Gönüllerimizin Nobel’inin sahibi Yaşar Kemal’in Ağrı Dağı Efsanesi

  • Yazdır
  • A
    Yazı Tipi
  • Yorumlar
Gönüllerimizin Nobel’inin sahibi Yaşar Kemal’in Ağrı Dağı Efsanesi
Abone ol

Türk edebiyatının en büyük yazarlarından Yaşar Kemal’in normal şartlarda bir Nobel sahibi olacağını ve haksızlığa kurban gittiğini biliyor muydunuz? Nobel’i olsun ya da olmasın tarihimizin en büyük yazarlarından Yaşar Kemal’in güzide eserlerinden Ağrı Dağı Efsanesi’nin Şehir Tiyatroları’nda harika bir uyarlamasına tanık oldum…

Oğuz Büber - Muhalif Analiz

Büyük usta Yaşar Kemal’in bir Nobel kazanmamış olması hep içimizde kalan bir uktedir. En azından benim için öyle. Daha kaç yazar Yaşar Kemal’den fazla hak etmiştir ki bu ödülü?

Ünlü yazar, ilk defa 1973’te olmak üzere defalarca kez Nobel’e aday gösterilmişti fakat ödüle uzanamamıştı. Bu durumu, verdiği bir röportajda “Ölene kadar da aday olacağım” sözleriyle nükteli bir şekilde de dile getirmişti.

Üstelik birçok ibare gösteriyor ki, Kemal’in bu ödülü kazanamaması yetersizliğinden ya da şanssızlığından kaynaklı değildi.

Bu sebeplerden en önemlisini, Nobel ödülünün neden verilmediğini; diğer bir ünlü yazarımız, Kemal’in samimi dostlarından Zülfü Livaneli, ‘Sevdalım Hayat’ isimli eserinde şu satırlarla anlatıyordu:

“Bir seferinde Yaşar Kemal Nobel Ödülü'ne çok yaklaşmıştı. En güçlü aday olarak adı geçiyordu ve sonradan öğrendiğimize göre, ödülü kazanmaması için hiçbir neden yoktu. Tam o sırada bazı Türkler ve Türkiyeli Kürtler devreye girerek Yaşar Kemal aleyhine bir dedikodu çarkı çevirdiler. İsveç akademisine, Türk edebiyatını iyi bilmediklerini, aslında Yaşar Kemal'in Türkiye'de beşinci sınıf bir yazar olduğunu, sadece o çevrilmiş olduğu için ödülü ona vermenin haksızlık olacağını söylemişler.

Bu arada bazı Kürtler de Yaşar Kemal'in Kürt olduğu halde Türkçe yazmasının, Kürt kimliğini inkar etme anlamına geldiğini öne süren bir kampanya başlattılar. Onlara göre Yaşar Kemal, Kürt halkının masallarını alıp Türklere mal etmekle görevli bir devlet yazarıydı.

Lars Gustafson adlı İsveçli romancı, Avusturya'da tanıştığı Diana Canetti adlı Türkiyeli bir yazarın Türkiye'de Yaşar Kemal'den daha ünlü olduğunu yazınca dayanamadım ve yazının yayımlandığı Expressen gazetesine bir açıklama gönderdim. Yıllardır edebiyat dünyasının içinde olduğumu, yayıncılık yaptığımı anlatıp böyle bir Türk yazarı duymadığımı söyledim.

Lars Gustafson bana alçakça bir cevap verdi ve ‘Bay Livaneli Diana Canetti'yi Türk yazarı saymıyor ama o büyük şehir, Türkler gelmeden önce Cannetti'lerindi!’ diyerek beni ırk¬çılık yapmakla suçladı. Oysa gerçekten de böyle bir Türk ya¬zar duymamıştım, hala da bilmiyorum. Herhalde saçma sapan bir ırkçılıkla suçlandığım ilk ve son tartışma bu olmuştur.”

Yaşar Kemal’in yerine bir hayal mahsulü Diana Cannetti’nin konması bilgisini vererek konuyu çok güzel bir şekilde açıklığa kavuşturuyor Livaneli.

Elbette Nobel’inin olup olmaması Yaşar Kemal’in bizdeki değerinden bir şey kaybettirmeyecek. Üzüntümüz kalitesinin tescillenme şansına erişememiş olmasınadır.

‘Gözüyle kartal avlayan yazar’ın pazar günü doğum günüydü. Bir gün öncesinde de güzel Türkçesiyle bu toprakların hikayesini anlattığı ‘Ağrı Dağı Efsanesi’nin harika bir uyarlanmasına tanık oldum İBB Şehir Tiyatroları’nda.

Ağrı Dağı Efsanesi, tamamen Yaşar Kemal’e ait yapay bir destandı. Ama öyle bir işlenmişti ki, yüzyıllar boyunca dilden dile dolanan gerçek bir efsaneden hiçbir farkı yoktu.

18. yüzyılda Doğubeyazıt’ta geçmektedir bu eser.

“Ağrıdağının yamacında, dört bin iki yüz metrede bir göl vardır, adına Küp gölü derler.” sözleriyle başlar roman. Bu gölün başında toplanan çobanlar, kavalları ile Ağrı Dağı’nın öfkesini çalmaktadırlar.

Bir gün, beyaz bir at çıkagelmiştir, eserin kahramanlarından Ahmet’in kapısına. Atı ilk gören; yaşlı, uzun ak sakallı Sofi olmuştur.

Sofi, dağlıların geleneğini hatırlatır Ahmet’e: 

“Atı al, şu aşağı yola bırak gel. At bir daha kapına gelirse, al gene götür. Bunu üç kere böyle yap, At gene gelirse bu senin atındır. Atın sahibi bey de olsa, paşa da, Osmanlı Padişahı, Acem Şahı da olsa, Köroğlu da olsa, kelleni verir de bu atı veremezsin. Ve hem de veremeyiz."

Ahmet, bu geleneğe sahip çıkma pahasına hem atın, hem de bölgenin en önemli isimlerinden bir Osmanlı Paşası Mahmut Han ile karşı karşıya gelir.  Bu karşı karşıya gelmede denkleme bir de gönlünü Ahmet’e kaptıran Mahmut Han’ın güzeller güzeli kızı Gülbahar girecektir.

Özünde, aşkın bile geleneklerin önüne geçemediğini anlatan bir romandır ‘Ağrı Dağı Efsanesi’

Romanı okumuştum, tiyatroda ise tam anlamıyla yaşadım.

Romanda sadece karakterlerin seslerini hayal edebilirken; sahnelenen eserde müzik öyle bir katkı sunmuştu ki, dönemi ve dönemin getirdiği tüm duyguları yaşar hale gelmiştik.

Hikayenin önemli karakterlerinden birisi olan ‘at’ın, sahnede nasıl temsil edileceği benim için merak konusuydu. O kadar kaliteli bir temsil düşünülmüştü ki; fiziksel olarak ne kadar hafif ise sahneye de o kadar ağırlığını koyuyordu ‘at’ı canlandıran oyuncu.

Işık ve sahne tasarımı da oldukça iyiydi ve senaryoyla harika bir şekilde bütünleşiyordu.

Kıyafetler arasındaki seyirciye hissettirmeden yapılan geçişler de alkışlanacak türdendi: Dağlıların, paşanın hizmetkârları rolüne geçiş yapması biz göz açıp kapayıncaya kadar oluyordu.

Tüm bu iyi detaylar birleşince de harika bir yapım ortaya çıkıyordu.


Yapımda emeği geçen başta Yönetmen Yiğit Sertdemir olmak üzere bütün ekip büyük bir tebriği hak ediyor. Bu değerli isimleri de tek tek paylaşmak istiyorum:

Dramaturgisini Sinem Özlek’in, müziğini Oğuzhan Balcı’nın, dekor tasarımını Barış Dinçel’in, kostüm ve kukla tasarımını Candan Seda Balaban’ın, ışık tasarımını Osman Aktan’ın, ses tasarımını Gökhan Suna’nın,  koreografisini Senem Oluz, Özge Midilli’nin, oyunun müzik direktörlüğünü Burçak Çöllü’nün yaptığı, fotoğraflarını Sadi Ayan’ın çektiği oyunda; Arda Alpkıray, Ayşe Günyüz Demirci, Besim Demirkıran, Can Tarakçı, Cihan Kurtaran, Emrah Can Yaylı, Emre Yılmaz, Ertan Kılıç, Hakan Örge, Murat Üzen, Özge Midilli, Serkan Bacak, Uğur Dilbaz, Yeliz Şatıroğlu, Zeynep Ceren Gedikali rol alıyor.

Ağrı Dağı Efsanesi’ni bu ay 2-5 Ekim, 9-12 Ekim 2024 tarihleri arasında Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahnesi’nde izleyebilirsiniz…
 


Yorum Yazın