© Muhalif 2024

Açız ama şampiyonuz!

İnanç Uysal'ın kaleme aldığı 'Açız ama şampiyonuz!' başlıklı yazı...

Türkiye’de yaşanan şey ekonomik kriz mi, yoksa ekonomik dengesizlik mi diye hep konuşuyoruz. Emekli maaşları ve asgari ücret rakamları da bu dengesizliğin yoksulluk tarafının simgeleri elbette. Zaten çok ciddi bir servet transferinden ekonominin uzmanları devamlı şekilde söz ediyor. 

Elbette biz buna çok kızıyoruz. Halk olarak büyük çoğunluğumuz sıkıntı çekerken birilerinin keyif içinde yaşamaları, hepimizi derinden rahatsız ediyor. Sadece bu dengesizliğin futbolcu ile ilgili olan tarafından hep beraber keyif alıyoruz gibi duruyor. Borçları yapılandırılan vergileri silinen, alt yapılarından sporcu yetiştirmemek için enteresan bir şekilde direnmeyi başaran kulüplerimiz birer birer dünya yıldızlarını kadrolarına katıyor. 

Bu dünya yıldızlarına bizim bildiğimiz kadarı ile bile ödenen korkunç paralara rağmen sonunda Şampiyonlar Ligi’nde yer alacak takımımız kalmayıncaya kadar geriye gitmeyi başardık çok şükür. Ama olsun; birbirimizi yeniyoruz, yenemezsek, hakaret ediyor olmadı kavga ediyor ve elde ettiğimiz o muhteşem başarılarla acayip keyif alıyoruz. 

Türkiye kişi başına düşen gelir açısından bakıldığında Avrupa’nın en önemli ülkelerinden birisi değil. Elbette en üstte nüfusu daha düşük küçük ülkeler var orası ayrı, Lüksemburg Hollanda gibi ülkeler doğal olarak kişi başına yüksek gelir elde ediyor. Nüfusları düşük elbette o durumunda çok etkisi var. Ama o liste de Avrupa Futbolunun dev ülkelerinin de yine gerisindeyiz. 

Futbol sıralamasına bakınca Avrupa’da 9. Sırada görünüyoruz ülke olarak. Oysa konuya dahil olmayan Rusya’yı saymazsak Avrupa’nın en kalabalık ülkesiyiz. Genç nüfus bakımından Avrupa ülkelerine ayrıca fark attığımız da biliniyor zaten. 

Bu durumda İngiltere, Fransa, Almanya, İtalya ve İspanya ile boy ölçüşmek olası değil. Özellikle İngiltere ve İspanya’da konuya önemli ekonomik yatırımlar da söz konusu. Yine de geleneksel olarak da futbol açısından bu ülkelerin bizim önümüzde olması normal. Ama nüfusları bizden çok daha az olan diğer ülkeleri ne yapacağız? Zaten Milli takımımızın başarılarında da gurbetçilerimizin ne kadar önemli katkıları olduğunu biliyoruz.

Türkiye’den yetişip Avrupa’da futbol oynayabilen 5-10 çocuğumuzun başarılarını da her gün manşetlere taşıyoruz. 

Yani aslında, memleketin futbol açısından öyle çok da verimli bir iklimi yok. Ama futbolun bütçesi açısından son derece önemli bir durumdayız. Öyle ki; kendilerine transfer sınırları konulmuş, bankaların borçları nedeni ile gelirlerine el koyduğu kulüplerimiz transfer yarışına girmeyi başarmış durumdalar yine. 

Ne kadar ilginç değil mi? Eğer bu oyuncuları alan kulüpler bizim tuttuğumuz ise mutlu oluyor, diğeri ise de sadece sinirleniyoruz. Hatta kendi kulübümüzü beceriksizlikle suçluyoruz. Harcanan paranın kendi paramız olduğunu ise hiç düşünmüyoruz. Avrupa’nın en yüksek nüfusuna sahip olduğumuz halde 3’de birimiz kadar nüfusa sahip olan Hollanda’dan gelen gurbetçi Türk Ferdi Kadıoğlu’nun transfer rekoru kırmasını garipsemiyoruz. 

Arda Güler’in tek olduğuna, 85 milyonluk bir ülkede o yetenekte başka çocuklar olmadığına inanmayı tercih ediyoruz. Gurbetçi çocuklarını futboldan çıkarsak şu an bulunduğumuz o 9. Sırayı da kaybedeceğimizin farkında değilmiş gibi davranıp her gün kendi aramızda kavga ediyoruz. 

Açıklanan bütçelerin kullanılabilmesi için bizim fakirleştirildiğimizin farkında değilmiş gibi sanki o paraları hayatımızda bir kez olsun görmüşüz gibi milyon Eurolar telaffuz ediyoruz. O paraların sahipleri memlekete borçlarını dahi ödemiyor. Ama biz onların kazanacakları başarı ile mutlu olmayı tercih ediyoruz. O başarılar da aslında sadece kendi aramızda kalıyor ama olsun. 

Simon Kuper’in ‘Futbol asla sadece futbol değildir’ kitabını sanırım 1996 yılında falan okumuştum. O zaman bana bu kadar anlamlı gelmemişti sanırım kitabın adı. Şimdi fark ediyorum ki futbol da bizi gibi ülkelerin asıl ve yapısal sorunlarını örtmek açısından son derece önemli argümanlardan birisi.

Bize sunulan her ayrışma aygıtını düşünmeden kabul edebilecek kadar kamplaşmaya müsait bir toplumuz. Çeşitli yollarla soframızdaki ekmeği alıp, o ekmekler sayesinde aldıkları spor arabalarla antrenmana gelenleri seyretmeye bayılıyoruz. Bari, karşılığında o paraları ödediğimiz futbolculardan Avrupa’da başarı görsek de soframızdan eksilen ekmeğin bir anlamı olsa. 

Ne kadar da siyaset gibi değil mi?  

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER