Muzaffer Ayhan Kara yazdı:

Trump’ın İkinci Dönemi ve Türk-Amerikan İlişkileri

  • Yazdır
  • A
    Yazı Tipi
  • Yorumlar
Trump’ın İkinci Dönemi ve Türk-Amerikan İlişkileri
Abone ol

ABD’de 138 yıl aradan sonra bir ilk yaşandı. 1885’te başkan seçilen, ikinci kez aday olduğunda kaybedip ardından girdiği seçimden zaferle çıkan Cleveland’dan sonra Amerikan tarihinde aynı şekilde ikinci kez aynı başarıyı gösteren başkan da Trump oldu. Trump, genel oyda da delegede de çoğunluğu aldı. Senato ve Temsilciler Meclisi’nde de… Böylece bu kez mutlak bir çoğunlukla güçlü bir şekilde seçilerek tartışmasız bir seçim sonucuna imza attı.

Oysa Trump’ın ilk seçildiğinde görev dönemini tamamlayamadan sistem, yani “müesses nizam” tarafından yargı marifetiyle alaşağı edileceğini bekleyenlerin sayısı hiç de az değildi. Buna karşılık ilk dönemi tamamladı, ancak ertesinde başkan olamadı. Fakat pes etmedi. Arkasındaki güçlerin de desteğiyle birlikte Biden’ın ensesinden eksik olmadı.

Trump, yeniden Cumhuriyetçilerin adayı olduğunda kampanya boyunca üç kez suikast teşebbüsüne maruz kaldı. Hatta ilkinde kulağından yaralandı. Bu teşebbüsler münferit miydi, müesses nizam kaynaklı mıydı, bilmiyoruz. Ancak anladığım, bu teşebbüslerin Trump’ın elini güçlendirdiği.

Şunu da belirteyim; Demokratlar hata yaptı; Biden’ın yardımcısı Harris öncesinde güçlü bir figürdü. Biden’ın görev döneminin ortalarında ayrılıp yerine Harris’in geçmesini bekledim. Kanımca normali buydu. Ne var ki görev döneminin ikinci yarısında Biden iyice pörsüdüğü gibi Harris’in de yıldızı söndü. Böylece Trump’ın önü iyice açıldı. Tabii, Trump’ın önem atfettiği genç yardımcısı Vance ile birlikte Elen Mask’ın yüksek maddi desteği yanında (bir koyup yüz aldı!) sosyal medya, dijital platform desteği de yadsınamaz. Trump’ın önümüzdeki dört yıllık yürüyüşünde bu iki figürü yanında tutması da önemli.

ABD seçimleri öncesinde ABD Büyükelçiliği’nden halkla ilişkiler departman sorumlusu ile İzmir’e gelen ABD’li bir siyaset bilimcisi ile İzmir Gazeteciler Cemiyeti’nde bir araya geldik. Konuk konuşmacı, Amerikan seçim sistemi hakkında bilgilendirme yaptıktan sonra ona Trump’a yönelik suikast girişimlerini sordum. Yanıtı, “Bu Amerikan seçim kampanyaları süreçlerinde yeni bir durum” oldu. Dersini iyi çalışan tipik bir “state” unsuru olduğu belliydi hanımefendinin. Ona ve onun gibi görevlilere devletin verdiği görev, gönderildikleri ülkelerde “Amerikan seçim sisteminin ne kadar iyi, şeffaf ve adil olduğu hususunda” kamuoyunu aydınlatmak ve hayran bırakmaktı tabii…

YENİ KOŞULLARIN OTORİTER POPÜLİST LİDERLER DEVRİ VE TRUMP

Bu anektoddan sonra şunu da belirteyim; seçimin hemen ardından MKHABERTV’deki Yakın Plan’da Amerikan seçimlerini enine boyuna değerlendirdik. Ayrıca 9 Kasım’da TÜSES’in düzenlediği ve benim de katıldığım, CHP İstanbul Milletvekili, E. Büyükelçi Namık Tan’ın konuşmacı olduğu zoom toplantısında da meseleyi ele aldık. Malum, Tan, Tel Aviv ve Vaşington’daki önceki büyükelçilerimizdendi. Şimdi değerlendirmelerime geçebilirim.

Trump, kanımca dünyada son dönemde ülkemiz de içinde olmak üzere örneği çok görülen otoriter-popülist siyasi eğilimlere karşılık gelen liderlerin ABD versiyonu. Trump, dünya ölçeğinde yaşanan kaotik bunalım döneminin, yönetim zafiyetinin bir yansıması. Maalesef elitler siyasetin dışına çekilince meydan refahtan payını alamayan kesimlerin temsilcisi popülist vasatlara ve onlara dayanan yeni tip liderlere kaldı. Öteyandan kitlesel göç gibi gelişmeler de aşırı sağın yükselmesine ve bu kesimin temsilcilerinin de bir aktör olarak sahneye çıkmasına neden oldu. Macaristan, Hindistan, Venezüella’da yaşananlarla lider profilleri ve ABD ile Türkiye’de ortaya çıkan yeni tip lider profilleri ne kadar da benziyor değil mi?

TRUMP BU KEZ ÇOK GÜÇLÜ GELDİ AMA…

Trump, ilk döneminde hayallerini, seçim kampanyasında kamuoyuna açıkladıklarını hayat geçiremedi. Çünkü ABD’deki müesses nizam ve yerleşik teamüller oldukça güçlü. O zaman şimdiki gibi güçlü de gelememişti. Fakat Trump yine de ilk dönemini tamamlamak başarısını gösterdi ve elite tepki duyan alt sınıfları, kenarda kümelenenleri çeken siyasi bir figür oldu. Hakikaten görece radikal çıkışlarına karşın dönemini tamamlama başarı, çünkü çok kimse dönemini tamamlamadan alaşağı indirileceğini öngörüyordu. Böylelikle bir dönem aradan sonra çok güçlü ve tartışmasız bir şekilde yeniden seçilme başarısını gösterdi. Şimdi kadrolara istediği kişileri atayabilecek. Politikasına uygun isimlerle çalışabilecek. Yargı mekanizmasını elde ettiği siyasi güçle etkileyebilecek ve rakiplerinin üzerine gidebilecek. Pentagon’a, görünürdeki CIA, NSA ve bütün istihbarat kuruluşlarına (ki, sayılarının 16 olduğu biliniyor) istediği atamaları da yapabilecek güce sahip artık.

Fakat bütün bunlarla birlikte şimdi soru şu: Trump, bütün hayallerini gerçekleştirebilir mi? Müesses nizam buna izin verir mi? Yoksa direnir mi? Ya da Trump, müesses nizamı temsil eden Pentagon ile uzlaşarak daha yumuşak bir iniş mi planlar? Tahminim, Trump’ın “bodoslama dalmayacağı” yönünde. En azından hayallerini gerçeğe dönüştürmek için acele etmeyecektir. Çünkü Trump, Başkan Kennedy’nin başına geleni bilmeyecek kadar aptal değildir! Bu arada Trump kuşkusuz ‘birden çok Amerika’ olduğunun da bilincinde olarak çelişkileri lehine kullanmak isteyecek ve buna uygun konum alacaktır.

ABD TRUMP İLE KÜRESEL İDDİALARINDAN VAZGEÇECEK DEĞİL

Peki, Trump’ın dünya ölçeğindeki yönelimleri ne olur? İlk olarak Trump’ın yeniden seçilmesinin yeni bir dünya güvenlik mimarisi için söz konusu toplantıda Tan’ın da belirttiği gibi ilk adım olabileceğini belirtmek kehanet olmaz. Çünkü, Trump NATO’nun yükünün paylaşılmasını istiyor. Türkiye ve birçok Avrupalı NATO üyesi yükü paylaşabilir mi? Mevcut ekonomik koşullarda çok zor. Bu talep AB’yi yeni bir güvenlik örgütüne yöneltir mi? Yığınsal göçe maruz Avrupa’nın Türkiye ile de olası bir yönetim değişikliği ile birlikte işbirliği yaparak böyle bir hedef koyması en azından bir olasılıktır.

İçe kapanma, ABD’yi içeride tahkim etme hususunda güçlü mesajlar veren Trump’ın yine de ABD’yi küresel iddialarından alıkoyacağını düşünmek saflık olur. Bu bağlamda Trump, Ortadoğu’daki CENTCOM’uyla, dünyanın stratejik noktalarında konuşlandırdığı 29 uçak gemisi ve deniz piyadeleriyle, Suriye’deki gibi dünyanın muhtelif coğrafyalarındaki vekalet unsurları ve sıkı koalisyon ortaklarıyla ABD’nin küresel iddialarından geri adım atmayacaktır.

MISIRİ GURUTTİN Mİ, BUNLARI UNUTTUN Mİ?

Trump’ın ikinci dönemindeki Türk-Amerikan ilişkileri için fal açmaya hiç gerek yok! “Çarşambanın gelişi perşembeden bellidir” diyen atasözüne kulak vermek kafi. Aslında Türk-Amerikan ilişkileri açısından başkanın kim olduğunun, hangi partiden seçildiğinin de fazla bir önemi yok. Trump’ın birinci döneminde Erdoğan yazdığı mektup maalesef içerdiği küçültücü ifadelerle hep hatırlanıyor. Trump’ın o mektubu “hizaya çekme” ya da “ayar verme” uyarısıydı. Yani, “ABD’nin çıkarlarına ters düşme, başın dede girmesin” demek istemişti Trump o mektupta. Erdoğan, ikinci kez seçilen Trump’a kutlama mesajında maalesef “dostum” ifadesini kullandı. Bu büyük bir hata… Hiç olmadı. Size o biçim ifadelerle yüklenen birisine nasıl olur da “dostum” dersiniz? Daha mesafeli bir hitap sözcüğü vardır, hem de çok… Erdoğan, diplomasinin kurum ve kurallarını bir yana bırakarak “liderler diplomasisi” inşa etmeye çalışıyor güya ama bu nafile bir çaba. Bu ilişkiler, ciddi diplomatik cereyanların üzerinde bir “süs”ten öteye gitmez günümüz dünyasında. Hele siz Ortadoğu’da İhvan ve Hamas gibi sıkı partnerler seçerseniz “güvenilmez” damgası yersiniz ve yediniz zaten! Bunun maalesef ister istemez bir maliyeti olacaktır. Oysa Türkiye’nin ulusal çıkarları dar bir çerçevedeki ilişkilere kurban edilemeyecek kadar büyüktür. Trump, Suriye’nin kuzeyindeki YPG-PYD-PKK’yı tahkim edip eğitip donatan unsurlarını geri çeker mi? Çekmek isteyeceğini hiç sanmıyorum, çünkü orasını Ortadoğu’daki petrol bölgelerine yakın bir üssü olarak görüyor ve aynı zamanda İsrail’in güvenliği için de çok önemli görüyor. Unutmayalım, Trump, Suriye’nin kuzeyindeki ABD’nin “kara gücü” olarak tanımladığı YPG-PYD-PKK unsurlarını eğitip donatan ABD’nin başkanıydı ilk döneminde. ABD’nin ‘Kürt kartı’ merakı başımızı Trump’ın ikinci döneminde de ister istemez ağrıtacak. Trump, Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak da onaylayandı. ABD’nin Kafkaslar, Balkanlar ve Doğu Akdeniz’deki politikası ile Yunanistan-Türkiye dengesini bozan tutumu da Ankara ile uyuşmayacak cinsten.

Erdoğan, Trump’ta kendisini gördüğü için yeniden seçilmesinden memnun gözüküyor. Fakat bilmeli ki, ABD, başkan kim olursa olsun ABD’dir. Hadi istesin bakalım oradaki FETÖ’cüleri? Trump da hazır bekliyordu vermek için! F-35 projesinden kim çıkarmıştı Türkiye’yi? Cumhurbaşkanı Erdoğan unutmuş olamaz.

HA ALİ VELİ, HA VELİ ALİ

Kısacası, ha Ali Veli, ha Veli Ali…  ABD’de başkan kim olursa olsun yüz yıllık Türk-Amerikan ilişkilerinin seyri değişmez. Atatürk döneminde pamuk ipliğinde gitmişti ilişkiler. ABD 1927’ye kadar Ankara’ya elçilik bile açmadı. Hatta 1923’te Lozan’da imzalanan Dostluk ve Ticaret Anlaşması ABD Senatosu’nca onaylanmadığı için kadük kaldı. Atatürk’ten sonra 1939’dan itibaren anlaşmalar yapılmaya başlandı. Soğuk Savaş’la gelen NATO üyeliğiyle Türkiye’ye biçilen “ileri karakol” rolü ile ABD nezdinde artan önemimiz Sovyet blokunun çökmesi ve Soğuk Savaş’ın bitmesiyle çok azaldı. Kıbrıs nedeniyle ABD’den ambargo yedik.  ABD daima Ermeni iddialarını da destekleyen Türkiye’nin aleyhine bir tutum sergiledi. Başkanlar geldi, başkanlar gitti ama yüzyıllık Türk-Amerikan ilişkilerinin seyri pek değişmedi. İki devlet arasındaki ilişkiler kronik krizler ve alçalıp yükselen gerilimler tarihini ördü. Bundan sonra da farklı olmayacak. Ta ki Türkiye ekonomik ve askeri olarak bölgesinde güçlü ve saygın yerini alana, demokrasisini ve hukukun üstünlüğünü tesis edene kadar. Ankara merkezli, onurlu ve istikrarlı bir dış politikayı yeniden esas alana kadar. Atatürk’ün inşa ettiği Yurtta Sulh Cihanda Sulh politikasından şaşmadan bir barış adası olmayı sürdürmekte ve çevresine de barış telkin etmekte kararlılığını sürdürerek… 


Yorum Yazın