Mustafa Tiğrek

Mustafa Tiğrek


Ya benimsin ya ötanazi…

Ya benimsin ya ötanazi…

Dil, canlıdır. Zaman içerisinde gelişir, kendisini yeniler, değişebilir. Bir kelime bir başkasıyla yer değiştirebilir, bir kavram daha öncekinden farklı anlam ifade edebilir.

Bu değişim ve dönüşüm; bazen uzun zaman alır, bazen aniden olur.

Mesela biz yaşlarda biri “Babam; ‘Başarın beni mutlu edecektir.’ derdi.” derse, inanmayın. Muhtemelen baba “Muvaffakiyetin beni bahtiyar edecektir.” demiştir. Anlamı aynı olsa bile zaman içinde kelimeler değişmiştir.

Eskiden “Maddi değil” anlamında kullanılan “Duygusal sebepler” şimdi baş ve işaret parmaklarını birbirine sürtme hareketi eşliğinde söylendiğinde “Maddi” anlamına gelir. Kelimeler aynı olmakla birlikte anlam tam tersi yönde değişmiştir.

Çapulcu mesela; “Aslında başkasının malını alan, yağma, talan eden kimse, talancı, yağmacı, bunun fiil hali olan çapulculuk ise yağmalama, talan etme olarak tanımlanıyor. Gezi Parkı eylemleri sırasında Erdoğan, direnişçilere “3 – 5 çapulcu” deyince Beyoğlu’ndaki bir binanın üzerine birisi “Everyday I’m çapuling” yazdı (Türkçesi: Her gün çapulculuk yapıyorum) ve çapuling yeni bir anlam kazandı. Bu yeni haliyle kelime ‘demokrasiyi savunmak, çoğunluğun azınlığa tahakkümüne karşı direnmek’ oldu çıktı.”

Şimdilerde yeni bir dönüşüme tanıklık ediyoruz; Ötanazi.

***

Fransızca euthanasie veya İngilizce euthanasia "bir kimseyi acı çekmemesi amacıyla öldürme" sözcüğünden alıntıdır.

“Yaşamından umut kesilen, öleceği kesinlikle bilinen bir hastanın, acısını bir an önce dindirmek amacıyla ve hastanın isteği üzerine, yaşamına bir hekimce son verilmesi biçiminde gerçekleşen ölüm” demektir.

Şu sıralar mecliste görüşülen kanun teklifinde “sokak hayvanlarının öldürülmesi” yerine “Ötanazi” denilmektedir.

AKP Grup Başkanı Abdullah Güler, kanun teklifiyle ilgili yaptığı açıklamada, "Düzenleme, hayvanlarımızın bulundukları yerden alınması, sağlıklı barınaklarda bulundurulması ve güçlü bir şekilde sahiplendirilme anlayışı taşıyan bir özelliği taşıyor. Kuduz riski taşıyan, saldırganlaşmış, rehabilite imkânı olmayan sahipsiz köpeklerin uyutulması yani ötenazi kavramını da bu düzenlemede getiriyoruz" demişti.

Ve böylece bu düzenlemeyle; ötanazi kavramı hayatımızda daha görünür oldu. En azından benim hayatımda…

***

Zehirli iğne, anında ölüme sebebiyet veren aşırı dozda bazı kimyasalların (genellikle barbitürat, paralitik ya da potasyumlu çözeltiler) karışımından oluşur. ABD’de uygulanan idam yöntemlerinden biridir.

Sokak hayvanlarına öngörülen uygulama, budur. İdam mahkumuna da sokak köpeğine de rızası sorulmaz. Bu durumda sokak köpeğine uygulanan ötanazi ise, zehirli iğneyle idam edilen mahkûma uygulanan da ötanazi olmalıdır.

Gaz odası da idam yöntemlerinden biridir. Zehirli iğne gibi bu uygulamaya da niye ötanazi denmesin? Ve bu durumda Nazi Almayasında gaz odalarında öldürülen Yahudilere uygulanan da “Ötanazi” olmaz mı? Veya 16 Mart 1988 tarihinde Saddam Hüseyin zamanında Halepçe’de  kimyasal gazlarla katledilen 5000 kişi için de ötanazi mi demeliyiz?

Olgular değişmiyor. Ama sokak hayvanlarının katledilmesini “uyutmak” diye sevimlileştirmeye veya “ötanazi” diye hafifletmeye yönelik gayretler kavram kargaşasına yol açıyor.

Sokak hayvanları konusu, mevcut ekonomik sıkıntıları gözlerden kaçırmak üzere gündem değiştirmek için yararlı olabilir… Veya bu kanunun çıkması sonucunda “Şu kadar öldürülmesi gereken köpek için şu kadar zehirli iğneye gerek vardır.” diye açılacak bir ihale nedeniyle, maddi boyutu da olabilir…

Her ne ise… Bütün bu ve benim bilmediğim amaçlarla, bu süreç “sokak hayvanlarını öldürmek” diye yürütülebilirdi. Hatta gündem oluşturmaya daha çok katkı sağlayabilirdi. Hiç değilse “Ötanazi” diye benim kafam karışmazdı.

***

Gerçi sonradan AKP Grup Başkanı Abdullah Güler’in “bu yasayla getiriyoruz” dediği “Ötanazi kavramı” yasa metninden çıkartılmış olsa da, benim kafamda taşlar yerinden oynadı bir kere. Ötanazi; zihnimde her türlü ölmek, öldürülmek, ölüm, katliam vb. kelimeleriyle yer değiştirmişti bile.

Mesela artık çocukluğumla ilgili hatıralarımı şöyle anlatır oldum:

“Sokakta oyun oynarken birbirimizi ötanazi yapardık. Ben hayali okumu fırlatıp arkadaşımı ötanazi yaparken, arkadaşım ötanazi olup yere düşmeden önce “cuvv cuvv” diye ateş edip, beni de ötanazi yapardı. Ötanazi olduk diye yerlerde debelendikten sonra eve döndüğümüzde, annelerimiz de halimize bakıp, bizi ötanazi yapardı.”

Dildeki kelime değişimi sadece konuşurken etkili olmaz. Geriye doğru seyrettiğimiz filmlerde, okuduğumuz kitaplarda, anlattığımız hikâye veya fıkralarda, dinlediğimiz şarkı ve türkülerde yani tüm birikimimizde de yerini alır, önceki kelimeyle usul usul yer değiştirir.

Bugün kendimi “o” türküyü şöyle mırıldanırken yakaladım:

“Ötanazi ile ayrılığı tartmışlar/Elli dirhem fazla gelmiş ayrılık”

Veya neydi o ünlü replik: “Ya benimsin ya ötanazi!”

Kadınlara yönelik, çocuklara yönelik, işçilere yönelik… ötanazilerden bahsetmeyeyim hiç.

***

Evet, dil canlıdır. Değişir, dönüşür. Ama keşke bu kadar zorlamasak… Benim de kafam “katliam” veya “öldürmek” yerine “ötanazi” diye yeni bir kelimeyle allak bullak olmasa.

Zaten Can Yücel olsaydı, “Valla hâkim bey bizim köyde öldürmeye öldürme derler.” derdi.

***

Nasrettin Hocanın kapısı çalınır. Hoca kapıyı açar, karşısında komşusu:

- Hoca Efendi, kazanımı ödünç almıştın, geri getirmedin. Kazanımı istiyorum.

- Senin kazan ötanazi.

- Nasıl olur hocam, hiç kazan ötanazi olur mu?

- Kazanın çocuğu ısıracağına inanıyorsun da ötanazi olacağına mı inanmıyorsun?

- Ne çocuğu Hoca ne ısırması… Hiç kazan ısırır mı?

- Hatırlarsan geçen sefer senin kazan doğurmuştu…

- Eee...?

- O zaman kazanın doğurduğuna inandın da, şimdi çocuğu ısırdığına mı inanmadın?

- Hoca seni kadıya şikâyet edeceğim.

- Hiç zahmet etme, ferman Kadıdan zaten. Toplum sağlığı için başıboş bütün kazanlar toplanıp depoya kapatılacak... Sonrası da ötanazi.

- Hoca desene kazanımı öpen, Kadı… Kimi kime şikâyet edeyim?

telif

Yorum Yazın

Ana Sayfa
Web TV
Foto Galeri
Yazarlar