Sadık Çelik

Sadık Çelik


Unutulan toprak, kaybolan hafıza; tarladan tabağa kırık bir zincir

Unutulan toprak, kaybolan hafıza; tarladan tabağa kırık bir zincir

 Tarım bugün, bu ülkenin en derin yaralarından biri, belki de en çok kanayanı. Bir yanda üretici emeğinin karşılığını alamadığı için sızlanıyor, diğer yanda tüketici, sofraya koyacak ekmeği nasıl ucuza getireceğini düşünüp duruyor.

Gıda sektöründe 40 yılı aşkın deneyime sahip biri olarak söylüyorum; bu bereketli topraklar üzerinde "Bu da olur mu?" dedirten işler oluyor. İnsanlar uzaya şekil verirken, biz, toprağa ve emeğe dayalı işlerde sınıfta kalıyoruz.

Türkiye’nin tarım ve hayvancılık serüveni, tarihin derinliklerinde kök salmış bir hikaye... Ancak ne yazık ki, bu hikaye son zamanlarda epey unutulmuş görünüyor. Kadim Anadolu’nun bereketli topraklarında filizlenen o zengin tarım hafızası, binlerce yılın birikimi silinmeye yüz tuttu. Yitirdiğimiz sadece tohumlar değil, aynı zamanda toprakla kurduğumuz o derin bağ…

Tarlalarda yetişen sebze ve meyvelerin, buğdayın, arpanın, fasulyenin o eski tadını hatırlayan kaldı mı? Artık ne koku o koku, ne tat o eski tat. Ama yine de "organik" etiketiyle raflarda boy gösteriyor. Çoğu değilya, hadi organik olduğuna ikna olduk diyelim, peki bu organik nimetlere erişebilen bir avuç insandan biri olabiliyor muyuz?

Ülke genelinde tarım, hayvancılık, gıdaya erişim, gıda tüketimi söz konusu olduğunda mutlu olan kim var? Ne üretici ne tüketici…

Örneğin et? Niçin sofralarımıza altın koyar gibi et koymaya çalışmak durumunda kalıyoruz?

Oysa Türkiye coğrafyası, küçükbaş hayvan yetiştiriciliğine ne kadar da uygun. Koyun, keçi... Terk edilen meralarla birlikte, bu zenginlikten vazgeçtik. Küçük üreticiler, birer birer sahneyi terk etti. Kentlere göçtü. Kurdu olduğu toprak işlerini bırakıp, uzmanı olmadığı işlerde asgari ücrete talim ederek nefes almaya çalışıyor. Ne hüzünlü bir Anadolu insanı öyküsüdür bu…

"Et ithalatına yönelmeyin, besicilerimizi, tarımımızı koruyun," dedik. Kendi kendimize yetme becerimizi yok etmeyelim, dedik, dinletemedik. Özellikle 1950’lerden itibaren köyden kente göçle birlikte başlayan süreç ve izlenen yanlış tarım ve hayvancılık politikaları yüzünden bugün, dışa bağımlı hale gelmiş bir Türkiye, kendi zenginliğinden kopmuş bir Anadolu var karşımızda. Avrupa’dan, Avrupa’nın yanında Avustralya, Yeni Zelanda gibi denizaşırı ülkelerden hayvan ithal ediyoruz, gelirken çoğu telef oluyor…

Issız meralar, susturulmuş birer tanık gibi sessizce soruyor: "Bu topraklar neden terk edildi?”

Küresel ısınma... Bir diğer tehlike. Ürün deseninin değişmesi, yenilenmesi gerektiğini, tohumların küresel ısınmaya uygun şekilde geliştirilmesi gerektiğini, hayvan ırklarımızın ıslah edilmesi gerektiğini, vahşi sulamayı terk etmemiz gerektiğini, altyapıyı iyileştirmemiz gerektiğini yıllar önce söyledik. 2011’deki arama konferanslarında bağırdık, "Türk tarım ve gıda sanayisi kendini gözden geçirmeli" dedik. Bu alana yatırım yapılmalı. Kim duydu? Kimse... Her geçen gün doğru ve yeterli gıdaya ulaşmak zorlaşıyor. Gıda güvenliği günbegün yok oluyor.

Tarım ve hayvancılık, sadece ete, süte, yumurtaya, diğer et ve süt ürünlerine dayanmıyor. Deri sanayii, otomotiv, giyim, kimya sanayii... Hepsi bu döngünün bir parçası. Tarım ve hayvancılık hepsine dokunuyor.

Akreple kurbağanın hikayesi gibi... Yönetenler, üretenler, tüketenler... Herkes bu sarmalda birbirini tüketiyor. Ülke kendi başını yiyip bitiriyor.

Üreticinin Terk Ettiği Değer

Tarım ve hayvancılığın hak ettiği değeri görememesi, ülkenin en derin yaralarından biri ve tüm sorunların başlangıç noktası. 

Yaşamın sürdürülebilmesi için gerekli olan temel besin maddelerinin pazara sağlıklı bir şekilde ulaştırılamaması ayrı sorun, pazarda hak ettiği değeri bulamaması ayrı.

Çünkü lojistik, hâlâ çözülmemiş bir bilmece gibi karşımızda. Soğuk zincirler? Kırık... Paketleme? Formalite… Bunların belirli oranlarda çözüldüğü noktada bile korkunç fireler veriliyor. Peki, bu tablo neyi gösteriyor? Gıda taşımacılığının hâlâ kara düzen sürdüğünü… Kamyonlara yüklensin, kışın donsun, yazın yansın... Muhteviyatı bozulsun. Kısa vadeli kazançların peşinde koşarken, uzun vadede kaybettiğimiz değerin farkında değiliz. 

Üreticiler, ürünlerini pazara göndermekte zorluk çekiyor, çünkü dağıtım zincirleri yetersiz. Tarladan çatala uzanan yol, bozuk, engelli ve sıkıntılı. Üretici, ürününü pazara ulaştıramıyor; ancak bazı merkezi üretim noktalarından ve daha pahalıya taşıtabiliyor. Akaryakıt, başlı başına bir sorun; bu alanda da herhangi bir destekleme yok. Ürünlerin tarladan pazara, uygun ekonomik ve fiziksel koşullarda taşınamaması, tarımın en büyük darboğazlarından biri.

Çiftçiler sözünü tutmayan fabrikaların oyununa geliyor. Sözde fiyat garantisi veriyorlar. Üç liraya ürettiği domatesi, bir buçuk liraya vermesini istiyorlar köylüden. Çiftçi, "Olmaz kardeşim!" diyemeyecek kadar çaresiz. Boynunu büküp bekliyor. Yine de koca koca fabrikalar sözünde durmuyor. Köylü mağdur.  ”Mahkemeye git" diyorlar, ama kimin vakti var yıllar süren davalara? Hukuka saygısı olmayanların ülkesinde…

Fındık üreticisi ağlıyor, çünkü fındık borsası Hamburg’da… Dünya fındık üretiminin yüzde 70’ini sırtlanan Türkiye’de değil… Fiskobirlik? Yok.

Çay üreticisi ağlıyor. Kaliteli çay yetiştiremiyor, çünkü kimyasal gübre kullanmadan kendini geçindirecek verime ulaşması imkânsız…(Kaldı ki çoğu zaman, kimyasal gübreyi de yeterince satın alıp toprağa atabilecek durumu yok) Hayvan gübresi kullanmayı denese bile, tarım ve hayvancılığın neredeyse bittiği bu bölgelerde hayvan gübresi bulmak oldukça zor. İnsanların çoğu sadece yazın geliyor, bir iki ay çay hasadı yapıp gidiyor. Halbuki tarım ve hayvancılık, 12 ay boyunca sürdürülmesi gereken bir uğraş. Tarlada izi olmayanın, harmanda yüzü olmaz… Elbette yıl boyu orada kalan, toprağıyla ilgilenenler var hala ancak sayıları günbegün azalıyor.

Bir diğer temel sorun üreticinin, ürettiği çayın karşılığını alamaması. Üretici, hak ettiği fiyatı bulamayınca, maliyetleri düşürmek için ucuz yollara kaçıyor; daha fazla verim elde edebilmek için kimyasal gübreye daha da bağımlı hale geliyor. Eğer hak ettikleri fiyat verilse, üreticiler en güzel şekilde çaylarını yetiştirecekler. Ancak, bu kısır döngüde kalite kaybolup gidiyor, topraklarımız ve ürünlerimiz değersizleşiyor.

Buğday, pirinç, nohut... Hiçbirinde kendi kendimize yetemiyoruz. Mercimeği Kanada’dan getiriyoruz, düşünsenize. Akıl tutulması gibi…

Tavuklar 48 günde sofraya geliyor. Oysa Avrupa’da bu süreç bir yıl sürüyor, en az. 48 günde yetişen tavuklar, modifiye edilmiş, kansere davetiye çıkaran gıdalar haline gelmez mi? Kimse sormuyor, "Bu tavuk 48 günde nasıl yetişir?" diye. Denetleyen yok, bakan yok. Herkes vurgun peşinde.

Oysa ne bereketli topraklara sahibiz! Dört mevsimi bir arada yaşıyoruz, Adana'da, Hatay'da aynı topraktan senede dört-beş ürün alabiliyoruz. Ama ne yapıyoruz? Vahşi sulama! Konya’da, Karaman'da toprağın 500 metre altındaki suyu bile çekiyoruz. Artık obruklar oluşuyor. Bu bölgelerde yer altı tünelleri aracılığıyla kurulması planlanan sulama sistemleri maalesef bir türlü gerçekleştirilemedi. Bölge zaten kurak bir bölge. Üstüne bir de biz suyu çeke çeke iyice kurutuyoruz. Toprağı da iklimi de bozuyoruz. Buralarda bölgenin coğrafi koşullarına uygun üretim yapılması hayati önem taşıyor. 

Tüketicinin Terk Ettiği Değer

Tüketici olarak tarım ve hayvancılığa gereken değeri vermediğimiz acı bir gerçek. Soframıza gelen gıdaların ardındaki emek ve zorlukları göremiyoruz, görmek de istemiyoruz belki. Herkes ucuz yollu karnını doyurmanın peşinde, ama bu ucuzluğun bedelini kim ödüyor? Ucuza alınan her ürün, toprağa, çiftçiye, ve nihayetinde geleceğimize yapılan bir haksızlık. Tarım ve hayvancılık, sadece bir sektörden ibaret değil; bu ülkenin bel kemiği, köklü bir kültürün yansıması. Ancak, biz bu kültüre gereken saygıyı göstermiyoruz.

Daha da kötüsü, tüketici olarak kaliteyi talep etme alışkanlığını yitirdik. Ucuz olan her şeyin peşine düşerken, aslında ne kadar büyük bir kayıp yaşadığımızı göremiyoruz. Yediğimiz her lokmada, içtiğimiz her yudumda bu toprakların bereketini tüketiyoruz. Ancak, bu bereketin arkasındaki emeğe gereken saygıyı göstermeden, sadece tüketim odaklı bir anlayışla nereye varabiliriz?

Bu durumda, "Az olsun, öz olsun" mantığını anlamak zorundayız. İki kilo domates yerine bir kilo almak, bir kilo çay yerine yarım kilo alıp daha kalitelisini tüketmek belki de en akılcı çözüm. Ama ne yazık ki, halkımız ucuza, niteliksizliğe alıştırılmış durumda. Niteliksiz, kalitesiz gıdadan kastımız, ürünün, taşıması gereken besin değerini taşımamasıdır. Kısa sürelerde, tamamen kimyasal gübreyle, ilaçla yetiştirilen ürünlerde ne yazık ki nitelik olmuyor. İnsanlar adeta posa tüketiyor, hatta dert tüektiyor. Çünkü halk, sağlıklı gıda tanımı konusunda son derece bilinçsiz. Ürünün sadece rengine, şekline bakıyor. Üretici de, yolunun yönteminin sağlıklı olup olmadığına bakmadan, pazara uygun ve en fazla miktarda ürün yetiştirme peşinde.

Taş fırınlarda uzun uzun pişen nitelikli, besleyici tam buğday ekmeklerinin yerine matador fırınalrda 20 dakikaya pişen, ertesi gün lastik gibi olan şişirme ekmekleri yemeye başladık. Taş tabanlı fırınlarımızı söküp, yerlerine matador fırınları koyduk. Tıpkı Arnavut kaldırımlarını söküp, yerlerine asfalt döktüğümüz gibi. Zaten Atatürk’ten sonra işler hep tersine gitti bu ülkede. Kısa sürede köşeyi dönme hırsı, fırsatçılık, ülkemizi bu hale getirdi.

Çocuklarımız bile artık ekmeğin, sebzenin, meyvenin nerede ve nasıl üretildiğini bilmiyor. Japonya’da, Fransa’da çocuklar tarımla iç içe büyüyor, özel tarım dersleri alıyor, çiftliklere, köylere götürülüyorlar. Fransa’da pazara girdiğinizde sebzenin, meyvenin kokusu elinize siniyor, bizde ise tarım ilacının, kimyasal gübrelerin kokusu burnunuza geliyor.

Elbette, insanları ucuz olana yönelten çok haklı gerekçeler var, bilhassa bugün. Asgari ücretle geçinmeye çalışan biri için, kaliteli gıda talep etmek bir lüks haline gelmiş durumda. İnsanlar, yaşam mücadelesi verirken, ucuz olanın peşine düşmek zorunda kalıyorlar. Bu, bir tercihten ziyade, acı bir zorunluluk. Hükümet politikalarının, insanları bu çıkmazın içine sürüklediği bir gerçek. Ne kaliteli gıdaya erişim mümkün, ne de ucuz gıdayla sağlıklı bir yaşam sürmek...

Tüketiciyi bu zor seçime iten sistem, aslında tarım ve hayvancılığın değerini yitirmesinin en büyük sebebi. Değersizleştirilen her şeyin sonunda, kaybeden yine biz oluyoruz; sofralarımızın bereketi, topraklarımızın zenginliği, sağlığımız…

Tüketiciyi bu zor seçime iten sistem, aslında tarım ve hayvancılığın değerini yitirmesinin en büyük sebebi. Değersizleştirilen her şeyin sonunda, kaybeden yine biz oluyoruz; sofralarımızın bereketi, topraklarımızın zenginliği, sağlığımız…

Temel mesele; yeterli, sağlıklı ve nitelikli gıdaya erişim.

Halk proteine yeterince ulaşamıyor. Bu eksiklik, kas gücümüzü ve beyin gücümüzü olumsuz etkiliyor. Batılı toplumlarla aramızdaki en büyük farklardan biri, yeterli protein alamayan bireylerin gelişiminde yaşanan bu eksiklik. Beyin ve vücut yeterli proteini alamazsa, tam anlamıyla gelişemez. Sporda ve hayatta geri kalmamızın nedenlerinden biri de bu…

Halk, sağlıklı ve nitelikli gıdaya erişemiyor. Tarım ve hayvancılıkta zaten yeterince sağlıklı ürünler yetiştiremiyoruz; hormonlar, antibiyotikler, kimyasallar, hızlı üretim ve daha fazla verim elde etme çabasıyla kullanılan takviyeler, gıdaların niteliğini bozuyor. Halk, hem besleyici gıdaya ulaşamıyor hem de sağlıksız ürünleri tüketmek zorunda kalıyor. Sonuç? Kanser, kalp damar hastalıkları, diyabet gibi rahatsızlıklar toplumda hızla yayılıyor; insanlarımızı en verimli çağlarında bu hastalıklardan kaybediyoruz.

Diğer taraftan, devletin sağlık harcamaları korkunç boyutlara ulaşmış durumda. Oysa bu paralar, sağlıklı gıda üretimine yönlendirilse, devletin sağlık harcamaları azalacak, daha sağlıklı nesiller yetiştirebileceğiz. Ziraat mühendisleri, gıda mühendisleri, alanın uzmanları teşkilatlara dahil edilip, nitelikli ve sağlıklı gıdalar üretmemiz için kullanılabilir.

Halkın büyük bir çoğunluğu yoksul ve nitelikli, yeterli gıdaya erişemiyor. Devlet bu alanı sübvanse ederse, uzun vadede sağlık harcamaları düşecek, daha sağlıklı nesiller yetişecek ve olimpiyatlar gibi uluslararası arenalarda da daha başarılı olacağız!

Gelecek nesillere sağlıklı ve verimli bir tarım sistemi bırakmak istiyorsak, önce biz, tüketiciler olarak bu değeri yeniden öğrenmeli, içselleştirmeli ve talep etmeliyiz. Ancak o zaman, bu toprakların gerçek potansiyelini ortaya çıkarabilir, sofralarımıza hak ettiği değeri geri kazandırabiliriz.

Bugün, hem tüketici hem de üretici ağlıyor. "Kendim ettim, kendim buldum" diyen Anadolu, kendi yarattığı sorunlarla yüzleşiyor. Oysa, tüketici olmadan üretici, üretici olmadan tüketici olmaz. Bu iki tarafın birbirini tamamlayan bir döngüde olduğunu unutmamak gerek. Tüketicimiz de denetleyici, sorgulayıcı olmalı; nitelikli ve kaliteli ürünün peşine düşmeli. Kaliteyi ve sağlıklı gıdayı talep eden bir toplum, üretimi de bu doğrultuda şekillendirir. Ancak bu bilinçle, hem üretici hem de tüketici hak ettiği değeri bulabilir ve bu kısır döngüden çıkabiliriz.

Yöneticinin Terk Ettiği Sorumluluk

Bugün Türkiye, ne yazık ki tarım ve hayvancılığa hak ettiği değeri vermemenin acı sonuçlarını yaşıyor. Bir zamanlar Anadolu’nun bereketli topraklarında yetişen ürünler, şimdi Sırbistan’dan, Fransa’dan, Macaristan’dan, Polonya’dan ithal ediliyor. "Kim ekecek, kim biçecek, nasıl üretilecek?" diye dertlenen insanlar yok.

Bizim kasaplarda 600 liradan aşağı kaliteli et bulmak imkânsızken, Londra’da en kaliteli etin kilo fiyatı 7-8 pound, yani Türkiye’dekinin yarısı. Yumurta, tavuk…aynı.

Tarım ve hayvancılığın yeniden canlanması için hane halkının gelir seviyesinin yükseltilmesi gerekiyor. Bugün açlık sınırının altında yaşayan insanlar var ve bu, yöneten politikacıların utancı. Onların sorumluluğu, bu durumu acilen düzeltmektir!

Devrim niteliğinde kararlar alınması gerekiyor. Türkiye, yitirdiği tarım hafızasını yeniden kazanmalı, Anadolu ve Trakya toprakları mutlaka işlenmeli.

Tarım ve hayvancılık planlamasının yapılması gerekiyor. Sofralarımıza giren her şey için üretim planlaması şart. Türkiye’de binlerce ziraat mühendisi, veteriner hekim, gıda mühendisi, kimya mühendisi işsiz geziyor, kendi mesleklerinin dışında işlerle uğraşıyor. Halbuki bu beyin gücü tarım ve hayvancılığı yoluna sokmak için kullanılabilir!

Sağlıklı gıdayla ilgili bilinçsizliği kırmak için, ilkokuldan itibaren beslenme ve sağlıklı gıda konuları temel ders olarak okutulmalı. Sağlıklı gıdaya nasıl erişileceği, üreticinin nasıl sağlıklı gıda yetiştireceği anlatılmalı. Veteriner hekimlerimiz, ziraat mühendislerimiz niçin var? Bir zamanlar ilçelerde tarım örgütlerimiz, her ilçede tarım istasyonlarımız vardı. Bunların çoğu artık sadece denetim görevi yapıyor; zaten birçoğu da kapatıldı. Oysa bu uzmanlıklar ve kurumlar, sağlıklı gıda üretimini ve bilincini yaymak için kullanılmalıydı…

Tarım Bakanlığı'na bağlı kurumlar ve tarım örgütleri daha da yaygınlaştırılmalı. Hatta pilot bölgeler oluşturularak, sadece gıda zehirlenmeleri veya diğer şikayetler üzerine harekete geçmenin ötesinde, köylüyü bilinçlendirecek, sağlıklı gıda üretimi konusunda rehberlik yapacak bir noktaya gelinmeli. Bu kurumlar, köylünün sağlıklı gıda yetiştirmesi için aktif rehberlik yaparak, tarımın ve halk sağlığının geleceğini güvence altına almalı.

Plansızlık ve kontrolsüzlük nedeniyle çiftçiler iki yıl üst üste para eden bir ürüne ertesi gün topluca yöneliyor. Bu da üretimde müthiş bir yığılmaya, arz fazlasına ve sonunda ürünlerin ziyan olmasına neden oluyor. Çiftçi, emeğinin karşılığını alamıyor; çünkü pazarda fiyatlar düşüyor, ürünler elinde kalıyor.

Özellikle taban fiyatlar konusunda, bilhassa çay, fındık, hububat, pamuk üreticisi dertli, herkes mağdur. Devletin düzenleyici otorite olarak sahada yeterince varlık göstermemesi, bu sorunu daha da derinleştiriyor. Taban fiyat konusu, tüm zirai ürünlerde uygulanmalı. Hububatta, çayda, domateste, kayısıda, özellikle en büyük ithal kalemlerinden biri olan ayçiçeğinde… Kim bu topraklarda zirai üretim yapıyorsa, devlet mutlaka müdahil olmalı. Üreticinin emeğinin karşılığını alabilmesi ve sürdürülebilir bir tarım ekonomisi için, devletin bu alanda güçlü bir rol üstlenmesi şart. Aksi takdirde, üretici hem ekonomik hem de moral anlamda tükenmeye devam edecektir.

Süt olmadan et, et olmadan süt üretimi de mümkün değil. Bir dönem et para etmiyor diye süt veren inekler kesime gönderiliyor. Bu da hayvan popülasyonunu azaltıyor, yeni buzağılar doğmuyor. Et ve süt üretiminde bu denge bozulduğunda, piyasada yığılmalar yaşanıyor ve fiyatlar düşüyor. Plansızlık, hem hayvancılıkta hem de tarımda büyük zararlar doğuruyor; çiftçiyi ve üreticiyi çıkmaza sürüklüyor. Bu nedenle, tarım ve hayvancılıkta uzun vadeli, sürdürülebilir bir planlama şart.

Çiftçinin ne üreteceğini bilmesi, ne kadar üretim yapacağını bilmesi lazım. Küresel ısınmanın etkileri de göz önünde bulundurularak, ürün deseni değiştirerek üretim yapılmalı ve sağlıklı biçimde dağıtım zincirleri oluşturulmalı.

Mevcut yasalar da artık yetersiz. Hal Yasası, Mezbaha Yasası en baştan dizayn edilmeli. Özellikle Et ve Balık Kurumu gibi, geçmişte tarım ve hayvancılığın bel kemiği olan kurumlar, maalesef özelleştirmelerle parça parça edilip zayıflatıldı. Şu an bu kurumun adı var, ama kendi yok; gerekli işlevleri yerine getiremiyor ve piyasa düzenleyicisi rolünden çok uzakta. Aynı şekilde, Süt Endüstrisi Kurumu da tekrar eski kudretine kavuşturulmalı. Toprak Mahsulleri Ofisi keza… Bu kurumlar, tarım ve hayvancılık sektöründe üreticilerin mağdur edilmesini engelleyen, piyasa düzenleyicisi rolünü üstlenmelidir. Tarım ve hayvancılık, tüccar ve sanayicinin merhametine bırakılamaz. Devlet, düzenleyici otorite olarak görevini eksiksiz yerine getirmelidir. Ancak bu şekilde tarım ve hayvancılık alanında sürdürülebilirlik sağlanabilir.

Pazar, vahşi kapitalizmin acımasız piyasa koşullarına, azgın rekabet ortamına terk edilmemeli. Tarım ve hayvancılığa stratejik bir perspektifle yaklaşılmalı; bu alanlar, ülkenin ulusal güvenliğini koruma kapsamında ele alınmalıdır. Tarım ve hayvancılık, sadece ekonomik bir faaliyet değil, aynı zamanda bir ülkenin bağımsızlığını ve sürdürülebilirliğini garanti altına alan hayati unsurlardır. Bu yüzden, bu sektörler stratejik öneme sahip olarak görülmeli ve ona göre korunmalıdır.

Tarım ve hayvancılık sorunları pansuman çözümlerle iyileştirilemez; kangreni aspirinle tedavi edemezsiniz. Tarım ve hayvancılık, siyaset üstü bir mesele olarak ele alınmalı, ulusal bir öncelik olarak görülmelidir.

Miras hukuku, arazilerin parçalanmış yapısı da bu sorunların bir parçası. Kardeşler, amca çocukları arasında 40 parçaya bölünen 10 dönümlük topraklarda nasıl tarım yapılabilir, bu topraklar nasıl işlenebilir? Miras hukukunun, arazi paylaşımı yasasının mutlaka değiştirilmesi, toprağı işleyecek olan kişinin desteklenmesi lazım.

Tarımın en büyük sorunlarından biri de çiftçiye verilen değerin eksikliğidir. Köylüye, üreticiye, çiftçiye destek yok. Yatına akaryakıt alan bir tekne sahibi KDV’siz motorin alabiliyor, ama çiftçi hiçbir pozitif ayrımcılık olmadan üretim yapmaya çalışıyor. Ne ayrıcalığı var ne de elle tutulur bir desteği, sübvansiyonu, kredisi… Bu şartlar altında, nasıl üretim yapılsın, nasıl tarım ve hayvancılık canlansın? Avrupalı çiftçi, çok ciddi sübvansiyonlar alıyor, tarımda, hayvancılıkta bilimden sonuna kadar faydalanılıyor. Bizde ise ne yazık ki bu konulara hak ettiği değer verilmiyor.

Tersine göç sağlanmalı; kentlerden köylere geri dönüş teşvik edilmelidir. Bunun için tarım ve hayvancılığın güçlü bir şekilde desteklenmesi gerekiyor. Bu alanların para etmesi, kazançlı hale gelmesi sağlanmalı. Uzun vadeli politikalar açıklanmalı, tarımsal ve hayvansal üretime geri dönmeyi düşünen insanlara uygun kredi imkânları sunulmalı. Tarım ve hayvancılıkta üretime katılacak olan kişilere adeta gözümüz gibi bakmalı, onları bu süreçte desteklemeliyiz. Ancak bu şekilde, köylerin yeniden canlanması ve üretim kapasitemizin artırılması mümkün olacaktır.

 

Tarım ve hayvancılık, üç temel sac ayağı üzerine kuruludur: Devlet, üretici ve tüketici. Bunlar birbirini tamamlamalı ve bütünlemeli. Eğer bu üç ayaktan biri dahi zayıfsa, tarım ve hayvancılığın ayakta kalması imkansız hale gelir. Birinin zaafiyeti diğerlerinin de zaafiyeti anlamına gelir. Devlet, tarımın destekçisi ve düzenleyicisi olarak, denetleyen, kontrol eden mekanizma olarak güçlü bir rol üstlenmeli, taşın atlına elini sokmalıdır. Tarım ve hayvancılıkla ilgili yasalar da bu üç temel sac ayağına hitap etmeli, onları bütünleyici ve düzenleyici olmalıdır. Yasalar, sadece kağıt üzerinde kalmamalı; uygulamada üreticiyi desteklemeli, tüketiciyi korumalı ve devletin bu alandaki denetim rolünü güçlendirmelidir. Ancak ne yazık ki şu anda teşkilatları zayıf, bütçesi yetersiz. Üretici, emeğinin karşılığını alamazken, tüketici de hem bilinçsizlik hem de maddi imkansızlıklar yüzünden sağlıklı ve nitelikli gıdaya ulaşamıyor ve ürünlere hak ettiği değeri veremiyor. Bu dengesizlikler, tarımın ve hayvancılığın temelini sarsıyor, sistemin sürdürülebilirliğini tehlikeye atıyor.

Tarım ve hayvancılığa verilen değer, aslında bu ülkenin insanına verilen değerin aynası. Ne yazık ki, o değer her geçen gün biraz daha yitiriliyor.

Ama unutmayalım, tohumlar ve umutlarımız hâlâ toprağın altında, bir gün yeniden filizlenmek için bekliyor.

 

Sadık ÇELİK

[email protected] 

 

Sadık Çelik'in 14.08.2024 tarihinde Cumhuriyet'te yayınlanan yazısıdır. 

 

telif

Makale Yorumları

  • Mert05-09-2024 18:58

    Tarimla ilgili tüm tespitlerinize katiliyorum. Umarim gelecek dönemlerde mevcut kadrolarda sizleri de görürüz. Elinize saglik

  • Nusret Uyanık28-08-2024 09:38

    Sadık Bey yazılarınızı okudum beğendim yazılarınızı devlet tarıma biraz destek verirse tarım ilerler

  • GÜLYA21-08-2024 14:19

    Kaleminize sağlık ve ülkenin yine kanayan bir yarasına parmak basmışsınız....

  • Nusret18-08-2024 12:50

    Sadık Bey yazılarınızı okudum beğendim gerçekten TEM'de Türkiye'yi hitap edecek olan yazılar fakat devletin tarım politikası baştan sona yanlıştır çünkü devlet köylüyü tarıma değil de sadece tembelliğe alıştırdı ben de bir köylüyüm çiftçiyim fakat devlet köylünün girdi maliyetlerini düşünmeyip köylüye vermiş olduğu tapu hakdar başına olan destek parası veriyor bu da köylünün işine geliyor bir de köylü karımı bıraktı tarım arazilerine fındık dikimi yaptılar devlet fındık dikimine destek veriyor bu vesileyle çiftçi tarımdan uzaklaştırılıyor çünkü devletin vermiş olduğu maddi destek köylüyü tarımdan uzaklaştırarak tembelliğe alıştırdı zaten girdi maliyetleri pahalı olduğu için araziler boş kaldı fındık dikimi çoğaldı halbuki devlet para desteği değil de köylünün mazotunu gübresini ilacını düşürse çiftçi tarımını yapar hayvancılığını da yapar devletin tarım politikası Avrupa birliğine uyum yasasından geçti

  • [email protected]17-08-2024 11:14

    Sadık Bey ıyıkı varsınız Sızın güzel anlatımınızla bılgılenıyoruz hep olun hep varolun Elınıze yüreğinize saglık

  • Emre Yılmaz16-08-2024 17:10

    Elinize emeğinize sağlık güzel bir yazı olmuş Sadık Bey.TebriklerBir ülkenin çiftçisi ve üretimi sıkıntıdaysa o ülke dış güçlere mahkumdur. Buda fazla vakit yok demektir yakında bu hükümet zihniyetiyle biteriz. Zaten kesilen trafik cezaları ve yeni vergiler , uygulamalar gösteriyorki kasa tam takır olan parada nereye gidiyo belli..Tesekkürler

  • Arif16-08-2024 15:09

    Hükumetin kötü politikası ülkeyi yaşanmaz hale getirdi malesef, tarım ve hayvancılıkla uğraşanlar yıllar içinde iyice çekilecekler işte o zaman vayy halimize..

  • Gülin16-08-2024 12:30

    ''Eğer milletimizin büyük çoğunluğu çiftçi olmasaydı, biz bu gün dünya üzerinde olmayacaktık.' diyerek her zamanki Atalığını gösteren önderimizin izlediği politikaları hiç analiz etmeden,,sahip oldukları yönetici koltuklarını ve çiftçilik anlayışını, ülkeyi kendi babalarının çiftliğinde at koşturur gibi yönetmekten ibaret sanan yöneticilerimizin gözlerine,tam bir aydınlatma feneri tutar gibi tutmuşsunuz gerçekleri.Çözüm belli,yöntemler belli,lakin adabıyla yönetmesi gerekenler,sadece birer piyon,kılavuzları da o bet sesiyle tanıdığımız malum en büyük akıl kuş türü olunca,sonuç kaçınılmaz.Sektöre gönül veren,alanında uzmanlaşmış kişilere biraz kulak verip,akıl süzgeçinden geçirseler,doğru politikalarla,baştan sona çok şey değişebilir,kaleminize sağlık.

  • H.B16-08-2024 10:01

    Sadık Bey kolaylıklar. yazınız mükemmel konu içeriyor. Lakin bu ülkede çiftçiyi koruyan kollayan esnaf malesef yok.. Vicdan lazım....tarlada 5 tl soframıza 55 tl.

  • Kurtuluş16-08-2024 08:43

    Kendi kendimize yeten bir ülke iken Dışa bağımlı bir bir ülke olduk .kaynakları kendi ülkemize deyil yabancılara aktaran bir politika sürdürülemez kaleminize yüreğinize sağlık

  • Aslihan acar16-08-2024 07:56

    Eskiden köylerimize nohut mercimek pancar tandır kokuları buyday kokuları olurdu koşarak giderdik şimdi ise köylerimize şehir havası verildi gelinler kaynana oldu kaynanalar patron oldu telefon aç ekmek gelsin ital kuru bahliyat gelsin tarlaları ekip biciyoruz diye çiftçiye para verilsin ne verim yapıldı bakilmasin devletin parası nereye gitti belli olmasın verimli topraklarimizi verimsiz cunup yaptilar toprakta küstü herseyimiz yurtdisindan gelsin çünkü yabancı.........tatlı geliyor sonrada qvrupa birliği beklenilsin he he bekleyelim verirler belki bizbize yetmemiş gerekirken dünyanın en büyük yüz ölçümüne sahipken hiç birseyimiz yok 81 ilde 30 ili birseyler yetisiyorsa onuda ziyan etmek için peşkeş çekiliyor gevurun malını yiye yiye ne genç kaldı ne yaşlı ölüp gidiyor organik yerine zehir yiyoruz tabi kimsenin umrunda deyil sonrada enaz 3 çocuk yapın deniliyor elimizdekinin kıymetini bilmedikten sonra insanlık sevgi saygı büyük hersey gözünü sevdiğim kagit parçası olmuş ve çiftçimiz ne esnafımız nede vatandaşımızda emek kalmış hepsi pahali veriyim kalitesi ne olursa olsun isterse zehir yesinler olmuş nereyegider bu ülke içler acici hani bir tabir vardır acima acinacak hale düşersin diye tamda öyle oldu başımızda güç olsun derken sadece kendilerini düşünen önüne gelen vatandaşı alıp kendi ülkemizde yabancı konuma düşen bir millet olduk yazıklar olsun insana tepeden bakmayin lafla peynir gemisi yürümez verdiginiz sözleri tutun biz eski sevinçlerimizi kıymetimizi köyümüze gittimizdeki buğday kokusunu mercimek tarlasını yeşil nohut hasatini istiyoruz verdiğiniz imkanların takipçisi olun vicdan el vicdan

  • Serdar16-08-2024 07:27

    Öncelikle yine ülkenin en önemli konusuna değinerek Bilgilendirdiğiniz için teşekkürler .25 yıldır uyguladığı politikalarla ülkedeki tarım hayvancılık ve bir çok şeyi Yok eden anlayış artık çiftçilerimizi de çekilmez hale getirdi ki hükümet istifa seslerini yükseltmeye başladılar bence bu onların gidişi çünkü şimdiye kadar hiçbir çiftçi çıkıpta hükümet istifa diye sloganlar atıp eylemler yapmamıştır.

  • Fatma Koç16-08-2024 00:14

    Sadık başkan kaleminize sağlık bir diyetisyen olarak teşekkür ediyorum ülkenin kanayan yarası tarıma değinmeniz çok vurucu olmuş bizim ülkemiz tarım ve hayvancılık ülkesiyken biz ne tarımcıya ne çiftçiye değer verdik ellerinden dahi tutmadık bu yüzden ülkecek işlenmiş gıdalara yöneldik ya da mecbur bırakıldık Diyetisyen olarak meslektaşlarımla sağlıklı beslenmeyle alakalı en doğru eğitimi de aldık ancak aktarmamıza dahi fırsat maalesef ki verilmiyor umarım herkes sizin gibi cesur olup düşünce özgürlüğü yapar da belki bi gün dünya değişir

  • Timur yılmaz16-08-2024 00:03

    Konuyu İlmek ilmek işleyip yazan Sayın Sadık Çelik'e sonsuz teşekkürlerimi iletiyorum.

  • Hakan15-08-2024 23:16

    Tüm Okur Dostlarıma Sevgiler Sunarım, Kaybedilen Topraklarımız!!!! Aslında Kaybedilen Her Toprak Cephede Düşen Bir Siper gibi gelir bana Bir çiftçi üretmek için ettiğinde emeğinin karşılığını alamadığı zaman malesef ki üretmeyi de terk ediyor ve besin Zinciri artık geri dönüşü olmayacak bir bozguna uğramaya başlıyor...Dikkat edersek ekmek için çiftçi karar verdiğinde ya elimdeki mevcut bütçe ile başlar veya Kredi ile üretmeye geçiyor Traktör, Mazot, Gübre, Ziraî İlaçlama, Su v.b. gider kalemleri sırası ile devam ederken mecbur olarak mevcut ektiği tarlayı Bankalar'a Kredi diyerek başvurup ipotek altına alıp çekiyor!!!! İşte Sırtlan hesabı burada başlıyor Eken ektiğinin karşılığını alamadığı için İlk adım Toprak kaybederek kaybetmeye başlıyor ki Ülkemize verilen bu tahribat herkesin anlayamadığı en büyük Tahribat o toprak Banka ya gidiyor ve Banaka bu Toprakları almak için Sırtlan gibi beklerken avuçlarını mutlu bir şekilde ovuşturarak bekleme geçmiş olan Mevcut Yöneticiler bu Tarım Toprakları Ele geçiriyor Buraya kadar bana hak verdiysenizFilmin görünmeyen yüzüne bakalım istermisiniz!!!! Bankalar özel bir banka ise o topraklar Cephede Düşen Bir Siper neden mi??? Filistin'de yaşanılan Toprak kayıplarını incelenmesini tavsiye ederim Tek tek Ülkemizin Toprakları yabancılara satılmaya an be an başlamış oluyor ve mevcut Binlerce bu durumda olan çiftçi yani kaybedilen Topraklarımız var.... Terör ve Ekonomik kriz bence Besin zincirinin bozulması ile başlıyor Ama mevcut despot sistemin başındaki arkadaş en büyük ihaneti insanların gözünün içine baka baka ülkeyi kaybetmek yok etmek için sanki Yemin edercesine bir çıkmaza götürürken Sonumuzu sanırım Balıkçı Kardeşlerimizin sonunu getirdiği gibi Tarımın da sonunu getirerek tamamlamak istiyor. Besin zincirinin bozulması kaybettiğimiz çiftçi ler ile başlıyor ve en Acımasız olanı da onların yaşadığı Aile lerinin yaşadığı Sonsuz çıkmazdır. Aslında Kuyu derin ip bitmiş ve kısa Bundan sonra sı pahalılık derin fakirlik ve Savaş olmak üzere bu Şanlı Halkın çekeceği cefa olacaktır Sevgilerimle Hakan YILDIZ

  • İBRAHİM15-08-2024 22:24

    Sadık bey kaleminize yüreğinize emeğinize sağlık, çalışmadan üretmeden zengin olma yoluna giden teşvikler başka yerlere harcayan toplumla olacağı bu zaten. Olaylara çok güzel parmak Basıyorsunuz.iktidarıyla muhalefetiyle yazışarınızdan etkilenmeleri dileğiyle.

  • Hüseyin yılmaz15-08-2024 22:00

    ...Koyun verdi kuzu verdi süt verdiYemek verdi ekmek verdi et verdiKazma ile döğmeyince kıt verdiBenim sadık yârim kara topraktır... Sadık Bey'in yazılarını okuyunca rahmetli aşık Veysel'in toprakla ilgili değindiği bu satırlar aklıma geldi ne güzel anlatmış toprağın önemini kıymetini iktidar sahipleri aşık Veysel'e kulak vermedikleri gibi Sadık bey gibi alanında uzman birinin yıllardır toprakla tarım ve hayvancılıkla alakalı fikir ve önerilerini de dikkate almadılar netice olarak da bugünkü sıkıntıları toplum olarak topyekün çekmekteyiz işin korkunç tarafı ise bu sıkıntılar anlık yıllık olsa bir şekilde dişimizi sıkar idare ederiz ama maalesef önümüzdeki onlarca yıl boyunca en ufak bir umut ışığı dahi yok en azından bu iktidarla yok bu iktidarın da gitmek gibi bir niyeti yok işin garip tarafı halkın hala çoğunluğu da bu iktidarı desteklemekte var olan sorunları yine bu iktidarın çözeceğine gönülden inanmaları benim içimdeki umudu günbegün kurutuyor Sadık beyinde işaret ettiği üzere yeteri kadar protein alamayan beyinlerin sağlıklı düşünme konusunda arızalar çıkardığı kanaatindeyim Tayyip Erdoğan seçim meydanlarında sürekli makarna ve çay dağıtıyor arada bir de kırmızı et dağıtmış olsa idi belki durum biraz daha farklı olurdu yıllar evvel hatırlarım besiciler tarafından fiyatların makul bir düzeye getirilmesi talebi vardı yoksa hayvanlarını satmayacaklarını söylemişlerdi reis her zamanki gibi insanları tehdit etmiş bakın hayvanlarınızı satmazsanız ithal etin önünü açarım malınız elinizde patlar diye tehdit etmişti dediğini yapan reis tam da işaret ettiği üzere tarım ve hayvancılık politikamız maalesef elimizde patladı birileri de ithal etteki rantla mini servetlerinin hasadını hala da toplamakta bu yapılanlar kapalı kapılar arkasında yapılmadı insanların gözleri önünde yapıldı ama makarnayla küçülen beyinler durumu idrak edemedi yetmez ama evetçiler bu durumun sorumlularıdır buradan Sadık bey'e de mücadelesinden ötürü teşekkür ediyor saygılar gönderiyorum...

  • Fahrettin15-08-2024 21:42

    Güncel konulara ait yazılarınızın hepsi heyecanla okuyoruz. 40 yıldır içinde bulunduğunuz sektör nedeni ile tarım konularındaki görüş, düşünce ve önerilerinizden dolayı sizleri kutlarım. Umarım ve dilerim yöneticilerimiz bunları okuyup gereğini yaparlar. Kaleminize ve yüreğinize sağlık. Selam ve Sevgilerimle.

  • Enver sümer15-08-2024 19:03

    Ülkelerin olmazsa olmazı "nihenk" taşı Tarımdan söz edecek olursam Mevcut iktidarın iktidar döneminde tarımı azar azar öldürerek ülkemizi vasiye muhtaç hale getirerek dışa bağımlı yaptı Türkiye cumhuriyeti kuruldu kurulalı hiç bukadar tarımda dışarı bağımlı olmamıştık oda sayelerinde olduk Hayvan otu, arpayı bile dışarıdan alıyoruz Ben birazcıkta çay mustahsili olduğumdan çaydan bahsedeyim Samimi söylüyorum 3_4 yıldır çay sezonunu zararla kapatıyorum Kendim toplasam elele başbaşa olur bukadar açık söylüyorum Türkiyede tarımmı dediniz Allah rahmet eylesin "iyi bilurduk"

  • müslüm15-08-2024 14:34

    zengin toprakları olan kendi kendimize yeten kaliteli sebze meyve bakliyat üreten bir ülkeydik ama yıllar için devlet politikasıyla beraber köyde ki insanlar şehre yöneltildi tarımla uğraşmak hayvancılık yapmak yerine şehirlere göç ettirildi.Gençlerde ailesinden kalan tarıma hayvancılığa yöneltilmek yerine üniversite okunmaya itildi her şehre üniversite açıldı bir sürü ziraat mühendisi oldu ama tarım yerlerine bina dikildi otel yapıldı kendi kendimize ihanet ettik bilgilendirici yazı olmuş sadık abi kelemine sağlık

  • Neslihan15-08-2024 13:26

    Sayın Sadık ÇELİK; Sizin de dediğiniz gibi ülkemizde Tarımın değeri gün geçtikçe düşüyor. Aslında ne kadar kıymetli olduğunu bildiğimiz halde tarımdan ve hayvan yetiştiriciliğinden uzaklaşıyoruz. Eski dönemlerin ne kadar zor olduğunu, geçimin ne kadar sıkıntılı olduğu dönemleri hepimiz biliyoruzdur. Ne var ki asıl sahiplik ve kendi üretebilecekleri Tarımın asıl farkında olan o zorluklarda geçinmeyi de bilen eski toprak dediğimiz insanların zamanında kaldı. Eskiden her şey şimdiki kadar kolay değildi insanlar ailesini geçindirmek için elinde olan topraklara sahip çıkıp o zamanın şartlarında ki zorluklarla mücadele edip uğraşıyordu ve hakkını veriyordu. Tarımla uğraştıkları gibi de ailecek hayvan yetiştiriciliğiyle de uğraşıyorlardı. O zamanlar insanlar ne zorluklar içinde tarlaya gidip ekimini , gübresini, ve hasat işlemlerini kendileri yapıyorlardı. Şimdi günümüz şartları eskiye nazaran daha da elverişli makinelerle donatıldı ama gel gör ki o eski Tarımla uğraşan insanlar yok oldu. Sizin de dediğiniz gibi tarıma ve tarımcıya verilen değer azaldığı için insanlar kırlardan kentlere göç ettiler. Şimdi de tarım yapılıyor ama o eski kaliteli tarımcılık kalmadı artık. Hormonlu dediğimiz ve nasıl yetiştiğini bilmediğimiz ürünler , meyveler ve sebzeler yetiştirilmeye başlandı. Şimdi pazardan aldığımız o domatesin eskiden azimle çalışan tarımcılarımızın yetiştirdiği domatesle uzaktan yakından ilgisi kalmadı. Asıl sağlıklı domatesin ne kadar güzel koktuğunu ve tadının ne kadar da güzel olduğunu hepimiz biliriz. Ne eski insanlar kaldı ne de eski tarımcılık. Şuanki tarımcılarımız da bir yönden haklılar haklarının karşılığını alabilselerdi eğer işlerine dört bir kolla sarılırlardı. Tarımın ne kadar önemli olduğunu ve ülkemizin de tarıma ne kadar elverişli olduğunu unutmamız gerekir. Bu ülkenin her bir toprağı elverişlidir. Trakya kısmı ne kadar da düz tarıma elverişli bir topraktır. Ülkemizin güney kısmında ise sizin de dediğiniz gibi yılda en az 2 veya 3 kez ürün alabiliyoruz bu ne kadar da güzel bir fırsat. Ülkemizin doğu kısımlarına doğru gidildiğinde yükseltinin biraz daha arttığı kısımlar da ise hayvancılıkla uğraşmaya elverişli. İç Anadolu bölgesinin de tarıma çok açık olduğunu biliyoruz. Ülkemiz balıkçılık faaliyetleri içinde çok elverişli. Aslında ülkemizin dört bir yanında tarımla ve hayvancılıkla uğraşabiliriz. Kendi ülkemizin ve topraklarımızın ne kadar farkında olursak bizler için her şey daha da iyi ve bir okadar da kaliteli olur. Ne gerek var ki dışarıdan ürün talep etmeye onun yerine kendi ülkemizin topraklarına değer verip ekelim ve büyütelim. Şuan iş imkanları ne kadar da fazla olsa bile ileride de bizler için önemli olan temel ihtiyacımızı karşılayabileceğimiz tarımıda unutmayalım. Belkide yurt dışında olduğu gibi bizler de okullarda öğrencilerimize tarımın ne kadar önemli olduğunu anlatsak ve gidip yerinde görüp onlara bir ışık tutabilsek. umarım emektar tarımcılarımız verdiği emeğin karşılığını alabilirler. Bu güzel yazınız için size çok teşekkür ediyorum. KALEMİNİZE SAĞLIK.

  • Nuran Tandoğan15-08-2024 12:21

    Duygularımızı dile getirmişsiniz yüreğinize sağlık.

  • İsa15-08-2024 11:33

    Kendi çiftçimizi bitirip dışardan ithal etmek zararları hergün çoğalan bir sistem ve böyle tarıma elverişliliği yüksek olan bu topraklarda…Güzel düşünülmüş bir yazı tebrikler

  • Hüseyin kabak15-08-2024 11:28

    Hakikatende ülkemiz toprakları cok verimliyken tarımda bu kadar zorda olmamız cok düşündürücü bi an evel tarım da bi fonksyon bulunması gerekir yoksa batıya köle olmaktan başka caremiz kalmaz saygılarımla

  • Engin15-08-2024 11:11

    Lise yillarinda dinleme derslerinde Türkiye icin kullanilan; "kendi kendine ve cevresine yetebilen tarim ve hayvancilik ülkesidir."cümlesi hafizamdan silinmedigi gibi, 23 yilini kutlayan Akp hukumeti sayesinde malesef hayiflanarak hatirlayacagim bir ani gibi aklimin köşesinde kalmis. Bir iktidar nasil bu ldar kötü yönetim gösterebilir en somut örneklerinden sadece birisi ve en onemlisi Sadik beyin kaleme aldigi bu yazi. Yazik günah gelecek neslimize de ihanet . Yazik çok yazik. Marshall yardimlariyla baslayan ihanetin en son hali. Düzelecegiz elbet ; atamizin dedigi gibi bir bildiği her zaman vardir Cumhuriyet ilelebet payidar kalacaksa eger problemi kökünden çözmek için 23 yil geriye gitmek tekrar fabrika ayarlarina dönmek şarttir. Değişim gerek...

  • merve15-08-2024 11:06

    Bir diyetisyen olarak değindiğiniz konu için öncelikle teşekkür ederim dilinize sağlık sadık bey. Sağlıklı gıdayla ilgili bilinçsizliği kırmak için, tüm insanlar beslenme ve sağlıklı gıda konularında bilinçlenmesi gerekmektedir. Her zaman söylüyoruz ki hastalıkların başı beslenmedir 48 günde yetiştirilen tavuklar işlenmiş gıdalar bir çok hastalığı tetiklemektedir. Kanser vakalarında bu denli artış olması göz ardı edilmemeli. İnsan hayatı ucuz değildir , insan hayatını ucuzlaştıran şey bilinçsizliktir, bu sistemin çarklarının arasında ezilmesidir.

  • Fevzi akman15-08-2024 11:05

    Elimizdekilerin değerini bilmek lazım kaleminize elinize sağlık

  • Yücei15-08-2024 10:57

    Türkiye nin,tarımla ilgili gerçeklerini,yazmışsınız.Teşhis ve yoruların dogrudur.Sayende akreple kurbaganın hikayesinide ögrendim.

  • KADİM Taşbilek15-08-2024 10:53

    Sayın Sadık bey Tarım bir ülkenin ayakta tutan en yüce değerdir tâbi bunun değerini bilen için AKP hükümeti ne acidirki Tarıma sahiplenme digi için Tarımla ve Hayvancılık yapan milyonlar mağdur edilip her kes elini çekmeye başladı oysa Tarım bakanlığı kendi çiftçisine destek verip verdiği desteğin takipçisi olursa başarı kendiliğinden gelir hem sağlıklı tüketim malları sağlanır hemde ekonomik güçlenme oluşur fakat AKP hükümeti bunun tersini yaparak tarımla ilgisi olmayan yandaşlarına krediler verip ülkenin tarımını bitirme noktasına getirdi yıllardır savaşta olan Suriye'de patates alıyor Ukrayna'da buğday bunun bir izahı yoktur yatırım ülkenin çiftçisine yapılmalıdır.Ama 23 yıllık iktidar ülkenin her kurumunu bitirdiği gibi tarimciligida bitirmiştir böyle güzel ve aydınlatma yaptığınız için yüreğine sağlık başarılar diliyorum

  • Fatih15-08-2024 10:40

    SADIK bey yine bizi şaşırtmıyorsunuz ülkemizin en önemli sorununu okadar güzel birşekilde kaleme almışsınızki yorumunuzun üzerine sadece bizlerin okuyup dersler çıkarmamız gerekiyor elinize sağlık

  • Ekrem15-08-2024 10:35

    Maalesef kıymetini bilemiyoruz, elimizdekinin. Anladığımızda da çok geç olacak..

  • Engin15-08-2024 10:33

    Eline kalemine sağlık sadık bey, gene kanayan bı yaraya parmak bastiniz

Yorum Yazın

Ana Sayfa
Web TV
Foto Galeri
Yazarlar