Muhalif olarak, Sürdürülebilirlik Adımları Derneği ve Metsims Sustainability Consulting’in birlikte düzenlediği “Konuşul(a)mayanlar” etkinliğinin misafiriydik. Sürdürülebilirlik hakkında, alanın uzmanlarından bugüne kadar sürdürebilirlik konusunda bildiklerimizden daha derin bilgiler edindiğimiz, yeni kavramlar da öğrendiğimiz oldukça keyifli bir panel oldu.
Oğuz Büber - Muhalif Özel
Panelin konukları; Zorlu Holding Kurumsal İletişim ve Sürdürülebilirlik Genel Müdür Yardımcısı Şahika Özcan Ortaç, Akbank Sürdürülebilirlik Müdürü Feride Doğan Kızar ve Metsims Sürdürülebilirlik Müdürü Orhan Atacan’dı. Moderatörlüğünü ise Sürdürülebilirlik Adımları Derneği Başkanı Emrah Kurum üstleniyordu.
12 Haziran’da gerçekleşen etkinliğin ana başlığı: “Sürdürülebilirlik: Liderlik, Değişim ve Etki” idi. Şirketler ekseninde; sürdürebilirlik kararlarının nasıl verildiği, alınan kararların arkasındaki yapılanmanın ve mekanizmanın işleyişi detaylı bir şekildi irdelendi. Sürdürebilirlik alanında yaşanan zorluklar ve hedeflenen adımlar masaya yatırıldı.
Bu oldukça doygun etkinliğin bizim açımızdan dikkat çekici kısımlarını sizlere aktarıyoruz…
Herkesin mutlaka iklim değişikliğiyle ilgili yol haritasını söylemesi gerektiğini belirten Akbank Sürdürülebilirlik Müdürü Feride Doğan Kızar, sosyal ve çevresel taraflarda farklı sektörlerin kendi öncelikli alanları olabileceğini söylüyor ve şu örneği veriyor:
“Tekstil şirketinin su yönetimini daha ağır yüklenmesi gibi. Ama bankalar bütün sektörlerle ilgili olduğu için dolayısıyla iki tane hedefimiz bulunuyor. Her bankanın olduğu gibi bizim de net sıfır hedefimiz var. 2050 yılına kadar karbonsuzlaşmak istiyoruz. Bunun için de çalışmalar sürüyor.”
Akbank’ın 2050 yılına kadar net sıfır banka olma hedefi ne?
Akbank, Birleşmiş Milletler liderliğinde oluşturulan, küresel bankacılık varlıklarının %40’ından fazlasını temsil eden ve kredi ve yatırım portföylerini 2050 yılına kadar net sıfır emisyonla uyumlu hale getirmekte kararlı 140’tan fazla bankayı bir araya getiren Net-Sıfır Bankacılık Birliği’nin üyesi oldu. 2030 yılı veya daha erken bir dönem için orta düzey bir hedef belirlenmesini öngören birliğe katılan Akbank, kredi portföyünün karbonsuzlaşması kapsamında, dönüşümü öncelikli sektörler için 2030 yılı emisyon azaltım hedeflerini de paylaşıyor.
Şu anda dört tane sektör için karbon emisyon azaltım hedefi verdiklerini belirten Akbank Sürdürülebilirlik Müdürü Kızar, “Karbon yoğun sektörler bizim portföyümüzde ne kadar var? Bunları dönüştürmek için ne yapabiliriz? 2030 yılında emisyonu ne kadar azaltacağız?” gibi sorulara cevap aradıklarının da altını çiziyor.
Asıl sorunun hedefi verdikten sonra başladığını da vurguluyor. “Müşteriyi nasıl dönüştüreceğiz? Müşteri ona hazır değil, Türkiye ona hazır değil.” diyerek de şu an içinde bulundukları pozisyonu tanımlıyor.
Özellikle bankacılık sektörünün raporlamalarda metriklerde ve şeffaf iletişimde çok daha ileride olduğunu belirten Kızar sözlerine şöyle devam ediyor: “Diğer kamu ya da farklı sektörler hazır değilse bununla ilgili regülasyonlar yoksa, orada zorluklar oluyor. Bu sadece tek başımıza yapabileceğimiz ya da diğer bankalarla birlikte yapabileceğimiz bir şey değil. Hepsinin, hepimizin hedefleri var ama bu dönüşümü hep birlikte aynı anda yapmamız gerekiyor.”
Kendilerinin, hatta bütün bankaların önceliğinin rafa mümkün olduğu kadar ürün koymak olduğunu söyleyen Kızar, “Şu anda o rafta olan ürünler kullanılmıyor olabilir bazı farklı nedenlerden ötürü. Ama zamanı geliyor. Biliyorsunuz Türkiye’nin Paris Antlaşması’nı kabul etmesi ve bizim 2053 hedefimizin olması. Türkiye’nin yine 2030 yılı için hedefleri var. Ya da sektörel olarak Ticaret Bakanlığı bu yıl sektörel emisyon azaltım hedefleri olarak bir yol haritası belirledi. Dolayısıyla bir de tabii aslında en önemli şey Avrupa’daki sınırda karbon düzenlemesi, SKDM dediğimiz karbon vergisi. Asıl o, Türkiye’de bu konuların çok daha önünü açacak. Dolayısıyla biz burada ürünlerle hazır durumdayız. Ve zamanı gelince de bunlar tabii ki kullanılacak. Bunların dışında Sivil Toplum Kuruluşları (STK) ile çok yakından çalışıyoruz. Diğer bankalar gibi, sektörde çok ciddi bir şekilde sürdürülebilirliği çalışan şirketler gibi.” diyor.
Tam bu kısımda bizimle bir iki örnek paylaşıyor sektörün deneyimli ismi:
“Birincisi finans sektöründe, Türkiye Bankalar Birliği’nin çok ciddi bir sürdürülebilirlik çalışma grubu var. Orada biz birçok banka ile aktif olarak çalışıyoruz. Onu özellikle söylemek istiyorum. Mesela yeşil varlık alanında çalışılıyor şu anda. Özetle bizim yaptığımız bütün çalışmaların ne kadarı yeşil diye bir hesaplama. Bu, şu anda Avrupa’da Avrupa bankaları tarafından raporlanıyor. Türkiye için yeni bir yeşil varlık oranı tanımı yapılıyor. Bence güzel ve gerçekçi çalışmalardan bir tanesi. Diğeri de SKD Türkiye ile ya da işte sizin gibi değerli derneklerle ‘Bu alandaki sistemi daha nasıl büyütebiliriz? Nasıl daha fazla katkı sunabiliriz?’ gibi konuları çalışıyoruz.”
Sonrasında etkinliğin moderatörü Emrah Kurum bizlerle çarpıcı bir bilgi paylaşıyor:
“Dönüşmek hepimizin günün sonunda istediği şeyler fakat 6.9 trilyon dolarlık bir gerçeklikle yüzleştiğimiz zaman sorgulamaya başlıyoruz bazı şeyleri. Ki bunun yüzde 70’nin bankalardan olması zaten bu meseleyi gündeme getiriyor. Dün küresel limit aşım günüydü (11 Haziran) biz bugün itibariyle 2025 kaynaklarını tüketmeye başladık.”
6,9 trilyon dolarlık gerçeklik
Rainforest Action Network’ün İklim Kaosuna Karşı Bankacılık raporuna göre, dünyanın en büyük 60 özel bankası, Paris İklim Anlaşmaları’nın 2016’da imzalanmasından bu yana fosil yakıt finansmanına 6,9 trilyon dolardan fazla harcadı. Bu tutar, geçen yılki 705 milyar dolarlık fosil yakıt finansmanını içerirken, ABD merkezli bankalar bu finansmanın yüzde 30’unu oluşturuyor.
Konu, strateji ve kurumsal sürdürülebilirlik konusuna geldiğinde Kurum mikrofonu Metsims Sürdürülebilirlik Müdürü Orhan Atacan’a bırakıyor, bırakmadan önce de şu soruları yöneltiyordu: “Şirketler nerede hata yapıyor? Nasıl hedefler koymalı?”
Gelinmek istenen noktaya eleştirel bir bakış açısı yakalayarak daha hızlı gidilebileceğini belirten Atacan, “Sonuçlarla konuşulanlara bakarsak; şirketlerin gerek raporlamaları, gerekse vermiş olduğu röportajlardan çok güzel verilerin olduğunu görüyoruz. Stratejilerin de olduğunu görebiliyoruz. Aksiyonlara baktığımız zaman, uyuşup uyuşmadığını dünya ya da ülke genelinde cevaplamak gerekirse ciddi anlamda uyuşmadığını söyleyebiliriz. Konuşulanlar ile eylemler arasında epey bir fark olduğunu görebiliyoruz.” diyerek veriler ve aksiyonlar arasındaki uyuşmazlığa dikkat çekiyordu.
Bu farkın neden oluştuğuna ilişkin olarak ise sebeplere değinmek gerektiğini belirten Atacan şunları söylüyordu:
“Stratejilerin nasıl oluşturulduğu çok önemli. Buna şirketlerde belki kopukluk deriz, belki bütüncül bir bakış açısının olmayışı diyebiliriz. Eğer bir departman ya da birkaç kişi oturup bu stratejileri yazıyorsa ve bunlar beyan ediliyorsa bunlardan aksiyon almayı çok beklemememiz gerekiyor.
“Belki kullandığınız ham madde, belki tedarikçiniz, belki satış yaptığınız pazar değişecek”
Ama bunun iyi örneği, konu gerçekten bütüncül bir konu. Siz üretim yapan ya da hizmet yapan bir firmanın iş stratejisini değiştirmeye çalışıyorsunuz. Çok radikal değişiklikler yapmaya çalışıyorsunuz. Bu strateji içerisinde bunlar var çünkü. Aksi halde 2030’daki 2050’deki hedefleri gerçekleştirebilmenizin mümkünatı yok. Belki kullandığınız ham madde değişecek, belki tedarikçiniz değişecek, belki satış yaptığınız pazar değişecek. Ve böyle bir konumun aslında belki CEO’dan başlayıp, satın almacısı, AR-GE’cisi, pazarlamacısı hepsinin içerisinde olduğu hepsinin onayladığı ve ‘evet biz bunu gerçekleştirebiliriz, aksiyon koyabiliriz’ diyebileceği bir noktadan olması gerekiyor.”
“Firmalar sürdürülebilirliği neden yapar?’ gibi önemli bir başlığı üç sınıfa ayırarak anlatıyordu Atacan:
“Birincisi, Müşteri talebini gerçekleştirmek için bunları yapanlar.
İkincisi, bunu bir reklam aracı olarak kullanmak isteyenler.
Üçüncüsü de, kendi inisiyatifiyle yani gönüllülük esası ile bu çalışmayı yapanlar.
Gönüllük esası ile bu çalışmayı yapanlar aslında hali hazırda müşteri taleplerini zaten karşılamış oluyorlar. Belki bunu daha erkenden yapıyorlar. Sonuçta ticari kuruluşlar oldukları için reklam ya da bilinirlik açısından kullanmak isteyeceklerdir. Bunu da otomatikman sağlıyorlar.”
Birinci grupta sıkıntı olmadığı belirten Atacan, “Çünkü müşterinin talebini sağlarken, müşteri buna çalışmış size bir görev, bir ödev vermiş. Siz bunu yapıyorsunuz. İstemeyerek bile yapsanız aslında orada bir etkiyi oluşturmuş oluyorsunuz.” diyor.
Ancak ikinci grup için aynı şeyi söyleyemeyeceğini vurgulayan sektörün deneyimli ismi, “Bu söylemlerin eleştirilerin ya da var gibi gözüken stratejilerin, üretime ya da sahaya yansımadan sadece raporlar üzerinde kalırsa bunun bir taraftan da tehlikeli bir ortam oluşturabileceğini düşünüyoruz ve görüyoruz.” ifadelerini kullanıyor.
Sürdürülebilirliğin artık çok popüler ve dillere pelesenk olmuş bir konu olduğunu vurgulayan Atacan, şu an sürdürülebilirlik konuşmayan neredeyse hiçbir etkinlik, hiçbir dergi, hiçbir televizyonun olmadığını söylüyor.
Metsims Sürdürülebilirlik Müdürü ayrıca önemli bir konuya da dikkat çekiyor:
“Hepimize her hafta mailler geliyor: ‘Dergimizde bir sayfa yazı yayınlayabilirsiniz ücreti bu kadar.’, ‘Kapak fotoğrafınızı koyabilirsiniz ücreti bu kadar’, ‘Bir etkinliği beraber yapabiliriz, sponsor olabiliriz’ gibi. Bunlar tabii ki güzel şeyler. Firma gerçek anlamda samimi bir çalışmasını paylaşıyorsa pozitif etkisi de olur. Başkalarını da teşvik etmiş olursunuz. Ama bunun içini doldurmadan yaptığımız zaman ben olumsuz sonuçlar doğurabileceğini düşünüyorum.
Küçük bir örnek olması açısından şunu söylüyorum: Etkinliğe gidiyorsunuz, konsept sürdürülebilirlik. Mısır’da yapılan iklim zirvesine insanlar özel jetlerine atlayıp gittiler; ‘Emisyon yapmayın, fosil yakıt kullanmayın, salınım yapmayın’ diyip sonunda jetleriyle evlerine geri döndüler. Bu çok önemli bir eleştiri.
Sürdürülebilir konuşmaya gidiyorsunuz, sadece 4-5 saat bakılması için yapılmış plastik backdrop standlar; afişler, broşürler hepsi ertesi gün atılıyor zaten. Etkinliği oluştururken de aslında biraz bunu denemesek; afişsiz, broşürsüz yani plastik bişey kullanmadan etkinlik yapamaz mıyız?
Bir etkinlikten ne olur diyebilirsiniz ama eğer o şirketin ya da o kurumun bakış açısı, anlayışı bu şekilde ise bunu sahada düşünmeniz lazım. Etkinliği böyle yapan bir firma acaba üretimi nasıl yapıyor? Bu şeyleri konuşuyor ama yapıyor mu gerçekten?”
Atacan’ın verdiği güzel örneğe etkinlik penceresinden önemli bir ekleme yapmak gerekir. Düzenlenen sürdürülebilir etkinliği tam da Atacan’ın dediği gibi yapılmış ve bizlere verilen yaka kartlarında geri dönüştürülmüş malzeme kullanılmıştı.
Görselini de şöyle paylaşayım:
Panelin diğer bir konuğu, Zorlu Holding Kurumsal İletişim ve Sürdürülebilirlik Genel Müdür Yardımcısı Şahika Özcan Ortaç ise önemli bir kavrama ‘Radikal İşbirliği Kavramı’na kendi kurumsal bakış açılarından açıklama getirmişti:
“Radikal İşbirliği’ni şöyle tanımlıyoruz biz. Aslında 2030 ve 2050 hedeflerine ulaşmak için kendi başına yapamayacağımız gerçeğinden yola çıkarak, tek başına yapmamız mümkün değil çünkü. Hem bilgimiz ve tecrübemiz yetmez, hem fikir, hem zaman yetmez. Dolayısıyla bu hedeflere ulaşırken ki aksiyon planlarında aslında belirttiğimiz gibi hedefler var ama o hedeflere ulaşacak esas aksiyonlar neler? Onları yaparken de hep yanımızda bir paydaş olmasını önceliklendiriyoruz tüm sektörlerimizde. Radikal işbirliği dediğimiz de aslında yenilikçi bir yaklaşım. Bu fikrin ana bileşenlerini; ‘birlikte çalışmak, kol kola çalışmak, rekabeti yok saymak’ olarak sıralayabiliriz.”
Ortaç çoğu kişinin belki de ilk defa duyacağı ‘rekaberlik’ kavramına da değiniyordu:
“Bundan birkaç yıl önce Brandweek’de sürdürülebilirlikle ilgili bir panel düzenlenmişti. İlk defa orada duymuştum ben ‘rekaberlik’ kavramını. Sonra tabii seneler içerisinde herkes kullanmaya başladı. Rekabet ile birlikte beraber yapmayı birleştirdiğimiz rekaberliği çok sevdik biz, çok da benimsedik. Onun için de aslında sivil toplumla, akademiyle, mümkün olursa eğer özel sektördeki kurumlarla yan yana gelip çalışmak bu hedeflere ulaşmada çok itici güç. Yani hızlandırıcı bir güç. Şu anda açıkçası özel sektörde öyle bir işbirliği olamıyor.
Şu an sivil toplum ve akademi dünyası kendi içerisinde birleşip hareket edebiliyor. Ama iki tane özel sektörden kurum yan yana gelip hayata geçirdiklerini ben görmedim. Aslında onu da yapmamız gerekiyor. Şu an bizim yaptığımız bir örnek İmece’yi verebilirim. İmece’nin kuruluş amacı tamamen içinde bulunduğumuz bu çoklu kriz dünyasında sürdürebilir ve sosyal sorumluluk projesi olmayan kendi ayakları üzerinde durabilen, bir gün Zorlu Holding oradan desteğini çekse bile aslında o kurumun çalıştığı alanlarda faaliyetine devam etmesini sağlayan bir yapı.
Üç tane birbirinden çok ayrı yapılar daha önce hiç bir araya gelmemiş bir yapı olarak bir platform kurduk. İlk önce proje gibi başladı. Ama faydasını ve somut olarak çıktısını gördükten sonra da bağımsızlaşması gerektiğine inanarak da bir dernek yapısına büründü."
Ortaç’ın bahsettiği İmece nedir?
2016 yılında ATÖLYE, S360 ve Zorlu Holding ortaklığında kurulan bir sosyal inovasyon platformudur. Programları ve içerikleri için pusula kabul ettiği Birleşmiş Milletler Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları’nın işaret ettiği daha insancıl sistemlerin, daha eşitlikçi yaklaşımların ve daha sürdürülebilir bir dünyayı uygulamaya geçirmek için ‘hızlanılması” ve meselelerin çözümüne yönelik ”daha etkin ortaklıklar” kurulması gerektiğini destekler. Yeni yaklaşımlar geliştirmek, deneyimlerden öğrenmek ve işbirliği içinde hareket etmek için çalışır.
‘Sürdürülebilirlik: Liderlik, Değişim ve Etki’ alt metninin yer aldığı ‘Konuşul(a)mayanlar’ panelinin birçok kavramı öğrendiğimiz, bazı kavramları ise yeniden keşfettiğimiz; her açıdan oldukça faydalı bir etkinlik olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.
‘Sürdürülebilirlik’ gibi dünyamızın geleceği açısından oldukça değer atfedebileceğimiz bir olguyu tüm yönleriyle, alanın uzmanlarının gerçekçi bakış açısına da yer vererek bizlere ulaşmasına sağlayan Sürdürülebilir Adımları Derneği gibi derneklerin çoğalması dileğiyle…
Yorum Yazın