Emel Seçen, bugün kaybettiğimiz büyük usta Genco Erkal için yıllar önce kaleme almıştı:

Şahdamarım, Genco ve Cano

  • Yazdır
  • A
    Yazı Tipi
  • Yorumlar
Şahdamarım, Genco ve Cano
Abone ol

Yazarımız Emel Seçen, bundan 3 yıl önce Genco Erkal’ın uyarlayıp yönettiği “Şahdamarım” adlı müzikli gösterisinin duygu dolu atmosferini Muhalif okuyucularına anlatmıştı. Değerli ismimizin vefatının ardından bir kez daha sizlerle paylaşmak istedik…

Emel Seçen'in 03 Temmuz 2021 tarihinde kaleme aldığı, "Şahdamarım, Genco ve Cano" başlıklı makalesi şöyle:



Genco ve Cano / Şahdamarım
Yıldızlar Altında Efsane ile Baş Başa…

Yıl 1983, Sokrates Yalınayak… Ödüllere doymayan bir oyun, bir performans ki ilkokul çağlarımdan beri aşina olduğum bir sahnenin büyüsünü, ilk defa orada hissettim.
Felsefe Öğretmenimiz Ayla Aktaş’ın ablamların sınıfını götüreceği ve benim de ısrarım ile eklemlendiğim, muhteşem oyun. Sokrates’in Savunması. Oyun bitmiş, herkes tek tek dağılmış ben ise mıh gibi kalakalmıştım, orada öylece.
Usul usul girdi, ahenkli ve vakur işte o, Genco Erkal! O bir efsane!

Dün gece Ahmed Arif, Şahdamarım müzikli oyunun prömiyeri; içim içimi yiyor. Günlerdir heyecanını yaşıyorum. Karşımda ilk tanıdığım Sokrates. Büyüdükçe Nazım, Gogol. Ve şimdi de Arif, Cano o, hemi de Leyla’lı. Leylim leylim, bir gece…
Eser sahnelendiği süre içinde gözyaşlarım sessiz sessiz, durmaksızın akacaktı. Akacaktı, pınarlarım suskun, Cano Ahmed Arif’e ve onu yeniden yaşatan, yaşatırken bir GENCO, bir CANO, can olan! Üstada! Günler öncesinden biletleri tükenen ve hemen arkasından 2 Temmuz’a turneye çıkmadan İstanbul’da ilave oyun konulan. C Blokta iki koltuk ve benim oturduğum basın bölümünde yanımdaki iki sandalye dışında alan tıka basa dolu.



AKŞAM ERKEN İNER MAHPUSHANEYE

Aramızdan ayrılışının 30. yılında şiir söyleşi ve mektuplarından son derece özel ve kıymetli bir gösterim, ŞAHDAMARIM. Müzikli, yasakların kalktığı ilk gecede alabildiğine damardan. Özlenen, ancak bir ustadan çıkabilecek bir performans ile. Müthiş! Bu yaşta olağan üstü performans! Uyarlayan, Yöneten ve de Oynayan!

Gece, Kadıköy Belediye Başkanı Şerdil Dara Odabaşı’nın açılış konuşması ile başladı. Ahmed Arif’in “ANADOLU” adlı şiirinden pasaj okuyan Odabaşı, kendimin de Siverekli olduğumu hatırlatayım, dedi. Kardeşim, diyerek hitap ettiği CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu ve DİSK Başkanı Arzu Çerkezoğlu da seyirciler arasındaydı.

Her zamanki gibi sade ama dolu bir sahne, iki müzisyen. Bağlamada eserleri seslendirenler Ercan ve Gökhan Çağıran.Dekor olarak sahnenin sol tarafında kule, sağ tarafında ranza ve ortada mektupların yazılacağı masa, anıların seyirci ile buluşacağı muazzam bir sahne tasarımı.

Usta sahneye giriyor ve büyü başlıyor.

GENCO’nun sesinden CANO’nun yüreği ve ruhu yankılanıyor. Büyüyor, o küçücük mapus damı sarıveriyor; İstanbul, Anadolu ve Dünyayı…Burası Kadıköy, Özgürlük Parkı.

AHMED ARİF: Bir bilsen kimlere tasa, kedersin, anlar mısın, şaşırıp ağlar mısın ki? Bir bilsen kardeşlerim ne can çocuklar ve bilsen nasıl vurur beni bu duvar.
“Akşam erken iner mahpushaneye
Ejderha olsan kar etmez
Ne kavgada ustalığın
Ne de çatal yürek civan oluşun
Kar etmez, inceden içine dolan
Alıp götüren hasrete
Akşam erken iner mahpushaneye
İner, yedi kol demiri
Yedi kapıya
Birden, ağlamaklı olur bahçe
Karşıda, duvar dibinde
Üç dal gece sefası
Üç kök hercai menekşe
Aynı korkunç sevdadadır
Gökte bulut, dalda kaysı
Başlar koymağa hapislik
Karanlık can sıkıntısı
"Kürdün Gelini"ni söyler maltada biri
Bense volta'dayım ranza dibinde
Ve hep olmayacak şeyler kurarım
Gülünç, acemi, çocuksu
Vurulsam kaybolsam derim
Çırılçıplak, bir kavgada
Erkekçe olsun isterim
Dostluk da düşmanlık da
Hiçbiri olmaz halbuki
Geçer süngüler namluya
Başlar gece devriyesi jandarmaların
Hırsla çakarım kibriti
İlk nefeste yarılanır cigaram
Bir duman alırım, dolu
Bir duman, kendimi öldüresiye,
Biliyorum, "sen de mi?" diyeceksin
Ama akşam erken iniyor mahpushaneye
Ve dışarda delikanlı bir bahar
Seviyorum seni
Çıldırasıya”

Açık Hava’da ama mapusta olmak! Usul usul geziyor Genco Erkal, Ahmed Arif’in ruhundan, kendi ruhuna ve tüm susturulmuş düşüncelerin adına… Usul usul geziyor, elleri değiyor, bir ranzanın koluna bir masaya. Bir kuşun, kanat inişi gibi elleri ve başını her ranzaya koyuşu ya önce ya da sonra üzerlerine tılsımlı bir iniş yapan repliği. Pata küte olmadan seyirci, Ahmed Arif’i yaşıyor.

Bir kedi giriyor, sahneye umarsız. Yerleşiyor orkestra ve tam Genco Erkal’ın karşısına. Usta bu! Hiç bozmadı, şaşırmadı. Onu da kabul etti, izleyici ne de olsa! Yeter ki sanatı bilsin, dinlemesini bilsin! Dekorların arasında bizi büyülediği gibi büyüledi Genco Erkal ve saklandı koyu kahverengi kedi, uzandı Ahmed Arif’in düşlerine… Tam üç kez sahneye girdi, çıktı ve sonunda sahnenin tam ortasından atıverdi kendini yere. GENCO ve CANO’nun gücü ile düştü yine dört ayak üstüne!


BİR BEN BİLECEĞİM OYSA NE AFAT SEVDİM BİR DE AĞZI DİLİ YOK BİR DİYARBEKİR KALESİ
İNSAN OLMAK!

Sevgi insanı Ahmed Arif, tüm acılarını katık yapıp boğum boğum yutkunmuş ama kimseyi satmadan var olmuş. Tek tutunduğu dal, Leyla’sı. Üstelikte, mecnunken Leyla olmuş. Bir ranzada, dolanıp durup kısacık alanda bir masada nakış eder, sevdasını. Belki de öksüz büyümesinin yazgısını. Önce bunu anlatır, Genco Erkal usta. Kimdir? Neyin nesidir? Bu büyük adam, Ahmed Arif. Tek bir kitap ile bu kadar halkı kucaklayan. Ve bir göz oda bir hapishanenin uçsuz bucaksız boşluğu. O boşluğun içinde tutunur, şiirlere. Şiirler besler, besler şiirler onu.
Çukuroava’yı anlatır. Dağlarını… En çok işçileri, tütünü.
Şiirler, duygu ve üretim.

“Vay kurban
Dağlarının, dağlarının ardı
Nazlıdır
Uçurum kıyısında incecik bir yol
Gider dolana - dolana
Bir hastan vardır, umutsuz
Belki Ayşe, belki Elif
Endamı kuytuda başak
Memesinin, memesinin altında
Bir sancı
Bir hayın bıçak
Ölüm bu,
Fukara ölümü
Geldim, geliyorum demez
Ya bir kuşluk vakti ya akşam üstü
Ya da seher, mahmurlukta
Bakarsın, olmuş olacak
Bir hastan vardı umutsuz
Hasreti uykularda
Hasreti soğuk sularda
Gayrı, iki korku çiçeğidir gözleri
İki mavi, kocaman korku çiçeği
Açar, derin kuyularda
Dağlarının, dağlarının ardı korkunçtur
Hiç akıl edip de düşünen var mı
Gün kimin hesabına tutar akşamı
Rahmetinden kim demlenir bulutun
Hayırlı evlat makina nasıl canavar kesilir
Kurdun, karıncanın rızkını veren
Toprak nasıl ayartılır
Yüz vermez topal öküze
Ve almaz koynuna kara sabanı
Sepetçioğlu'm kömür işçisidir
Mavzer değil, kürek tutar Urfalı Nazif
Mal, haraç - mezattır
Can, pazar - pazar
Kırmızı, ak ve esmer
Yumuşak ve sert buğdaları
Yaratan ellerin sahibidir bu
Kör boğaz, nafaka uğruna
Haldan düşmüş, tebdil gezer
Dağlarının, dağlarının ardı
Nasıl anlatsam
Ağaçsız, kuşsuz, gölgesiz
Çırılçıplak
Vay kurban
"Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda."
Yiğitlik, sen cehennem olsan da bile Fedayı kabul etmektir
Cennet yapabilmek için seni
Yoksul ve namuslu halka
Bu'dur ol hikâye
Ol kara sevda
Seni sevmek
Felsefedir kusursuz
İmandır, korkunç sabırlı
İp'in, kurşun'un rağmına
Yürür pervasız ve güzel
Sıradağları devirir
Akan suları çevirir
Alır yetimin hakkını
Buyurur, kitabınca
Gün ola, devran döne, umut yetişe
Dağlarının, dağlarının ardında
Değil öyle yoksulluklar, hasretler
Bir tek başak bile dargın kalmayacaktır
Bir tek zeytin dalı bile yalnız
Sıkıysa yağmasın yağmur
Sıkıysa uykudan uyanmasın dağ
Bu yürek, ne güne vurur
Kaçar damarlarından karanlık
Kaçar, bir daha dönemez
Sunar koynunda yatandan
Hem de mutlulukla sunar
Beynimizin ışığında yeraltı
Her mevsim daha genç, daha verimli
Sunar, pırıl - pırıl, sebil
Ömrünün en güzel aşk hasadını
Elimizin hünerinde yeryüzü
Dolu sofra, gülen anne, gülen çocuklar
Bir'e on, bir'e yüz'le akşama gebe
Şafakla doğan işgücü
Yalanım yok, sözüm erkek sözüdür
Ol kitapta böylece yazılıdır
Ol sevda, böyledir çünkü”

Sıradan hapishanede yaşaya durduğu bu düzen, bu adaletsiz, bu kısır döngüde. Sevmenin ne demek olduğunu hatırlatır. Çıkılmaz olan bu yokluktan, yokluğun derin nemi işler bünyesini adeta Zatürre olmuş gibi, işler de ciğerlerinden konuşur Ahmed Arif.
“Haksızlığa, hakarete dayanamıyorum. Türk Siyasî Tarihi'nin işkence görme rekorunu kıracak kadar zulüm görmeme budur sebep!”
Gülümsetiverir aniden Genco Erkal, ARİF’in bir mahushane duvarında gördüğü “ To be or not to be” ve cevap verir, Ahmed Arif: Ya Herro Ya Merro!
Yokluğun ve çaresizliğin ne dem ne menem bir illet olduğunu anlatmıştır, Arif ve bunu Genco Erkal, yeniden yeniden büyütür.
Müzikli gösterinin ikinci kısmı gelişme yine “Akşam erken iner mapushaneye” ile başlar, bitmeyen sevda üzerine döner. Ve Genco ve Cano Ahmed Arif söyleşir, sahnede gölgeler ve müzik eşliğinde.
Bir çıkmaz sokak içinde olduğunu bilip, avazı çıktığı kadar haykırmak ister. Evet, evet bir tren istasyonun altına sığınıp sevdiğini haykırır, Leyla’sına:
“Hasretinden prangalar eskittim
Seni
Anlatabilmek seni
İyi çocuklara
Kahramanlara
Seni
Anlatabilmek seni
Namussuza
Haldan bilmez
Kahpe yalana
Art arda kaç zemheri
Kurt uyur
Kuş uyur
Zindan uyurdu
Dışarıda gürül gürül akan bir dünya
Bir ben uyumadım
Kaç leylim bahar
Hasretinden prangalar eskittim
Saçlarına kan gülleri takayım
Bir o yana
Bir bu yana
Seni
Bağırabilsem seni
Dipsiz kuyulara
Akan yıldıza
Bir kibrit çöpüne varana
Okyanusun en ıssız dalgasına
Düşmüş bir kibrit çöpüne
Yitirmiş tılsımını ilk sevmelerin
Yitirmiş öpücükleri
Payı yok
Apansız inen akşamdan
Bir kadeh, bir cıgara
Dalıp gidene
Seni
Anlatabilsem seni
Yokluğun cehennemin öbür adıdır
Üşüyorum
Kapama gözlerini”
 “İçmek! Gözlerinde içmek ay ışığını. Varmak! Gözlerinde varmak can tılsımına. Gözlerin hani?”

GENCO ERKAL, vücudunun sol tarafından bir düş çıkarıyor, AHMED ARİF’in ruhu ve sesi ile bunu en iyi ancak anlayan ve kullanabilenler bilebilir:
“Canım benim, bilir misin? “Canım” dediğimde içimden canımın çıkıp sana doğru koştuğunu duyarım hep”



Bir büyülü sevdadır Ahmed Arif, gizemini anlayan bilir ve o da ancak anlayanlara söyler. Anlayan usta yeni kuşaklara anlatır, tıpkı yıllar, yıllar önce Yalınayak Sokrates’i, gençler için. Gençler düşünebilsin diye sahneye koyan usta Genco Erkal gibi:
“Leylim leylim ayvalar, nar olanda sen bana yar olanda. Belalı başımıza dünyalar dar olanda”
“Gel beraber alalım nefesimizi sevdiğim. Sensiz boğazımdan geçmiyor”
“Sen en güzel kızısın bütün galaksilerin bense tözüyüm artık akkor tözüyüm Prometheus’u yakan kara sevdanın”
“Namus işçisiyim yani yürek işçisi. Korkusuz, pazarlıksız, kül elenmemiş, ne salkım bir bakış resmin çekeyim, ne kınsız bir rüzgâr mısra dökeyim. Oy sevmişem ben seni”
Son kertede Adiloş bebeği ve büyütür içindekini:
“Bunlar, engerekler ve çıyanlardır, bunlar, aşımıza, ekmeğimize göz koyanlardır, tanı bunları, tanı da büyü. Bu, namustur künyemize kazınmış, bu da sabır, ağulardan süzülmüş. Sarıl bunlara sarıl da büyü”


“İÇMEK! GÖZLERİNDE İÇMEK AY IŞIĞINI. VARMAK! GÖZLERİNDE VARMAK CAN TILSIMINA. GÖZLERİN HANİ?”
Ve ANADOLU fışkırır GENCO ERKAL ve AHMED ARİF’in CANINDAN:
Beşikler vermişim Nuh'a
Salıncaklar, hamaklar,
Havva Ana'n dünkü çocuk sayılır,
   Anadolu’yum ben,
   Tanıyor musun? 
   Utanırım,
   Utanırım fukaralıktan,
   Ele, güne karşı çıplak...
   Üşür fidelerim,
   Harmanım kesat.
   Kardeşliğin, çalışmanın,
   Beraberliğin,
   Atom güllerinin katmer açtığı,
   Şairlerin, bilginlerin dünyalarında,          
   Kalmışım bir başıma,
   Bir başıma ve uzak.
   Biliyor musun?
   Binlerce yıl sağılmışım,
   Korkunç atlılarıyla parçalamışlar
   Nazlı, seher-sabah uykularımı
   Hükümdarlar, saldırganlar, haydutlar,
   Haraç salmışlar üstüme.
   Ne İskender takmışım,
   Ne şah ne sultan
   Göçüp gitmişler, gölgesiz!
   Selam etmişim dostuma
   Ve dayatmışım...
   Görüyor musun?
   Nasıl severim bir bilsen.
   Köroğlu'yu,
   Karayılanı,
   Meçhul Askeri...
   Sonra Pir Sultanı ve Bedrettin’i.
   Sonra kalem yazmaz,
   Bir nice sevda...
   Bir bilsen,
   Onlar beni nasıl severdi.
   Bir bilsen, Urfa'da kurşun atanı
   Minareden, barikattan,
   Selvi dalından,
   Ölüme nasıl gülerdi.
   Bilmeni mutlak isterim,
   Duyuyor musun?
   Öyle yıkma kendini,
   Öyle mahzun, öyle garip...
   Nerede olursan ol,
   İçerde, dışarda, derste, sırada,
   Yürü üstüne - üstüne,
   Tükür yüzüne celladın,
   Fırsatçının, fesatçının, hayının...
   Dayan kitap ile
   Dayan iş ile.
   Tırnak ile, diş ile,
   Umut ile, sevda ile, düş ile
   Dayan rüsva etme beni.
   Gör, nasıl yeniden yaratılırım,
   Namuslu, genç ellerinle.
   Kızlarım,
   Oğullarım var gelecekte,
   Her biri vazgeçilmez cihan parçası.
   Kaç bin yıllık hasretimin koncası,
   Gözlerinden,
   Gözlerinden öperim,
   Bir umudum sende,
   Anlıyor musun?

"Anlıyor musun?" diye bir kez daha sorar GENCO ERKAL ve hep birlikte “DAĞLARINA BAHAR GELMİŞ MEMLEKETİME” söylenir. Baharlara aç bir ülkenin, kardeş insanları olarak.
“Bir ben bileceğim oysa ne afat sevdim / Bir de ağzı dili yok / bir Diyarbekir Kalesi…”
ŞAHDAMARIM’dan tutulduğunuz gündür, GENCO ERKAL İLE AHMED ARİF.
Yer bulursanız, kaçırmayın!


Yorum Yazın