Türk halk müziği sahnesinin eşsiz ismi, besteci, söz yazarı ve halk ozanı Neşet Ertaş, 11. ölüm yıl dönümünde hala gönüllerimizde yaşıyor.
Türküleri kendine has üslubuyla icra eden ve “Bozkırın Tezenesi” olarak anılan Neşet Ertaş’ın vefatının üzerinden 11 yıl geçti.
Kırşehir’in Çiçekdağı ilçesine bağlı Abdallar (Kırtıllar) köyünde 1938’de dünyaya gelen halk ozanı, 8 yaşına kadar doğduğu köyde yaşadı. Daha sonra ailesiyle İbikli (Çiçekdağı) köyüne yerleşen Ertaş, müzik hayatına da kendisi gibi saz üstadı olan babası Muharrem Ertaş sayesinde başladı.
Bozlak türkülerini feryat olarak nitelendiren Ertaş’ın ilk çalgısı annesi Döne Ertaş’ın çamaşır tokacına tel takmak suretiyle yaptığı oyuncak bağlamaydı. Okula gidemeyen, fakat çok küçük yaşta bağlama ve keman çalmayı öğrenen sanatçı, okumayı da ağabeyi Necati Ertaş’tan öğrendi.
Neşet Ertaş, çocukluğunda babasıyla birlikte Kırşehir, Nevşehir, Niğde, Kırıkkale, Keskin, Yerköy, Kayseri, Yozgat gibi birçok yeri gezerek saz çalıp, türküler söyledi.
14 YAŞINDAYKEN İLK ALBÜM
Babasından müzikle ilgili pek çok şey öğrenen Ertaş, 14 yaşında İstanbul’a gelerek ilk plağını 1957’de babasının yazdığı “Neden Garip Garip Ötersin Bülbül” türküsüyle çıkardı. Bu çalışması geniş kitlelere ulaşan Ertaş, kısa sürede Anadolu’nun tamamında tanınan ve dinlenen bir halk ozanı oldu.
İki yıl boyunca İstanbul’da plak, kaset ve konser çalışmaları yapan Ertaş, daha sonra Ankara’ya yerleşti ve sanat hayatını burada sürdürdü.
Usta müzisyen, bu süreçte “Türkülerin Babası”, “Anadolu Efsanesi” ve “Abdal Müzisyen” gibi isimlerle de anılmaya başlandı.
Mahalli sanatçı unvanıyla Ankara Radyosu’nda programlar yapan Ertaş, Leyla Hanım ile tanışıp evlendi ve çiftin 3 çocuğu oldu fakat 7 yıl sonra eşinden ayrıldı.
DEVLET SANATÇILIĞINI KABUL ETMEDİ
Yaşadığı sağlık sorunları sebebiyle enstrüman çalamaz hale gelen ve tedavi için Almanya’ya yerleşen Ertaş, çocuklarının eğitimi ve sanat çalışmaları dolayısıyla uzun süre bu ülkede ikamet etti.
Türkiye’de plakları, radyo programları, konser ve düğün performanslarıyla büyük bir üne kavuşan Ertaş, Almanya’daki birinci kuşak Türk göçmenler tarafından da çok sevilen bir isim oldu.
Kendi üslubuyla gelenekten gelen türküleri icra eden Ertaş, 2000 yılında İstanbul’da yeniden sevenlerinin karşısına çıktı.
Abdallık kültürünün son efsanesi olarak bilinen Ertaş, Süleyman Demirel’in cumhurbaşkanlığı döneminde kendisine teklif edilen “Devlet Sanatçısı” unvanını kabul etmedi.
Hayatta olduğu dönemde Kültür ve Turizm Bakanlığınca “Unesco Somut Olmayan Kültürel Mirasın Korunması Sözleşmesi” kapsamında “Yaşayan İnsan Hazinesi” ilan edilen Ertaş, eserlerinde Anadolu insanının acı ve kederini dile getirdi.
Ertaş’a, İstanbul Teknik Üniversitesi Devlet Konservatuvarı tarafından 2011’de fahri doktora unvanı verildi, sanatçının bağlamadaki tavrı ve türküleri konservatuarlarda ders olarak okutuldu.
400’DEN FAZLA PLAK
Hayatı boyunca 400 plak, birçok kaset ve “long play”e imza atan Ertaş, 25 Eylül 2012’de prostat kanseri sebebiyle İzmir’de 74 yaşında vefat etti.
Hayatı ve eserleri Prof. Dr. Erol Parlak tarafından iki ciltlik bir kitap olarak yayımlanan Ertaş’ın albümlerinden bazıları şöyle:
“Gönül Ne Gezersin Seyran Yerinde”, “Kendim Ettim Kendim Buldum”, “Kibar Kız”, “Gel Gayri Gel”, “Türküler Yolcu”, “Gitme Leylam”, “Kova Kova İndirdiler Yazıya”, “Seher Vakti”, “Polis Lojmanları”, “Benim Yurdum”, “Gönül Yarası”, “Zülüf Dökülmüş Yüze”, “Zahidem”, “Gönül Dağı”, “Ölmeyen Türküler 2”, “Ölmeyen Türküler 3”, “Sazlı Sözlü Oyun Havaları”, “Niye Çattın Kaşlarını”, “Yar Gönlünü Bilenlere”, “Garibin Dünyada Yüzü Gülemez”, “Altın Ezgiler”, “Gurban Olduğum”, “Ağla Sazım”, “Hata Benim”, “Mühür Gözlüm”
Yorum Yazın