Dikmen Vadisi, başkentin yeşillikler içinde, huzurla yaşanan semtlerinden biridir. Gelgelelim son zamanlarda bu vadiye bakan binalarda huzur kalmamış. Kiminle konuşsanız yeni yapılan “Semiha Yıldırım Camii”nin hoparlörlerinden yakınıyor:
-Bizim yaşadığımız bölgede çok sayıda cami varken bir de bu eklendi. Acaba bunca camiye ihtiyaç var mıydı? Bunu sorduğunuz anda, alnınıza -dinsizlik- yaftası yapıştırılıyor...
-Caminin yarattığı sorun nedir?
-Minarelerdeki her yöne bakan sekizer hoparlörü görüyorsunuz... Sabah ezanı öyle bir başlıyor ki aman allah! böyle yüksek ses olamaz. Aynı anda bebekler ağlamaya başlıyor, çoluk çocuk, yaşlı genç, hepimiz ayağa fırlıyoruz... Kimsede ne uyku kalıyor ne huzur.
-Bu konuda şikayette bulundunuz mu?
-Tabii ki... Çevredeki bütün binaların sakinleri olarak ortak imzayla Diyanet’e başvurduk ama, hoparlörden gelen sesi ölçmüşler, yüksek değil normalmiş. Anlayacağınız, bu cami hizmete girdiğinden bu yana, kimsede uyku durak /lan kalmadı. Yazık değil mi bize, hele de evinde hastası, kundakta bebeği olanlara?
Söylenenlere göre cami arazisini bir vatandaş bağışlamış, eski Başbakan Binali Yıldırım ve eşinin de katkısı olmuş ki camiye Semiha Yıldırım Camii adı verilmiş.
Semiha Hanım yıllarca öğretmenlik yapmadı mı? Son TC Başbakanı Binali Bey'e gelince, İstanbul Teknik Üniversitesinden mezun olmak gibi bir ayrıcalığa erişmedi mi?
Sizce de bir öğretmen olarak Semiha Hanım'a cami değil okul yaptırmak daha çok yakışmaz mıydı?
Üstelik cami yüksek binaların arasında öyle bir konuma sıkıştırılmış ki, bazı binaların penceresinden sanki minarelerine dokunmak mümkünmüş gibi duruyor.
Benim anlamadığım ise şu tablo:
Memlekette bir cami yapma yaptırma furyasıdır gidiyor. Cami yaptırma dernekleri, büyüklerinin adına cami yaptıranlar, cami yaptırıp kendi adını koyduranlar... Yahu cami sayısı okul sayısını fersah fersah geçmiş, bu mu eğitime verilen değer?
Son resmi rakamlara göre, Türkiye’de toplam cami sayısı 84 bin 684, okul sayısına gelince, devlete ve özel girişimcilere ait okullar toplamı sadece 68 bin 589...
Çocuklarımız, gençlerimiz bu ülkenin geleceği değil mi? Kalkınmanın anahtarı onlarda değil mi? İbrahim Tatlıses’in kulağı çınlasın, “çocuklarımızı ille de Oxford’da okutalım” demiyoruz ama kaliteli eğitim için gereken altyapıyı onlardan neden esirgiyoruz? Plansız programsız kapıları açtığımız, 5 milyona yakın mültecinin de eklenmesiyle okul altyapımızın ne kadar yetersiz kaldığının farkında mıyız?
Aman efendim “zülfü yare dokunma” dediğinizi duyuyorum.
Duyuyorum da Şevket Eygi’nin bir yazısında anlattığı yaşanmış olay hala aklımda:
“Ortalık henüz karanlık, doğu ufkunda fecrin belirtileri görünüyor. Sultanahmet civarında küçük fakat lüks bir otel. Ülkemizi gezmeye gelmiş bir turist, dünkü günün yorgunluğu içinde mışıl mışıl uyuyor. Birden 120 desibellik bir ses ortalığı inletmeye başlıyor. Uyku sersemliği içindeki turist şaşkınlıkla yatağından yere düşüyor..."
Peki Eygi’nin tavsiyesi ne?
“Turistler sabah ezanıyla böyle mi uyanmalıdır?
Yataklara serilmiş yorgun argın uyuyor. Birden gönüllere huzur veren lâhuti bir ses gelir kulaklarına. Camilerde sabah ezanı okunmaktadır saba makamından. Turist önce yatağından kalkmak istemez. Henüz dinlenmemiştir. Minarelerden perde perde yükselen ses o kadar güzel, o kadar cazibelidir ki, dayanamaz kalkar, yatağında oturmuş olduğu halde huşû içinde dinler.
Ezan, doğru olan bir inancı duyurur insanlara. Ezan güzeldir. Müslüman olmayana da haz ve zevk verir.
Ezana yapılabilecek en büyük hakaret hoparlörleri sonuna kadar açarak, neye uğradığını bilemeyen turisti yatağından düşürmektir."
Yorum Yazın