Çok eskiden Şehir Tiyatroları’nda yeni bir tiyatro sezonuna girileceği gece, tiyatrocular seyircilerin önüne çıkmadan önce birçok mum yakılırmış… Bunun nedenini biliyor musunuz?
Oğuz Büber - Muhalif Özel
Muhsin Ertuğrul, Türk tiyatrosunun batılı anlamda kurucusu olarak kabul edilir. Bunun bir sebebi vardır. Ertuğrul, Batı tiyatrosunun tekniklerini ve disiplinini Türkiye’ye getiren isimdir. Avrupa’da birçok tiyatro merkezinde eğitim alan Ertuğrul, bu birikimini Türk sahnesine taşıyarak klasik batı oyunlarının Türk tiyatrosunda sergilenmesine imkan tanımıştır. Stanislavski gibi önemli tiyatro insanlarının yöntemlerini benimsemiş; sahneleme teknikleri, oyuncu yönetimi ve dekor anlayışında köklü yeniliklerde bulunmuştur.
Muhsin Ertuğrul aynı zamanda tiyatronun halka erişmesi için büyük çaba sarf etmiş, Devlet Tiyatroları’nın kurulmasında da öncü olmuştur. Tiyatro sanatçılarının daha profesyonel bir ortamda sanatlarını icra etmeleri devlet desteği sonucunda tiyatroların kurumsallaşmasıyla mümkün olmuştur. Ankara Devlet Konservatuvarı’nın açılması ve tiyatro eğitiminin sistemli bir biçimde verilmesi de Ertuğrul’un sayesindedir.
Muhsin Ertuğrul’un tiyatro anlamındaki tek misyonu Batı tiyatrosunu Türk izleyicisiyle bir araya getirmek değildir. Yanı sıra, Türk yazarlarının oyunlarını sahneleyerek yerli eserlerin gelişimini de desteklemiş, yerli üretimi teşvik etmiştir. Bu yönüyle Türk edebiyatı ve tiyatronun kesiştiği bir alanın oluşmasını sağlamıştır.
Oyunculuk, yönetmenlik ve sahne teknikleri üzerine verdiği eğitimlerle Türk tiyatrosunda birçok önemli sanatçının yetişmesine katkı sunmuştur.
Ertuğrul’un Türk tiyatrosu için en büyük önemi; tiyatroyu basit bir eğlence aracı olmaktan çıkarıp, toplumu dönüştüren ve geliştiren bir sanat dalı haline getirme uğraşıdır. Türk tiyatrosu bugün bulunduğu konumdaysa bunda en çok payı olan isimlerden birisi de Muhsin Ertuğrul’dur.
Muhsin Ertuğrul tiyatromuza kattığı bir çok şeyin yanı sıra kalplerimizi fethedecek bir de ritüel bırakmıştır bizlere…
O ritüel ne mi?
Eskiden; Şehir Tiyatroları’nda yeni bir tiyatro sezonuna girileceği gece, tiyatrocular seyircilerin önüne çıkmadan önce, perde açılmadan tiyatroculardan biri, büyük bir tepsiye dikilmiş mumları yakar, sanatçıların dinlenme salonundaki orta masanın üstüne koyarmış.
Rivayete göre; salonun duvarları vefat etmiş sanatçıların resimleri ile ölüm döşeğinde alınmış son acıları, son gülücükleri, son duygularını yansıtan maskelerle süslüymüş.
Yapılan bu küçük mum yakma töreni, onların gözleri önünde perdenin yeni bir döneme açıldığını canlandırması içinmiş.
Mumlar; resimlerin ve maskelerin önünde eriye eriye, birbirlerini erite erite yıkılıp sönerlermiş.
1927’de başlayan bu ritüel yüzyıla yakın bir süredir yapıla yapıla artık Şehir Tiyatroları’nın bir geleneği haline gelmiş…
Muhsin Ertuğrul, bu uygulamanın temelinde ‘hiçbir metafizik düşünce, hiçbir mistik eğilim’ olmadığını da özellikle belirtir. Memleketimizde tiyatro sanatının doğması, gelişmesi, kökleşmesi için canlarını veren nice ismini bile hatırlayacağımız sanat insanını genç sanatçı kuşağına anımsatmak için hayata geçirilmiştir bu ritüel.
Hayal kurma yeteneğine sahip olanların o mumlarda; tanıdıkları ve tanımadıkları sanatçıları buldukları, onların nasıl eridiklerini gördükleri söylenir. Yana yana eriyen her bir mum, genç ve ihtiyar tiyatro savaşçılarının da birer simgesidir aslında.
‘Bu eriyen mumlarda kimler yoktur?’ diyerek eriyen mumlardaki bazı isimleri şöyle hatırlatır bize Muhsin Ertuğrul:
“Şu Güllü Agop Tiyatrosundaki Ahmet Necip olmasaydı, bir Ahmet Fehim çıkmazdı. 1894’de Üsküdar’ın Kömürcüler Sokağı’nda oyunlar veren Komik Hakkı ile Kanbur Mehmed’i yanarken görüyoruz, çünkü o olmasaydı bir Şadi Fikret, bir Raşid Rıza, bir Galip Arcan çıkmazdı. Bir Burhaneddin olmasaydı, bir Behzad, bir Muvahhit, bir Hasan Cevad çıkmazdı. Şu ateşte çabuk eriyen Arife olmasaydı yüzlerce kadın sanatçımız çıkmazdı. Şu mum tıpkı Dr. Celal Tahsin gibi narin; o olmasaydı Dr. Emin Beliğ çıkmazdı. Saymakla bitmez adları, daha nice eriyen sönen ve nice yeniden yanacak mumlar var Türk sahnesinde…”
Muhsin Ertuğrul’un Türk tiyatrosunun hem bedeninde hem de ruhunda büyük bir yer kapladığını söylesek yanlış olmaz değil mi?
Yorum Yazın