AKP iktidarıyla birlikte özellikle son yıllarda devlet içinde son derece tehlikeli bir refleks oluştu. Dünyada farklı ülkeler arasında yaşanan hemen her gelişme, savaş, çekişme, diplomatik kriz vb. karşısında olayın sıcaklığı henüz geçmeden taraf belirlemek olarak ortaya çıkan bu aceleci refleks adeta bir alışkanlık haline geldi. Türkiye ile alakası olsun olmasın her defasında düşülen bu hata bugüne kadar birçok problem yaşanmasına yol açtı.
Bu durum devletin kuruluş felsefesiyle de bağdaşmıyordu. Enver Paşa’nın emrivakisiyle Birinci Dünya Savaşı’na girilmesinden ve verilen büyük kayıplar sonucunda Osmanlı Devleti’nin yıkılmasından sonra kurulan yeni devlet uluslararası konularda daima daha itidalli ve barışçı bir yol izledi. Gerçi savaşa girilmeseydi de Osmanlı tarihe karışacak, en azından Almanya ve Avusturya-Macaristan’da olduğu gibi yapısı ve rejimi değişecekti. Ancak bu süreç yüzbinlerce kayıp vermeden yaşanacak ve büyük tahribat belli oranda önlenmiş olacaktı.
Nitekim İkinci Dünya Savaşı’nda böyle oldu. İki tarafın da isteklerine, hatta Churchill’in Adana’ya kadar gelip ısrar etmesine rağmen İsmet İnönü ülkeyi savaşa sokmayarak olası büyük yıkımdan uzak tuttu. 1945’e gelindiğinde neredeyse bütün Avrupa yok olmuş durumdayken Türkiye’nin bundan etkilenmemiş olmamasının sebebi işte bu iradeydi. Ardından gelen soğuk savaş yıllarında Türkiye’ye NATO içerisinde ABD müttefikliği rolü biçilmesine rağmen iktidarda bulunan hemen hemen bütün liderler Sovyetler Birliği ile de ilişki kurmaya ve bu yolla az da olsa denge sağlamaya çalışmıştı.
Bu durum da birçok farklı alanda olduğu gibi AKP iktidarıyla tarihe karıştı. Özellikle 2011’de Ortadoğu’da başlayan ayaklanmalarla birlikte görülen hırçın politika tarzı sık sık çelişkilere düşülmesine, alaylara maruz kalınmasına, bazı ülkelerle düşman duruma gelinmesine sebep oldu.
Önce “NATO’nun Libya’da ne işi var” derken birkaç gün sonra “Libya’daki sorunu NATO çözer” noktasına gelmek; Şam’da namaz kılma hayalleri kurarken ve ülkeye milyonlarca sığınmacıyı doldururken bugün Esad ile görüşmek için demeç üstüne demeç vermek; Sisi’yi diktatör ve şeytan ilan edip yine yıllar sonra sarayında ağırlamak devlet ciddiyetiyle bağdaşmaz.
Fırsattan istifade edip Ortadoğu’da bir nevi ağabeylik yapma hayalleriyle girilen bu macera sonunda fiyaskoyla sonuçlanmış, her olayda taraf olup saldırgan bir üslup takınmanın sakıncaları açıkça görülmüştür.
Fakat bu fiyaskodan ders alınmadığı da ortadadır. Sivillere saldırıp katleden Hamas’ın Kuvayı Milliye ilan edilmesi, İsrail’in hedefinde Türkiye’nin olduğunun iddia edilmesi veya 15 Temmuz’un finansörü olduğu iddia edilen Birleşik Arap Emirlikleri’ne hiçbir şey olmamış gibi gidilip gülümseyen pozlar verilmesi bunun göstergeleridir.
Türkiye, kuruluş felsefesi itibarıyla barışçı bir ülkedir. Ülkeye karşı açık bir tehdit veya işgal girişimi olmadıkça savaştan uzak durmak ve denge politikası izlemek en önemli prensiplerinden biridir. Eğer bu anlayışa geri dönülmezse son yıllarda yaşanan sıkıntıların daha da artacağı ve genişleyerek tekrar Osmanlı günlerine dönme hayalleri bir yana, mevcut bağımsızlığımızın da yara alacağı kuşkusuzdur.
Yorum Yazın