Çinli sporcular, altın madalya kazanmak için çocukluklarından itibaren aralıksız şekilde yoğun bir eğitime maruz kalıyorlar. Tüm çaba Çin’in madalya sıralaması en yukarıya ulaşması için. Ancak bu yolda başarıyı yakalayamayanlar da var…
Oğuz Büber - Muhalif Analiz
Çoğu Olimpiyatta olduğu gibi Paris’te de madalya yarışı Amerika Birleşik Devletleri ile Çin Halk Cumhuriyeti arasında geçiyor. Bu kıyasıya rekabetin Pekin için Washington için olduğundan çok daha fazla önem arz ettiğini söyleyebiliriz. Yazının ilerleyen kısımlarında bu fikri neden belirttiğimi anlayacaksınız.
Çin için Olimpiyat öncesinde beklediği gibi en fazla madalyanın geldiği dallar atıcılık, badminton, jimnastik, atlama ve yüzme oluyordu. Yarışmanın son günlerine doğru halterde de madalyalar kazanacaklarını söyleyebiliriz.
Madalya serüvenin nasıl başladığına bir bakalım…
Ulusal Seferberlik
Eski Çin Devlet Başkanı Mao Zedong, genç Halk Cumhuriyeti’nin kaslarını geliştirmesini emrettiğinden beri Çin, sporu oldukça ciddiye alıyor. Komünist devrimin lideri Mao’nun kaleme aldığı ilk makale de, “Asya’nın hasta adamı” olarak nitelendirilen bir ülkenin kas gücünü geliştirmesine dairdi.
Ülkenin Olimpiyatlardan yaklaşık 30 yıl ayrı kaldığı bir dönem var. Bu süreçte siyaset sporun önünde yer alıyordu. Rakipleri Tayvan, Çin Cumhuriyeti olarak oyunlarda yer aldığı için Pekin ‘Çin Taipei’ olarak isim değişikliği gerçekleşene dek Olimpiyatları boykot etmişti.
Fakat sonrasında, tarihler 1984’ü gösterdiğinde; Çin Devleti, Sovyetler Birliği’ni örnek alarak şampiyonlar yetiştirmek amacıyla devlet tarafından işletilen binlerce spor okulu kurdu.
Pekin’in bir altın madalya stratejisi vardı. Masa tenisi ve atlama gibi usta oldukları alanların yanı sıra halter ve atıcılık gibi kategorilerde madalya madenciliği yapıyorlardı. Biraz daha açmak gerekirse, Batı’da fazla rağbet görmeyen kategorilerin yanında birden fazla Olimpiyat altın madalyası alma şanslarının olduğu spor dallarına odaklanıyorlardı.
Çin’in 1984’ten beri kazandığı Olimpiyat altınlarının yaklaşık yüzde 75’nin sadece altı spor dalında olması da bunun bir göstergesi (masa tenisi, atlama, atıcılık, badminton, jimnastik ve halter).
Çinli spor insanları gelecek vaat eden gençleri genç yaşta seçip, sıkı eğitim programlarından geçirerek uluslararası yarışmalara hazırlıyorlar. Yani sporcuların kariyerleri adeta devlet yapısı içerisinden çıkıyor. Ama içeriğinin ne kadar insani olduğu tartışmalı?
Çin; spor akademilerine, yetenek avcılarına, psikologlara, yabancı antrenörlere ve son teknoloji bilime bugüne kadar yüz milyonlarca dolar harcama yapmıştır. Sadece Seul’deki 1988 Olimpiyatları’na harcanan para bile 260 milyon dolar civarındadır. O yıl sadece beş altın madalya alınmış olsa da, son yıllarda en iyi 2-3 ülkeden biri olmasının temelinin atılması bu sayededir.
Olimpiyat Eğitim Okulları
Çin’de devletin işlettiği 3000’den fazla spor okulu, 20 büyük ve 200 küçük program bulunmaktadır. Çin’in Olimpiyat sporcularının neredeyse tamamı bu okullar ve programlardan yetişmiştir. 2005 yılında spor okullarına kaydolan öğrenci sayısı yaklaşık 400 bindir.
Peki, bu öğrencilerin yüzde kaçı bir olimpiyat sporcusu olabiliyor sizce?
Spor okulu öğrencilerinin sekizde biri ilk takımına girebiliyor. Bunların üçte biri milli takıma ve milli takım üyelerinin de yaklaşık beşte biri eğitim alan Olimpiyatçılar arasında olabiliyor. Eğitim görenler içinden ise sadece sekizde biri gerçekten Olimpiyatlara katılma şansına erişebiliyorlardı. Bu, spor okulu sisteminde yetişen her 900 çocuktan 899’unun Olimpiyatlara hiç katılamaması anlamına gelmektedir.
1,4 milyarlık nüfuslu ülkenin dört bir yanına erişiyorlar ve geçmişte Nazi Almanyası’nın yaptığı gibi belirli vücut tiplerine sahip çocukları arayıp çocukların ailelerine gidiyorlar ve onların ulusal eğitim merkezlerine götürülmesini sağlıyorlar.
Her bir şehirde 8-13 yaş arasındaki çocuklar testlere tabii tutularak, spor okulu adayı olarak seçilir. İçlerinden gelecek vaat edenleri, ergenlik çağına geldiklerinde daha büyük devlet eğitim akademilerine geçiş yaparlar.
Doktorlar; bir çocuğun gelecekte nasıl olacağını tahmin etmek amacıyla boy, kol açıklığı, kemik yoğunluğu, esneklik ve diğer tümü detayları ölçerler. Kemik yoğunluğu ve yapısını belirlemek ve gelecekteki büyümeyi tahmin etmek için röntgen ve kemik testleri kullanırlar.
Ve asıl işin detayında şunlar yatıyor:
-Olağanüstü esneklik ve denge gösteren çocuklar jimnastik ve dalış kamplarına,
-Uzun boylu çocuklar voleybol ve basketbol kamplarına,
-Refleksleri hızlı olanlar masa tenisine,
-Uzun kollu çocuklar yüzmeye ya da cirit atmaya,
-Kısa kollu olanlar haltere yönlendiriyorlar.
Potansiyel okçular, avuçlarını açıp üst üste dizebildikleri kadar .22 kalibrelik mermi dizmelerinin istendiği bir sinir testine göre seçilmekte, ideal adayların sekiz ya da daha fazla mermiyi üst üste dizebilmesi gerekmektedir. Yalnızca altı ya da daha fazlasını üst üste koyabilenler değerlendirmeye alınabilmektedir. Güçlü omuzlar, üstün görüş yeteneği ve soğukkanlı bir tavır okçulukta istenilen özelliklerdir.
Tekvando, masa tenisi, jimnastik ve badminton gibi sporlarda erken yaşta büyük yetenek gösteren 6 yaşındaki çocuklar para getirme, gurur yaşatma umuduyla yıllarca antrenmanlara maruz kalmaktadırlar. Çoğunun rüyası uzun sürmez, fakat bazıları için ise bu bir Olimpiyat madalyasının ilk adımıdır.
Birçok öğrenci, sporu yoksulluktan çıkış bileti olarak gören dezavantajlı ailelerden gelmektedir. Erken Olimpiyat seçmelerini kazanmak bile sporculara ve ailelerine şehirde yaşama şansı ve statü kazandırmaktadır. Ancak öğrenciler yılda sadece birkaç kez ailelerini görme şansına sahip oluyorlar.
Öğrenciler yatakhanelerde, ranzalarda uyumaktadırlar. Eğitim seansları ve sınıf çalışmaları arasında odalarında kısa süreli uykularla dinlenmektedirler. Akademik çalışmalara ise neredeyse hiç vakitleri yoktur, çünkü tüm gün sadece spor ve uykudan ibaret. Spor okulu sistemi, yetenek bulmada oldukça maharetli ama sadece sportif eğitim var, geri kalan her şey ihmal ediliyor.
Tercih etme gibi bir kavramın bulunmadığını söylememe gerek yok sanırım.
Bu sistem için ne kadar kişinin hayatının boşa gittiğini pek de bir önemi yok, önemli olan ülkenin kazandığı madalya sayısı…
Bu da neye mi yol açmaktadır?
Sporcular başarılı bir sporcu olamadıklarında birçok sorunla karşı karşıya kalıyorlar. Eski sporcuların bazıları antrenör olarak iş bulabilirler, bazıları kendi işlerini kurar, bazıları da spor derneklerinde de çalışabilirler ama çoğunluğun spor haricinde hiçbir beceresi yoktur. Sebze satarak, fabrika işçisi olarak ya da bir güvenlik görevlisi olarak hayatın ortasına düşmek zorunda kalıyorlar. Yani ellerinden gelenin en iyisin yapmış olsa da başarısız olanlar gerçek dünyaya hazırlıksız yakalanıyorlar.
Geçmişte ülkede, ‘beşikten mezara’ sporcularla ilgilenen bir sistem varken şimdi kendi başlarının çarelerine bakmaları gerekiyor.
Bunun sebebi olarak da Sovyet tarzı eğitim sisteminin gerilemiş olması gösteriliyor.
Yorum Yazın