Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrasının yeni salonunda konser izlemek inanılmaz bir mutluluktu. CSO’ya gitmekte belki biraz geciktik ama ne yapalım ki pandemi koşulları iki yıldır hepimizi böyle zorluyor. Binanın yapım süreci üzerindeki tartışmalar bir kenarda dursun, ben izlenimlerimi paylaşayım sizinle.
Yıllardır bitirilmesini sabırsızlıkla beklediğimiz yeni CSO binasını doğrusu ben çok sevdim. Bir kere otoparka giriş çıkış çok rahat, vestiyer yeterli, geniş fuayelerinde at bile koşturulur, tuvaletler pırıl pırıl, katları birbirine bağlayan sıkça asansör ve yürüyen merdivenlerle engelliler unutulmamış.
En üst kata da hoş bir restoran kondurulmuş. İster çorbanızı kaşıklayın, isterseniz bir kadeh şarap yudumlayın… Ne yalan söyleyeyim, restoranda şarap ve bira ikramı benim için sürpriz oldu… Bizi yönetenlerin “alkol aleyhtarlığı” malum… Fuayedeki küçük müzede CSO’nun tarihçesini izleyebilir, hatıra eşya dükkanından alış veriş de edebilirsiniz. Salon girişindeki nazik teşrifatçı size yerinizi tarif ediyor, içeride ise çok ferah bir ortamla karşılaşıyorsunuz. Sahne her yerden rahatlıkla görülüyor, akustik kusursuz, koltuklar çok rahat.
CSO’da şarap sürprizi
Benim takıldığım birkaç nokta oldu ama siz dert etmeyin, bu benim kişisel bakışım…Salona uzanan koridorlar ve tüm fuayelerde yer döşemesi hep beyaz mermer olarak düşünüldüğü için soğuk bir etki yaratıyor. Bu gibi ortamlara kadınlar genelde şık kıyafet ve topuklu ayakkabıyla katılır, bu bilinir, “aman kayıp düşme olayları yaşanmasa bari!” Diye endişelenmekten alamadım kendimi. Ayrıca en üst katta olmasına karşın, restorandan yayılan yemek kokusu da güzelim binaya yakışmıyordu doğrusu. Belki havalandırma sisteminin elden geçmesinde yarar olabilir diye değinmek istedim.
—-Botti’nin trompeti——-
Sahnede Chriss Botti’nin eşsiz dokunuşuyla o trompet bambaşka bir trompet olup çıkmıştı, hele “güzeller güzeli” kemancı Caroline Campbell başta, 3 eşsiz kadın ve hepsi ayrı birer virtüöz olan orkestra üyelerinin yarattığı şölen hepimize “cennette miyiz?” Dedirtti.
Chriss Botti CSO sahnesinde
“İtalyan tenor Andrea Bocelli’ye kemanıyla sürekli eşlik eden Campbell, iyi ki bir boşluk bulmuş da Ankara’ya gelebilmiş” diye sevindik. Campbell sahnede sihirli kemanıyla oynarken yerinde duramıyordu, belki de gümüş rengi o şık tuvaletinin altında çıplak ayaklı oluşunun nedeni buydu.
Çıplak ayaklı Caroline Campbell
Güzelim salon ne yazık ki yarı yarıya doluydu, “Ankaralılar ne çok şey kaçırdılar” diye üzüldüm, konserin bitiminde Botti ısrarları kırmayıp tekrar sahneye geldi ve Cinema Paradiso’yu (*) öyle bir yorumladı ki, nefeslerimizi tuttuk.
Sanat gerçekten bütün ayrılıkları, kırgınlıkları ve hatta karamsarlığı tamir eden, insana “insanca yaşamayı, bütün duyuları ile yaşamayı” öğreten bir güzellik. Dolayısıyla bu salonu başkente yeniden kazandıranlara teşekkür etmemek, minnet duymamak imkansız.
-Peki bunca küskünlüğe kimler, neden yol açtı?
Diye düşünüyorum da şunu söylemeden yapamıyorum:
-İlerlemek, çağdaş dünyanın bir parçası olmak isteyen bir toplumun önüne “dindar ve kindar nesil” gibi bir hedef konulabilir mi? Neden gençlere bunu reva görüyorsunuz? Ne olurdu sanatın tüm güzellikleri hep birlikte yaşanabilseydi? Herkes birkaç saatliğine de olsa mutlu olup gülümseyebilseydi…
(*) Cinema Paradiso https://youtu.be/uiYSjHPrVb0
NOT:Yumurta şeklindeki yeni CSO binası artısıyla eksisiyle o kadar çok konuşuldu ki, bu konudaki yazılarını ilgiyle izlediğim, bir dönem bu değerli kurumların yönetiminde de görev almış olan Hüseyin Akbulut’un yazılarını okumanızı öneririm.
https://www.sanattanyansimalar.com/yazarlar/huseyin-akbulut/25-yildir-bitmeyen-bina-seruveninden-anilar/562/
Yorum Yazın