Düşüncelerimiz bize mi, kalıplara mı aittir. Bir meslek büyüğüm, bana bunu, toplum, güç unsurlarının kendilerine dayattığını, kendi düşüncesi olarak kabul edip, “güvenli alana” çekilirler, diye tanımlamıştı.
Hatta aynı büyüğüm (U.M.), meslekte en büyük mertebenin çalışmalarınızın silinmesi, kamuoyunun gözünden kaçırılması olduğunu açıklamış, “İşte bu yüzden, kitap yazmalısın” demişti. Sanırım, o günlerde çömez bir gazeteci olduğum için bunu anlamamıştım.
Satranç, özgün bir hamle gördüğünde, İngilizce’de novelty/ yenilik anlamına gelen (n) sembolü kullanır ki, aslında, satrançta bile çoğu kez kalıp kullanıldığının delilidir, bu.
Yani, satranç der ki, genellikle düşünmez kalıp kullanırız!
Savaşta ailesini kaybeden Capablanca’yı aynı yıl yenerek Dünya Şampiyonu olan Alekhine/ Alehin unvan maçının hemen öncesinde odasında ölü bulunduğunda, “Ölüm anı, hayatın başarısını ya da boşunalığını gösteren tek bir hamledir!” notunu bırakmıştı.
Alehin yaşadığı sürece, Capablanca ile oynamaktan kaçarak, yani vefasızlığı ile bu unvanı korumuş; sanki kişisel planlarını yaparken, hayatın planını anlayıp, varlık nedenini sorgulamıştı.
Türkçe’de bir söz vardır ya, “Vefa, sadece bir semt adı değil” diye!
Hepimiz, dünya yuvarlıktır, dediği için Galilei’nin Engizisyon mahkemesinde yargılandığını biliriz. Hatta sonrasında, Galilei bu konudaki sözlerini geri alarak canını kurtarınca, yardımcısı yanına gelerek,
“Galilei, ne yaptın! Halk seni kahraman ilan etmişti, bu sözünden sonra, dışarıda, kahrolsun Galilei, diye bağırıyorlar” der.
Galilei’de, “Kahrolsun kahraman bekleyen halklar” yanıtını verir.
Galilei’yi küresel dünya ne kadar çok tanıyorsa, arkadaşı, Bruno’yu o kadar az bilir!
En az, Galilei kadar kıymetli bir bilim adamı, Bruno, adeta lanetlenmiş gibi tarihten silinmiştir.
“İyi de Bruno, tarihin unutmak istediği ne yapmış olabilir ki?”
Bu tümcenin yanıtında, vefayla ilgili sorduğum sorunun yanıtını buldum!
Düşünceleri nedeniyle, Engizisyon’dan kaçan Bruno, Venedik’e gelir ve burada, Galilei ile tanışır. Akabinde, Mocenigo adlı bir aristokrata muhalefet edince, onun tarafından Engizisyon'a teslim edilir.
Ona, dünyadan başka gezegenler de olduğu, görüşünün din sapkınlığı olduğunu kabul etmesi durumunda kilise tarafından affedileceği söylenir.
Bruno, gördüğü tüm işkencelere karşın düşüncelerinden taviz vermez ve ölüme mahkûm edilir.
Filozof ve gökbilimci Giordano Bruno, kendisini ölüme mahkûm eden yargıca, "Ölümümü bildirirken siz benden daha çok korkuyorsunuz" der.
1600 yılının Şubat’ında, Roma’daki Campo de Fiori meydanında, ibreti alem olsun diye, Bruno, diri diri yakılır.
Engizisyon, bu olaydan sadece 15 yıl sonra 1615’te, kendisiyle iş birliği yapan, Galileo’nun ise tarih boyunca anılmasını, Bruno’nun ise unutturulmasını emreder.
Öyle de olur!
Galileo’nun adı uzay araçlarına, üniversitelere verilir, hakkında kitaplar yazılır, filmler çevrilir ve övgüler düzülür. Engizisyon’a, yani düzene karşı çıkan Bruno ise unutturulur.
Yine Galileo’nun Engizisyon’da yargılanmasından tam 1200 yıl önce güzeller güzeli filozof, matematikçi ve astronom Hypatia, yobazlar tarafından parçalanarak öldürülmüş ve adı unutturulmuştur. (Bu olaydan sonra, kızına bu adı veren, az sayıdaki kişi bile -Türkçe’de Papatya- bu ismin bilim uğruna canını veren, Hypatia’dan geldiğini bilmeden kullanmıştır)
Benzer şekilde, “saklı olan” anlamına gelen, Mısır’ın güçlü Tanrısı Amon’un, (Amen, Amun, Ammon, Amun- daha sonra adı Amon Ra olmuştur) “Benden sonra insanlık tarihi her gün adımı ansın” sözünü de unutmayalım!
Erbain etkinliğinde, insanlar neden sırtını dövüyor, diye sorduğum kişi, beni hayrete düşüren şu açıklamayı yapmıştı: “Hz. Muhammed’in torunu Hz. Hüseyin Kerbela’da yanındaki yaşlılar, kadınlar ve çocuklarla birlikte vahşice katledildi. Peygamberimizin, pamuklara sardığı, sevgili torununun kafası ve bağırsakları günlerce yerlerde sürüklendi. Bu olayı yâd ettiğimiz, Aşure günü bile, Nuh’a dayandırılarak unutturulmak isteniyor. Başka ne yapabiliriz ki?”
Bu topraklara ve daha yakın tarihe gelirsek, sanatçı Necati Bilgiç ve arkadaşı Uğur Yücel meslek hayatına aynı yıllarda atılırlar. Bilgiç, kamuoyunda daha hızlı tanınır ve kamuoyuna mal olur. O dönem gösteri dünyasının ünlü ismi (T.İ.), kendisini akşam yapılacak gösteriye sunucu olarak çağırır. Asıl sunucunun mazereti çıkmıştır. Necati Bilgiç, aynı gün için yapılan davete icabet edemeyeceğini söyleyince, “Seni sileriz!” tehdidini alır. “O gün bu sözü, ciddiye almamıştım”, diyen Necati Bilgiç, uzun süre çalışamaz hale gelirken, kendisinin yerine, Uğur Yücel ön plana çıkarılır.
Yine, bir zamanlar, çok izlenen bir televizyon kanalı spikeri (R.M.) Murat Kekilli’nin programına gelmeyi reddetmesiyle, “Düne kadar Adana’da karpuz taşıyordun, sana haddini bildirmek gerekiyor” diyerek, hiçbir yerde sahne alamamasını sağlamıştır.
Tekrar meslek büyüğüme dönersek, halk kendi fikri diye, aslında farkında bile olmadan başkasının bir yazısını, hatta çoğu kez, güç unsurlarının tezlerinin savunucusu olur, demişti.
Şimdi lütfen, benim, dediğiniz gazeteye bakın, kaç tane belgeli haber var, diye?
Ve lütfen, gazeteci diye bildiğiniz isimleri düşünün yine, kaç tane belgeli haberi var, diye?
Sonra, güç unsurlarının gizlemeye çalıştığı bilgileri, kamu zararını belgelerle açıkladığı için, işsiz bırakılan; ailesi dağıtılan, bilirkişinin doğru dediği haberle mahkûm edilen; güç unsurunun teklif ettiği işi kabul etmeyince, bizden başka kapı olmadığını göreceksin, denilen; hatta gazeteye fotoğrafı basılıp ölü ilan edilen, gazetecileri anımsayın…
Artık yazdıkları da kendileri de sistemden silinen!
Harika bir yazi. Benzer konuyu 1770'lerde Adam Smith, 1900'lerin ikinci yarisinda ds Pierre Bourdieu islemistir. Tesekkur ederim.