Reisi’nin ölümü sonrasındaki sessiz atmosfer, bolca spekülasyonun ortaya çıkmasına zemin hazırladı. Peki, ölümüne dair İran’da ve dünyada neler konuşuluyor? Kazaya dair ortaya atılan teoriler neler?
Oğuz Büber - Muhalif Analiz
İran İslam Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi ve diğer üst düzey yetkilileri taşıyan helikopterin nasıl düştüğüne dair net bir açıklama yakın zamanda gelecek gibi durmuyor.
İran Devlet Televizyonu tarafından aracın sert iniş yaptığı belirtildikten saatler sonra herkesin bildiği gerçek paylaşılmış; Reisi ve Dışişleri Bakanı Hüseyin Emir Abdullahiyan’la birlikte araçta bulunan tüm isimler yaşamını yitirmişti.
Kazanın hava koşullarıyla ilgili olduğu çıkarımı en baştan yapılmıştı fakat kamuoyuna çok az bilgi yansıtılması geniş spekülasyonların çıkmasına neden olmuştu. İranlı yetkililerin havacılık felaketlerinde kaza yerlerini tahrif etme konusunda da sicilleri kabarık olunca, bulguların ortaya çıkma sürecinde şeffaf olma düşüncesi de pek samimi gelmiyor. Bu durum kaçınılmazı meydana getiriyor ve daha fazla soru işareti doğmasına neden oluyordu.
En temel soru tabii ki şu olacaktır: Böyle büyük bir ülkenin en üst düzey yetkililerini taşıyan bir araç, nasıl olur da sınırları içerisinde bu kadar uzun süre ortadan kaybolabilir ve hiçbir şekilde erişim sağlanamaz?
Tam da komplo teorisi niteliğinde bir cevap verebilir aslında: İranlı yetkililer ne olduğunu hemen anladılar fakat ülkeye ve dünyaya nasıl bilgi vereceklerini düşünürken vakit kazandılar.
Resmî açıklamanın yapılmadığı her geçen süre komplo teorilerini daha da arttırırken; içeriklerin her biri de rejimin zayıflıklarını işaret eder nitelikteydi.
Tüm dünyanın ilk aklına gelen senaryo olası suçlunun İsrail olduğu yönündeydi. Bunun nedeni göstermek de çok zor olmayacaktı. Sonuçta Orta Doğu’da rekabet içerisinde olduğu en büyük devletlerden birisi ve yakın zaman içerisinde Filistin konusunda da karşı karşıya geldiler.
İran, 13 Nisan 2024 günü akşam saatlerinde başlayan, İsrail’i hedef alan bir insansız hava aracı saldırısı gerçekleştirdi. İsrailli yetkililere göre 100’e yakın, Amerikalı yetkililere göre 400-500; İHA ve potansiyel füze kullanıldı. İsrail Savunma Bakanı Yoav Gallant IDF’nin saldırıyı etkileyici bir şekilde durdurduğunu söylerken ülke yönetimi saldırıya yanıt vereceğinin mesajını da vermişti. İsrail Genelkurmay Başkanı Herzi Halevi de, ülkenin yanıt vereceğini söylemiş fakat ayrıntı paylaşmamıştı. Tüm parçalar birleştiğinde ister istemez akıllara ‘Acaba bu suikast İsrail’in bir yanıtı mıydı?’ sorusunu akıllara getiriyor…
Diğer bir detay da, İsrail’in daha önce İran’ın kilit isimlerini öldürdüğünde de benzer bir yalanma getirdiği belirtiliyor. Yani olayı kabul etmemeleri bizi kesin bir sonuca götürmüyor.
Öte yandan İsrail’in olayda rolü olup olmadığına bakılmaksızın, sıradan İranlılar bunun İran’ın yüce lideri Ayetullah Humeyni’ye bir mesaj niteliğinde olduğunu yok sayamayacaklardır.
Rejim için gerçekliğini kabul etmesi zor olacak diğer bir teori ise; bu olayın İran içerisinden biri tarafından gerçekleştirildiği fikri.
İran ekseriyetle, Humeyni’nin tüm kaprislerine boyun eğen, oldukça sıkı kontrollü bir sisteme sahip olsa da; bu durum ülkedeki siyasi rekabeti tamamen yok sayacağımız anlamına gelmiyor. Aksine oldukça yaygın olduğunu da söyleyebiliriz. Reisi’nin yüce lider tarafından cumhurbaşkanı olarak seçildiği düşünülüyordu. Her ne kadar birçok analist; Reisi’nin zirveye çıkabilecek yetenekleri olduğu konusunda kuşku duysalar da, Humeyni’nin yerine geçmek için yarıştığı çoğu çevre tarafından kabul ediliyordu.
Şimdi ise Humeyni’nin oğlu Mojteba (Mücteba), babasının vefat etmesi durumunda devletin tüm gücüne sahip olabilecek en muhtemel kişi konumunda. İran’ın teokratik yönetim sisteminde; sadakatin ismen karşılığının bulunduğu zamanlar olduğu gibi, devlet içerisinde şiddet içeren ve çözülemeyen ölümlerin de yaşandığı dönemler de görülmüştür. Bu ölümcül helikopter kazasının en olası nedeni ise; en az hayal ürünü içerip, en tahrip edici olanı olmasıdır. Bu kazayı İran İslam Cumhuriyeti’ndeki ileri derecede çürümüş ve kokuşmuş sistemin bir tezahürü olarak da görebiliriz.
İran, dünyada araba kullanmak ya da uçmak için tercih edilebilecek en tehlikeli bölgeler arasında olabilir. Her sene ortalama 17.000 kişi karayollarında gerçekleşen kazalarda hayatlarını yitirmektedir. Ölümle sonuçlanan uçak kazalarının sayısı da normalin çok üzerinde seyretmektedir. Uçuş kazalarına asıl sebep olarak; İran’a uygulanan ekonomik yaptırımlar sebebiyle, bakımları aksayan eski uçakların kullanılmasını gösterebiliriz. Toplumun her kesimi olağandan daha fazla ulaşım kazalarına maruz kalırken, siyasetçilerin de ulaşım kazalarında düşünülenden daha sık öldüğünü ya da yaralandığını söylemek mümkün.
Yine de, İranlılar başta olmak üzere tüm insanların aklına şu soru gelecektir. Koşullar bu kadar tehlikeli evet. Ama ülkenin cumhurbaşkanının ve kabine üyelerinin standardın daha üzerinde güvenlik önlemleri olamaz mıydı? Kazanın sağlam önlemlere rağmen olduğunu varsaysak bile; uçağın nerede olduğunu tespit edecek bir sistemleri, gelişmiş yöntemleri nasıl olmaz? Sonuçta İran nükleer teknoloji kullanan bir ülke. Bu önlemler en tepedekilere bile sunulmuyorsa İslam rejimi kendisini nasıl kudretli olarak tanımlayabilir?
Başarısızlıkların tamamının Allah’tan geldiğine inanılarak hiç kimsenin sorumluluk üstlenmediği bu topraklarda, kazanın hesabının resmi makamlar nezdinde sorulmayacağı bir gerçek.
Kaza olarak ifade edilen helikopter düşüşüne ilişkin delillerin tüm dünya tarafından öğrenilme şansı olabilecek mi bunu zaman gösterecek. Fakat imkansıza yakın olduğunu belirtelim.
Sonuç mu? İran’da değişen bir şey olmayacak.
Sistem aynı kalırken; Ayetullah Humeyni’nin yerine gelecek isim değişmiş olacak sadece…
Yorum Yazın