Merkez Bankası Başkanı Naci Ağbal, Cumhurbaşkanı kararı ile cumartesi gecesi görevden alınmış, yabancı yatırımcı nezdinde, Türkiye, bir günde, gündüzden geceye geçmişti.
Piyasalar tıpkı, Albayrak döneminde, (kasım tarihli) faiz artırımını pas geçtiğimiz günkü gibiydi, farklı olarak, kırılgan Türkiye ekonomisi için artık böyle sürprizler lükstü.
Ortalık toz dumandı, yine de Cumhurbaşkanı’nın 24 Mart Çarşamba günkü konuşmasına kadar, resmin tamamı görünmüyordu.
Cumhurbaşkanı, dışarıdan pahalıya alıp, içeride, yatırım yapacağım, diyene ucuza kredi verilmesini öngören yeni bir modeli müjdeliyordu!
Peki, Merkez Bankası’nın eksi bakiyede olduğu, uluslararası kurumların, Türkiye’de kur krizi yazıları döşendiği bir dönemde, yeni model ne getirir ne götürürdü, dahası sürdürülebilir bir model miydi?
Cumhurbaşkanı’nın konuşmasının detayından ve yukarıdaki soruların yanıtından önce, Türkiye’nin girdiği güven erozyonu öncesinin koşullarını anımsatıp, IMF’ye giden yolu betimlemeye çalışacağım.
DAMAT TEKRAR DÖNÜYOR MU, ENDİŞELERİ
Son bir aydır piyasalar 6,77’lerden 7’lere kurun atağından rahatsızdı.
Bunun nedeni ise uluslararası piyasalardaki baskıydı. 0,95’ten 1,75’e giden ABD 10 yıllıklarına, içeride, “Damat tekrar dönüyor mu?” diye, siyasi stres eşlik ediyordu.
Yiğit Bulut’un, faizi gene yükselttik ama kur yine yükseldi. Elimizde, yüksek faiz ve yüksek kur kaldı, sözüne Cumhurbaşkanı, kısa vadede enflasyona atıfta bulunarak, fiyat istikrarını rafa kaldıracağız, diye eklemişti. Ama Cumhurbaşkanı’na verilen konuşma metninde bu yoktu.
Metnin orijinali, “Önceliğimiz, ihracat, üretim, istihdam yaratma ve faizleri düşürme” şeklindeydi. Bu sözler, Merkez Bankası’na uyarıydı. Merkez’in, enflasyonu kontrol altına alma çabalarına karşın, bu ay enflasyonun 16’lara çıkması bekleniyordu.
Merkez 17.75’i savunabilir mi, diye bakıyordum. Çünkü yukarı doğru 24’e kadar bir marj oluşma potansiyeli söz konusu ve Rahip Brunson Krizi, dışında 17.75’in üstünü görmemiştik.
O bölge bu nedenle önemliydi. Brezilya Merkez Bankası’ndan 0,75 ile sürpriz faiz artırımı geldi. ABD 10 yıllığı bu toplantıda 1,75’e çıkmıştı. Nereden baksan 125 baz puan artırım gerekirken, Naci Ağbal, 200 baz puan ile piyasanın da önüne geçerim, dedi.
Ve son toplantıda, dünya genelindeki enflasyonist baskıya, ön almak isteyen Merkez sıkı paradan geri adım atmadı, 100 bazlık beklentilerin de üstünde, 200 baz puan artış ile faizi 19’a yükseltti.
1 AYDIR BÜROKRATLAR GÖREVDEN ALINIYORDU
Ağbal, Cumartesi gecesi görevden alındı. Son bir aydır, birçok kurumda benzer operasyonlar söz konusuydu.
Varlık Fonu’nun, BİST’in, TÜİK’in tepe yöneticileri değiştirilmişti.
Ve Ağbal’ın görevden alınışı, piyasaların, önümüzdeki dönemde taşlar yerine oturacaktır, beklentisinin üstüne geldi.
Muhalif bir gazete ile yandaş diğer bir gazetenin manşeti aynıydı ve gerekli midir, demeden faiz artışının ardındaki ihaneti sorguluyordu(!)
Tarımın ve imalatın olmadığı, yani yapısal sorunlara bir de faiz krizi eklenmişti.
Sonuç olarak 21 ay gibi kısa sürede yabancı yatırımcı nezdinde, 3. Merkez Bankası Başkanı da değiştirildi.
Yabancıların kasım ayındaki değişimle aralığa kadar, swap ile 14-15 milyar ve 4, 5 milyar dolar da hisse senedi girişi olmuştu.
Yılbaşından bu yana ise yabancı yatırımcının, 800 milyon dolarlık satışı yaşanmıştı.
Bankalar, haftanın ilk iki gününü tabandan kapattı. Çünkü, tekrar eski sisteme mi dönüyoruz, korkusu hâkimdi.
Enflasyonu kontrol altına almadan faizleri hızlı biçimde aşağı indirirsek, ısınmaya sebebiyet verir mi, sorusunu gündeme alan, bir ekonomi yönetimi gelmişti.
Merkez’in çiçeği burnunda, yeni başkanı, olağanüstü toplantı yapmayacağım dediyse de, piyasalar huzursuzdu.
Son giren paranın kendini dışarı atmaya çalıştığı bir panik havasıydı, yaşananlar.
Piyasalarda, “8’li 10’lu rakamlara giden bir döviz kuru ile daha rekabetçi mi olmaya çalışacağız”, endişesi hâkimdi.
Ekonominin yumuşak karnı enerji ithalatında senaryolar enerji maliyetinin düşmesi iken, petrol fiyatları 70 dolarlara çıkıyor.
Fransa, Almanya karantina süresini uzatmaya giderken, “Kapatmalar mı geliyor?” korkusu hâkim.
Borçları çevirmek için can simidimiz olan turizm gelirlerinin bırakın artmasını, kaybı söz konusu.
Ana muhalefet partisine göre, Ağbal 128 milyar doların akıbetini sormuş, sonrasında da, paranın nereye gittiği konusunda bir çalışma yapılmasını istemişti. Ve Cumhurbaşkanı bunu affetmemişti!
Naci Ağbal’ın neden görevden alındığı net değil, ama cumartesi gecesi Cumhurbaşkanı kararı ile görevden alınmasının faturası net biçimde, güven erozyonu, oldu.
Ağbal görevden alınırken, İstanbul Sözleşmesi Meclis kararıyla değil, tek taraflı Cumhurbaşkanı kararı ile feshedilmiş, Gezi Parkı ise bir vakfa devredilmişti. Kanal İstanbul’u yapacak müteahhide ise devlet garantisi getirilmişti.
Tüm bunlar iktidarın sadece kendi seçmenini etkilemek ve kongre öncesi kendi saflarını güçlendirmek üzere devreye aldığı aksiyon planıydı.
Bununla birlikte bu tehlikeli oyunun faturası sadece para piyasalarına değil, turizme de kesilmişti.
Açığı kapatacak derken turizmde düşüş konuşulmaya başlanmış, Merkez’in enflasyonu kontrol edip sıcak paranın girmesi gibi senaryolar, temelde düşük döviz kuruna dayanan öngörülere takılmıştı.
Ve son görevden almayla birlikte, olumlu beklentiler de ötelenmişti.
Adeta iğneyle oya oya, Türkiye’ye gelen bir avuç yabancı yatırımcı da güven erozyonu ile kaçmıştı.
CUMHURBAŞKANI’NDAN, "SORUN YOK" AÇIKLAMASI!
İşte Cumhurbaşkanı böyle bir gündemde konuştu.
Cumhurbaşkanı’nın dünkü (24 Mart Çarşamba) açıklamaları daha sakindi. Anladığım o ki, önümüzdeki dönemin anlatıldığı kadar kötü olmadığına ikna olmuş.
Döviz ihtiyacı ciddi. 190 milyar dolar gibi borç var. 30- 35 milyar dolarla birlikte, dövizi çevirmek için yaklaşık 220 milyar dolar lazım.
Bu daha yüksek fiyatla Türkiye’nin çevireceği bir fiyat anlamına geliyor.
Dış piyasalarda Türkiye ile ilgili iyi şeyler söylenmiyor.
-Societe Generale, TR’ de dolar kurunun 9,70’e oturacağını öngörüyor-
Yani, çiçeği burnunda Merkez Bankası Başkanı’nın faiz indireceği bir ortam oluşmayacak, gibi görünüyor.
YATIRIMA DÜŞÜK FAİZLİ KREDİ DÖNEMİ
Yatırım yapana düşük faizli kredi kampanyaları düzenlenirken, dövizde daha pahalıya borçlanacağımız bir dönem başlayacak.
2020 başındaki senaryonun bir benzerini, farklı olarak yüksek faiz koşullarıyla yaşayacağız.
KOŞA KOŞA KRİZE GİTMİYORUZ!
Başka bir deyişle, Türkiye krize koşa koşa gitmiyor.
“Faizleri indiriyoruz. Geçen senekinden farklı isteyen herkese 8- 10 puandan da kredi vereceğiz” derlerse, bakın o zaman krize gireriz.
Evet, politika faizi, tahvil faizi yüksek kalacak. Döviz ihtiyacını dışarıya önerirken, kamu bankaları eliyle düşük kredi vermeye çalışacaklar.
Yani, dışarıdan pahalıya alınan krediyi, içeride ucuza verip, aradaki farkın, devlet tarafından üstlenildiği bir modele geçtik!
Bu model, daha fazla bütçe açığı ve daha çok borçlanma anlamına geliyor.
Bu model enflasyon demek, kurdaki baskının devam etmesi, dövizin, zaman zaman durulsa da daha yüksek frekansta dengelenmesi demek.
Ve bu model, belki zaman kazandırabilir ama sürdürülebilir değil.
Türkiye, bu modeli maksimum 6 ay sürdürür. Ve bu 6 ay sonra tamamen tıkanmış bir ekonomiyi görmemiz anlamına geliyor ki; yolun sonunda, IMF ile anlaşma görünüyor.
Yorum Yazın