmış ya da bir bütün olmuş anlamlar çağrışır. Örneğin Marmara ve Deniz, izlemektir, keyiftir. Karadeniz hırçındır. Akdeniz tatildir, yüzmek, güneşlenmektir. Oysa Ege açılmaktır denize… Yelkendir, pupadır.

Sizce de böyle mi? Hiç Ege’ den açıldınız mı denize…

Mehmet Özceylan:  Ege’de olup da günübirlik tekne turu yapmayan çok azdır. Ben de öylesi turlara katıldım. Bazı ünlü koylarda soluklandım, yüzdüm. Keşke Bedri Rahmi’nin yaptığı bir Mavi Yolculuk yapabilseydim de dedim kendime. Belki bir gün, nenden olmasın?

 

Özgür Zeybek: Edith Hamilton Mitologya adlı kitabında şöyle der “Aigeus günlerdir geminin yolunu gözetliyordu. Uzakta beliren kara yelkenleri görünce oğlunun öldüğünü sanıp kendini denize attı. O sulara da Aigae (Ege) Denizi adı verildi. Theseus böylece Atina kralı oldu. Akıllı bir insandı; öyle krallıkta falan hevesi yoktu. Halkı toplayarak kendisinin kral olmak istemediğini söyledi. "Ben yalnız Başkomutan olarak kalmak istiyorum." dedi. "Siz kendi kendinizi yönetirsiniz. Kimi başa geçirmek istiyorsanız kendi oylarınızla seçersiniz."

Ege’nin demokrasinin beşiği olduğu söylencesi eskidir. Peki gerçekten öyle midir?

Mehmet Özceylan:  Ege’de hüküm sürmüş, devlet kurmuş milletlere baktığınızda söylediğiniz çok olası, haklısınız. Ege’de Antik Çağ’dan beri insan ve demokrasi üzerine kafa yoran çok insan yetişmiş. Geçmişte böyleydi ya günümüzde? Bu soru insanı çok düşündürüyor ve gelecek adına endişelendiriyor. Ege, çok göç alan bir yer oldu son zamanlarda. Bunların başında da sanırım İzmir geliyor. Bu da ister istemez Ege’nin ve İzmir’in sosyo-kültürel yapısını değiştiriyor. Bunun yansımalarını gelecekte daha acı hissedecek gibiyiz. Keşke her yere hoşgörü ve demokrasi hâkim olsa. 

Diğer bölgelerle kıyaslandığında, görece olarak insanların daha rahat nefes alabildiği, farklılıklarını daha rahat yaşayabildikleri, çok renkliliğin ve sesliliğin olduğu bu coğrafyanın öncesini, bugününü ve sonrasını nasıl değerlendirirsiniz?

Mehmet Özceylan:  Bu bölge tarihe baktığımızda her zaman daha yaşanılır bir yer olmuştur. İnsanlar kendilerini mutlu hissetmiş ve mutluluk çok renkliliği doğurmuştur. Ancak başka bir açıdan baktığımızdada Batı ile Doğu arasına sıkışıp kalmış bir coğrafya diyebiliriz. Bu coğrafyanın yarınını düşünerek baktığımda Ortadoğu’nun kan gölüne dönmek üzere olduğunu görüyorum. Okadar üzücü ki bu durum. Savaşın, yıkımın, kıyımın çözüm olmadığını anlamıyor bazıları. Sömüren ve sömürülen arasındaki uçurum daha da artıyor. Emperyalizm, işini çok kanlı yapıyor her zamanki gibi. Birileri de buna kanıyor. Bu durum ister istemez bu coğrafyaya da yansıyacak. Büyük göçler başlayacak yine, yersiz yurtsuz insanlar çoğalacak. Kim ister böyle bir duruma düşmeyi, yurdundan, sevdiklerinden olmayı. Dilerim böyle bir şey yaşanmaz ancak dünyanın geleceği pek parlak görünmüyor ne yazık ki.

 

Özgür Zeybek: “Önü sıra sürüklediği kurşuni bulutlarla ufuktaki dağları silerek Ege Denizi'ne ağlamaklı bir şubat akşamı iniyordu”. diyor Kemal Tahir.

Özdemir İnce ise, “Ege, ey ölümsüz çıplaklığın efsunlu denizi, / kendimi bir ağustos aynasında aradığım deniz! / Ne mutlu seni ölmeden gezen insana !” dizeleri ile anıyor Ege’yi.

Ege biraz hüzündür, biraz mutluluk. Biraz nostaljidir, biraz yenilik. Ege biraz şarabidir biraz harabi. Ben her mevsim ayrı anlamlar taşıdığına inananlardanım.

Siz hangi Ege'de yaşayıp üretiyorsunuz?

Güneşi ve ılıman iklimli ile elleri suya değen Ege'de mi; ayazın dondurup ve fırtınanın dağıttığı, dağlarından kekik kokularının yayıldığı alnı yeşile değen Ege'de mi?

Sizin Ege'niz nasıl ve neresi?

Mehmet Özceylan:  Benim Ege’m, kendimi her zaman evimde hissettiğim bir yer. Dağlarını da severim Ege’ninovalarını da. Hangi kıyısından denize baksam bulutların ışık oyunları büyüler beni. Rüzgârı da ayrıdır Ege’nin, yağmuru da. İnsan, her yerde insan. İyisi de var, kötüsü de ama yine de Ege insanı ayrı bir yerdedir diyebilirim. Her mevsimi benim için de ayrı anlamlar taşır. Her mevsimini ayrı ayrı severim Ege’nin. İnsanın aklı ve duygularıyla oyunlar oynayan havalarını severim Ege’nin. Yağmurda yüzünü bir gösterip bir kaybolan güneşli havalarını severim mesela. Biraz nostalji, biraz mutluluk biriktiren İzmir’i severim mesela. Ege’yi sevmek, dünyayı sevmektir benim için. Eksiğiyle, fazlasıyla sevmek işte…

 

Özgür Zeybek: Sanat ve estetik bir tanımlamayla sınırlandırılabilecek türden bir etkinlik ya da düşünce biçimi değil, aksine sürekli bir tanıma ve tanımlama arayışıdır. Üstelik her tanımlama öznel bir anlam yüklüdür. Bir yanıyla da tarihsel ve toplumsal koşullarla ilintilidir.

Bu bağlamda siz Ege’yi, özetle, nasıl tanımlarsınız? Ege’yi en iyi ne tanımlar?

Mehmet Özceylan:  Benim için Ege, sokakları denize çıkan kentlerdir. Genel olarak cevaplayacak olursam sorunuzu, Ege’yi en iyi zaman tanımlar. Ege’nin neresinde olursanız olun,yüzyılların tarihi fışkırır dokunduğunuz yerden. Çağlar öncesinden gelen kokular duyarsınız, kalıntıların arasında kendinizi o dönemde hayal edersiniz. Birçok medeniyete ev sahipliği yapmış bir bölge olarak hayran olmamak elde değildir Ege’ye. O tarihi, birikimi iyi okumak; geleceğe de doğru aktarmak gerekir.

 

 

Mehmet ÖZCEYLAN Kimdir?

Manisa’da doğdu, İzmir’de yaşıyor.

2008-2012 yılları arasında Gediz dergisinin yayın kurulunda yer aldı.

Yazı ve şiirleriyle çeşitli dergilerde yer almaya devam ediyor.

 

Sırası Değil(2018, Şiiri Özlüyorum Kitaplığı) ve İzinli Pencere (2023,Pikaresk Yayınevi) adlı iki kitabı vardır.

telif

Yorum Yazın

Ana Sayfa
Web TV
Foto Galeri
Yazarlar