Tıbbın büyüleyici tarihi, antik Yunan'ın derin bilgeliğine, Hipokrat'ın ölümsüz yeminine, hatta Asklepios’un asasına dayanır. Öyle ki bu asanın etrafında dolanan yılan, dönüşümün ve yenilenmenin simgesidir; hastalıktan sağlığa dönüşümün…
Şifa dağıtan elleri ve bilgece hafızalarıyla hekimler, insanlık tarihinde daima özel bir konuma sahip olmuştur. Hem hayat veren, hem de hayatın son demlerine eşlik eden…
Hekimlerin yaşamlarını adadıkları bu kutsal meslek, bilgi, beceri ve yüksek bir empati yeteneği gerektirir. Onlar, insanoğlunun en kırılgan anlarında, umut ve teselli kaynağıdır. Hekimlik, yalnızca bilimsel bir disiplin değil, aynı zamanda paha biçilemez bir insanlık hizmetidir.
Bu nedenle, hekimlerin mesleklerini icra ederken karşılaştıkları zorluklar ve mücadeleler, sadece bireysel ya da mesleki deneyimler değil, aynı zamanda toplumun sağlık anlayışı ve değerlerinin bir yansımasıdır.
Bu gerçekliğin, Tıp Bayramı'nın özü ve taşıdığı değerler üzerindeki etkisi mühimdir.
Tıp Bayramı, bir zamanlar mesleki başarıların ve tıbbi ilerlemelerin kutlandığı bir günken, ülkemizde artık, sağlık çalışanlarının yaşadığı sıkıntıların gölgesinde anılmaya mahkum kalıyor.
Tükenmişlik bir yandan, umutsuzluk diğer yandan…
Doktorlar, üç-beş sene öncesinin pandemi savaşçısı kahramanlarından; her gün artan iş yükü ve yetersiz maaşlar altında ezilen, hak etmedikleri muamelelere maruz kalan ve şiddetin gölgesinde hizmet vermeye çalışan savaş yorgunlarına geçiş yapmış durumda.
Daha da acı verici olan ise sahneyi terk eden yetenekli sağlık profesyonellerinin ardında bıraktığı doldurulamaz boşluk…
Onları yurt dışında daha insanca yaşam standartlarına, daha medenice muamelelere doğru yelken açtığı için kim suçlayabilir ki!?
Aslında, suçlanmışlardı.
Zamanında, ”Gidiyorlarsa gitsinler, buralar boş kalmaz merak etmeyin," diyen Erdoğan’ın, ertesi yıl kamu spotu aracılığıyla hekimlere geri dönün çağrısında bulunması ve son olarak geçen hafta iftar buluşması kervanına doktorları da katması, zorunlu bir yumuşama politikasına işaret ediyor. İki yıl içinde "Giderlerse gitsinler"den iftar buluşmasına; eleştiri ve serzenişten bir itirafın işaretlerine... Durumun vehameti ve tehlike sinyallerinin, artık daha net bir şekilde anlaşıldığı görülüyor…
Zira söz konusu trajik göç dalgasının en kahredici neticesi artık Türkiye'deki tıp fakültelerinde eğitim verecek kalibrede hocaların tükenmek üzere olduğu gerçeğidir. Bir zamanlar dünya çapında saygınlık kazanmış akademik kadrolar hızlı bir biçimde eriyor. Çok değerli bilim insanları ya emekli oluyor, yahut da daha yeşil, ferah ve medeni diyarlara göç ediyor.
Bilimsel yeniliklerin ve tıp eğitiminin geleceğinin inşası için gerekli olan nitelikli hocaların, mentorların eksikliği, genç nesillerin bu kutsal mesleğe olan inancını ve hevesini de sarsıyor.
Eğitimli, donanımlı, tecrübeli doktorların giderek azalması, sağlık sisteminin omurgasında endişe verici bir aşınmaya neden oluyor. Ülke, Suriyeli doktorlar gibi alternatif çözümlere yönelmeye başlıyor! Sistemdeki bu hızlı değişim, sağlık hizmetlerinin standartları üzerine ciddi soru işaretleri yaratıyor.
Tıpta, sağlıkta, doktorluk mesleğinin temel taşlarından biri, kuşkusuz usta-çırak ilişkisidir. Mesleğin inceliklerini, sadece kitaplardan değil, tecrübeli “ustaların” yanında, onların bilgi ve deneyimlerini gözlemleyerek, pratik yaparak öğrenmek, doktorların yetişmesinde yadsınamaz bir öneme sahiptir. Bu geleneksel eğitim modeli, tıp eğitiminin yarısını oluştururken, geri kalan yarısı teorik bilgilerle tamamlanır.
İnsanlar da eskisi gibi usta-çırak ilişkisiyle yetişen, tecrübe ve bilgi birikimi yüksek tabipler arıyor. Ancak tıp eğitiminin kalitesindeki düşüş buna izin vermiyor ve usta-çırak dinamiği giderek zayıflıyor.
Tıp fakültelerindeki niceliksel artışın aksine, nitelikli tıp eğitimi günbegün yok oluyor. Yeni tıp fakültelerinin kurulması, genellikle altyapı ve öğretim kadrosu tamamlanmadan, aceleyle gerçekleşiyor.
Dahası, bu fakültelere bile yerleşemeyen bazı öğrenciler, son çare olarak yurt dışında; Türki Cumhuriyetler’de, Sırbistan, Karadağ, hatta Afrika gibi coğrafyalarda, niteliği ve yeterliliği son derece tartışılır fakültelere kayıt yaptırıyor. Daha sonra bir şekilde yollarını bulup Türkiye'deki en iyi tıp fakültelerine dönüyor ve doktorluk unvanına sahip olarak "insan hayatını" emanet alıyorlar.
Bu durum, tıp eğitimi için en zeki ve parlak öğrencilerin seçilmesi gerektiği idealine ters düşerken, hak etmeden bu yolu bulan öğrencilerin varlığı, eğitim sisteminin ve mesleki standartların altını oyuyor.
Bu durum, doktorluğun prestijini ve mesleki standartlarını tehdit eden ciddi bir sorun olarak karşımıza çıkıyor. Bu döngü, sadece tıp eğitimindeki düşüşü değil, aynı zamanda sağlık sektöründeki kalite ve güvenilirlik krizini de derinleştiriyor.
Neticede enjeksiyon yapmayı, damar yolu açmayı bilmeyen doktorlar hakkında yapılan şikayetleri, yedi düvel dinleyip duruyor. Yabancı doktorların ve düşük eğitim kalitesinin bir sonucu olarak ortaya çıkan hayati sorunlar hastaları zaman zaman "kurban" durumuna düşürüyor.
Sağlık çalışanlarının karşı karşıya olduğu sorunların bir diğeri de performansa dayalı ödeme sistemidir. Bu sistem, teoride verimliliği ve hasta memnuniyetini artırmayı hedeflese de, pratikte sağlık personelinin üzerinde ağır bir yük oluşturmakta ve nitelikli sağlık hizmetinin önündeki en büyük engellerden biri haline gelmektedir.
Performans sistemine göre değerlendirilen doktorlar ve sağlık çalışanları, daha fazla hasta görmeye teşvik edilirken, bu durum hem çalışanların tükenmişlik sendromu yaşamasına yol açmakta hem de hastalara ayrılan sürenin azalmasına neden olmaktadır. Adeta “skor peşinde” koşmaları beklenen hekimler, bu sistemin baskısı altında gerçek anlamda hekimliklerini icra edememekte, hastaya gereken özeni gösterme ve kaliteli bakım sunma konusunda ciddi zorluklarla karşılaşmaktadır.
Ayrıca, bu durum, hatalı teşhis ve tedavi riskini artırarak, hasta güvenliğini ciddi manada tehlikeye atmaktadır!
Bu sistem, sağlık sektöründe derinleşen sorunlar arasına girerek hem çalışanların hem de hastaların mağduriyetine neden olmakta, sağlık hizmetinin temel prensiplerinden biri olan “hasta odaklı bakım” anlayışını zedelemektedir.
Sistem, hekimlerimizin giderek değersizleştirilmesine yol açmaktadır. Artan şiddet vakaları, kötü muameleler, mesleğe duyulan saygının azalması da hekimlerimizin itibarını ciddi şekilde sarsmaktadır.
Öyle ki, sokak röportajlarında dahi "Artık biz doktor dövdürüyoruz.." gibi vahim ifadelerle karşılaşabiliyoruz.
Bu türden fütursuz söylemlere karşı Sağlık Bakanlığı'nın etkin adımlar atmaktan uzak duruşu, hekimlerin saygınlığının erozyona uğramasına sessiz bir onay gibi görünüyor. Bir nevi, itibarlarının sarsılmasına bilinçsizce zemin hazırlıyor.
Hekimler, mesleklerini stres, korku ve kaygı içerisinde icra etmek zorunda kalıyorlar. Hastaların ölümü, işin doğası gereği, onların en büyük korkularından birini teşkil ediyor. Bunun üzerine bir de ölümlü vakalarda hasta yakınlarının doktorlara karşı düşmanlık ve husumet beslemesi, bu zorluğu katbekat artırıyor. Özellikle cerrahlar, cerrahi operasyonların doğası gereği büyük stres altında çalışıyor ve bu durum, hastalar için de risk oluşturuyor…
Ayrıca belki bir yanlış anlaşılma veya küçük bir hatadan dolayı CİMER gibi kurumlara şikayet edilmeleri, onların iş yükünü daha da ağırlaştırıyor. Bu durum, Sağlık Bakanlığı tarafından yeterli koruma ve destek sağlanmadığında, hekimlerin hem mesleki hem de kişisel olarak büyük bir baskı altında kalmasına neden oluyor.
Büyük tazminat davaları, mesleklerini güven içinde yapmalarını engellerken, yeterli koruma ve güvencelerin olmaması, meslekten ihraç gibi sonuçlarla karşı karşıya kalma riskini beraberinde getiriyor.
Tüm bunların dışında, hastane idaresi ile hekimler arasında varolan birtakım gerginlikler de ne yazık ki doktorların ülkeyi terk etme nedenleri arasında yer alıyor. Politik ayrımcılık, hastane yönetimlerinin yanlı tutumları ve bunun yarattığı baskı gibi unsurlar, sağlık çalışanlarının mesleki yaşamlarında karşılaştıkları zorlukları katmerliyor ve birçok kişiyi daha iyi koşullar arayışına itiyor.
Doktorlar, insan hayatını merkeze alan, riskli ve zor bir uğraş içindeler. Şifa dağıtıyorlar… Dolayısıyla daima en yüksek saygıyı fazlasıyla hak ediyorlar. Toplumumuzun sağlığını emanet ettiğimiz, bizim için baş tacı olması gereken bu değerli meslek grubuna yönelik bu tür adaletsizlikler, mesleğin saygınlığının ve toplum nezdindeki değerinin aşındırılmasına kapı aralıyor.
Sağlık alanında tüm bu derin ve yaralayıcı sorunlar varlığını sürdürürken öte yanda devasa şehir hastaneleri inşa ediliyor…
Ancak bu yapıların içinde yeterli sayıda ve yetkinlikte sağlık personelinin bulunmaması ironik bir durum yaratıyor.
Alışveriş merkezi binaları gibi tasarlanan bu hastanelerde bir uçtan bir uca gitmek bile meşakkatli bir yolculuk…
Genellikle şehrin dış çeperlerine, ulaşımın zor olduğu bölgelere kurulan şehir hastaneleri, adeta ticarethanelere dönüşmüş durumda. Bu devasa yapıların içinde, müteahhitlikten bina yönetimine, yemek işletmelerinden bakım-onarım hizmetlerine kadar geniş bir ticari ağ örülürken, asıl önemli olan sağlık hizmetlerinin kalitesi göz ardı ediliyor.
Sağlık hizmetlerinin ticarileştirilmesi, sağlık kurumlarının taşeronlaştırılması, temel sağlık ilkeleriyle çelişen bir durum oluşturuyor.
Sağlık, süreklilik ve birikim gerektiren bir alandır ve taşeron sistemi, bu iki kritik unsuru tehlikeye atar. Her sözleşme döneminde değişen personel ve yönetim, sağlık hizmetlerinin kalitesinde ve sürdürülebilirliğinde ciddi sorunlara yol açabilir.
Eğer orası bir devlet kurumuysa, oradaki tüm hizmet sağlayıcılar da devlete bağlı asli unsurlar olmalı.
Yeni inşa edilen taşeronlaştırılmış şehir hastanelerinin (tıpkı günümüzün taşeronlaştırılmış devlet hastaneleri gibi) fiziki büyüklüğü ve estetik çekiciliği, sağlık hizmetlerinin kalitesi ve erişilebilirliği konusunda yaşanan sorunları perdelemeye çalışsa da, bu yalnızca yüzeydeki bir parıltıdır. Sağlık hizmetlerinin gerçek kalitesi, alt yapıdan çok, hizmetin sürekliliğini, kalitesini ve bütünlüğünü sağlayacak kadroların varlığıyla ölçülür.
Sağlıkta taşeronlaştırma ve müteahhitlik uygulamalarına son verilmesi, hizmetin bütünlüğünü ve sürekliliğini korumak için hayati öneme sahiptir.
Bir sağlık kurumunun her noktası, noksansız ve hatasız bir şekilde işlemek zorundadır. Bu da ancak uzun süreli bir hafıza, alışkanlıklar, bilgi paylaşımı ve kadroların uyumlu çalışmasıyla mümkün olabilir.
Gerçekten önemli olan, insan hayatını kurtarmak ve iyileştirmek üzere bu yapıların içini doldurabilecek donanımlı ve nitelikli sağlık çalışanları ile kaliteli sağlık hizmetleridir.
İşte bu nedenle, Tıp Bayramı'nda, sağlık çalışanlarımıza duyduğumuz minnetin ötesine geçerek, onların maruz kaldığı acımasız gerçeklikleri ve bu kutsal mesleğin ülkemizdeki geleceğine dair meşru endişeleri seslendirmek sadece bir saygı gösterisi değil, aynı zamanda artık hayati bir görev haline gelmiştir.
Eğer sağlık sektöründeki mevcut negatif eğilimler aynı şekilde sürüp giderse, gelecekteki Tıp Bayramları yalnızca “daha iyi günlerin hatırası” olarak kutlanabilecek.
Sadık ÇELİK
Her zamanki gözlem ve analizlerinin doğruluğu bu yazında da görülüyor Sadık. Konuyu titizlikle ele alman ve tarafsız, etik değerlerle yaptığın irdelemeler çok kıymetli. .Kutluyorum..Bir çok alanda olduğu gibi, sağlık sektöründe gelinen seviye maalesef korkutucu. Önümüzdeki onyıllarda yerli hekimlerden sağlık hizmeti alabilecek durumda olmayacağımızı şu anda faal olan hekimlerimiz ifade ediyorlar. Bu durumda endişelenmemek mümkün değil. Ülkemize her nasılsa kapağı atıp gelmiş olan, diplomalarının denkliği bile tartışılan hekimlerin halkımıza gerekli hizmeti veremeyeceği gerçeği çok düşündürücüdur.. Acilen kapsamlı bir sağl8k reformuna ihtiyaç vardır.
kendi sarayında onlarca doktoru emrinde çalıştırıp giderlerse gitsinler diyerek halkı sağlıktan mahrum bırakan anlayış hala bu ülkeyi yönetiyorsa söyleyecek fazlada birşeye gerek yok.herkes hakkettiği değerde yaşar.kendine değer gösterilmeyi istemeyen toplumuda çokta önemsemek lazım.
Tıp eğitimi maalesef yetersiz kadavra görmeden tıp fakültesini bitiren öğrenciler var bir de gençlerin Gelecek kaygısı maalesef onları yurt dışına gitmeye zorluyor beyin göçü başka bir şey değil bunun tersine çevirmek lazım
Sevgili Sadık Bey Makalenizi okudum sizi Tebrik Ederim konuya bakış açınız ve Araştırmacı yönlerinizi Takdirle karşılıyoruz... Başarılarınızın Devamını Diliyorum Sevgilerimle
Çok üzülerek belirtmek istiyorum bu güzelim ülkenin sağlık sektörü çökmüştür bunun asıl sorumlusu bu ülkenin hekimlerine gösterdikleri ilgisizlikten dolayı bir düşünün Mustafa Kemal Atatürk beni Türk hekimlerine emanet edin diyor diğer tarafta Türk hekimlerine giderlerse gitsinler zihniyetine gelinmiştir konu böyle olunca mesleğe sarılmak gibi bir istek kalmaz.
Sağlıkçılarla alakalı önemli konulara değindiğiniz bu değerli yazınız için teşekkür ederiz. Kaleminize sağlık Sadık Bey.
Sağlık; Aslında Sağlık herkesin hayatında bir defa bile olsun söylediği " Sağlık herşeyden önemli veya önce gelir " sözü ile de bize kendini hatırlatıyor. Başta sağlığımız için bizlere 7/24 hizmet veren doktorlarımız, hemşirelerimiz iyiki bizlerin hayatlarında varlar, onlara çok şey borçluyuz. Özellikle de korona salgını zamanlarında bizler için ne kadar fedakar olduklarını birkere daha bizlere hatırlattılar. Bizler için ne kadar da emek harcalayıp çabaladılar, yeri geldi uykusuz kaldılar, Yeri geldi günlerini verdiler. Kötü bir dönem geçirdiğimiz bu salgında da birliktelik ve beraberlik içinde mücadele ettiler. Kısacası Sağlık çalışanlarımız iyiki varlar umarım değerlerinin karşılıklarını alırlar. Sadık Bey hayatımızda önemli yerleri olan Sağlık çalışanlarımız için bu önemli yazınız için teşekkür ederim, Sağlıkçılarımızın Tıp Bayramını kutlarım.
Beşinci sınıfları deneme sınavına soktular Türkiye genelindeki bu öğrencilerin durumu icler acısı. Geldiğimiz nokta din kültürü dersinde dahi sıfır cekiyor bu cocuklar matematigi, feni düşünün artık. Bütün suc cocukların mı yada pandeminin. Kevgire dönen gelen bakana göre hazırlanan egitim sistemimizin meyveleri malesef. Her yüz cocuktan yalnız üçü okuyup doktor olacak zekaya sahip. Bu yüzde üçlük kesimede gidin diyorlar. Gitmesi gereken onlar değil. Odiplomalar pazarda satılmıyor...
Olağanüstü gözlemlerinizi bizimle paylaştığınız için teşekkürler sadık bey sağlık çalışanları da özellikle salgın döneminde göstermiş oldukları üstün başarı ve fedakarlıklardan dolayı her türlü övgüyü ve takdiri hak ediyor ama hem hükümetten hem de toplumdan hizmetlerinin karşılığını göremedikleri de bir gerçek hükümetimiz muhafazakar kimliği ile toplumdan her türlü desteği bugüne kadar almıştır ve bu desteğin vermiş olduğu güçle önüne kim çıkarsa Savaş açmaktan geri kalmamıştır çok kıymetli doktorlarımız da bu savaştan nasibini almıştır ve birçoğu da bu savaşı göğüsleyemeyip ülkeyi terk etmekte buldular çareyi oysa böylesi bir durumda toplumun kaymak tabakası olan doktorlar bırakın kaçmayı en ön saflarda bulunmaları gerekirdi AK parti hükümeti devasa büyüklükte bir Truva atıdır ve muhafazakar kesim tarafından bizlere hediye edilmiştir dışarıdan baktığı zaman gösterişli kudretli ve tam bir mühendislik harikasıdır ama içi saf kötülükle dokunmuş düşman emelleriyle doludur hal böyleyken doktorların bu savaştan geri çekilmeleri ve maalesef kaçmaları sağlık alanında da bir cephenin düşmesine ve çökmesine sebep olmuştur Bir insanın doktor olabilmesi için nasıl bir süreçten geçtiği eğitimlerinin ne kadar zorlayıcı olduğu herkes tarafından bilinmektedir ve birinin çıkıp giderlerse gitsinler sözüyle kaybettiğimiz doktorların yerini dolduramayacağımız gibi bu durumu anlamakta kabul etmek de mümkün değildir
Sağlık sistemi tarikatçı yonetimlerden kurtarilmalı
Sağlık; Aslında Sağlık herkesin hayatında bir defa bile olsun söylediği "Sağlık herşeyden önemli veya önce gelir " sözü ile de bize kendini hatırlatıyor. Başta sağlığımız için bizlere 7/24 hizmet veren doktorlarımız, hemşirelerimiz iyiki bizlerin hayatlarında varlar, onlara çok şey borçluyuz. Özellikle de korona salgını zamanlarında bizler için ne kadar fedakar olduklarını birkere daha bizlere hatırlattılar. Bizler için ne kadar da emek harcalayıp çabaladılar, yeri geldi uykusuz kaldılar, Yeri geldi günlerini verdiler. Kötü bir dönem geçirdiğimiz bu salgında da birliktelik ve beraberlik içinde mücadele ettiler. Kısacası Sağlık çalışanlarımız iyiki varlar umarım değerlerinin karşılıklarını alırlar. Sadık Bey hayatımızda önemli yerleri olan Sağlık çalışanlarımız için bu önemli yazınız için teşekkür ederim, Sağlıkçılarımızın Tıp Bayramını kutlarım.
SADIK BEY saglık çalışanlarının ve doktorlarımızın cekmiş oldugu sıkıntıları ve sorunlarını okadar güzel kaleme almışsınızki elinize saglık
Her Sadık Çelik yazısında kendimden bir şeyler bulabiliyorum:) Bir doktor kardeşi olarak; fakülteye hazırlık süreci,Tus hazırlıkları, uzmanlık savaşları derken zor ve yıpratıcı süreçleri birebir gözlemleyip yaşamış bulundum.. Büyük saygıyı hakeden meslek olmasına rağmen; sürekli Cimer’e şikayet edilmeleri, her şikayette eğitimli-bilgili doktorların aranıp uyarı verilmesi bu sistemdeki en büyük acizliğin örneğidir. Uzman olmuş bir doktor bile ayda 4-5 nöbete kalıyor. Cahiller ise hala doktorların aldıkları maaşı konuşuyorlar.. Bu emeğin karşılığı olmayacak bir maaş ve yarış atı misali “çok nöbet tut, çok para al” zorbalığının olduğu sistem değişmeyecek..(!) Şahit ve rahatsız olduğum daha bir çok konu olsa da çözüme eremeyeceği için cümlelerime yazık .. Böyle bir yazı hazırladığınız için teşekkür ederim. Bu bayram dedikleri doktorlar için asla Tıp Bayramı değildir! Tıbbın çırpınışıdır, doktorların acısıdır..
Balık baştan kokar demiş atalarımız. Halkın sağlığının emanet edildiği bireyleri yetiştirmede ki özensiz ligimiz inanılır gibi değil. Ticari amaçlı kurulmuş bilgi yoksunu yetersiz öğrencilerin dolup taştıgı iyi öğreticilerden yoksun üniversiteler artmakta. İnsanlarımız canları burnunda kendilerini güvenle emanet edecek doktor arayışındalar. Sağlık ve sağlığa hizmet edenler bu kadar ucuz olmamalı insan saglığı deneme tahtası değildir. Kağıt üstünde alınan yüksek lisans ve doktorolar bunların değerini sıfırlamakta. Son hızla cehalete yolculuk yapıyoruz. Rant için yapılan fiziki yapısının dışında saglık hizmetinde içi sıfır olan hastanelerde cabası. Sadık bey gerçeklere ayna tutmuşsunuz kutlarım.
Tüm sağlık çalışanlarımıza ALLAH kolaylık versin sizede bu yazı için teşekkürler
Yediden yetmişe her insanı ilgilendiren önemli ve hayati bir konu. Her hastaneye gittiğimizde bire bir karşılaştığımız bir sorun. Tespitiniz yorumunuz için çok teşekkür ederiz.?
Kaleminize sağlık
Deveye sormuşlar,boynun niye egri,oda demiş nerem dogru.hesabı saglık konusundada büyük bir karışıklık var.
Büyük bir fedakarlık ve emekle gece gündüz demeden görevini icra eden sağlık çalışanlarımızın hak ettikleri saygı ve değeri görmeleri dileğiyle.
Canlarını hiçe sayarak çalışan tüm sağlık personellerinin değerini bizler çok iyi biliyoruz ancak sadece bizlerin bilmesi ne yazık ki yetmiyor. Tüm salgın döneminde kendi eşlerini dostlarını günlerce, aylarca görememiş hekimlerimizin aldığı değer maalesef içler acısı. Onlar kanatsız melek Tanrı'nın el verdiği kahramanlar. Ne aldıkları değer, ne aldıkları maaş ne de gördükleri muameleyi hak etmiyorlar. Hekimlerimizin değeri paha biçilemez. Hassasiyetiniz için çok teşekkür ediyorum Sadık Bey.
Değerli güzel bir konuya deginmissiniz tebrik ederim
Devletmiz kolluk kuvvetlerine sahip çıktığı kadar hekimlerimize sahip çıkmıyor ne yazık ki
Doktorlarımızın bayram gibi kutlayacağı günleri inşallah görürüz... Toplumun çok önemli bir konusuna yine deyinmişsiniz kaleminize sağlık ....