Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği'nin Türkan Saylan öncülüğünde hayata geçirdiği ‘Kardelenler / Çağdaş Türkiye’nin Çağdaş Kızları' projesini hatırlıyor musunuz? 8 Mart Kadınlar Günü'ne günler kala hatırlatmak istedim....
Oğuz Büber - Muhalif Analiz
“Kaya gibi sağlam, kararlı ve ne yaptığını bilen bir Anadolu kadını, en küçük kızını ağabeylerinden kaçırarak gizlice getirmişti okula. Kocasını yıllar önce kaybetmişti. Kızı Selma henüz 2 yaşındaydı babası öldüğünde. Ana; çoğu erkek olan kimi öz, kimi üvey on çocuğu ile birlikte, mezbaha işçisi kocasının emekli maaşıyla geçinerek yaşamıştı uzun yıllar. Sonra büyük oğlanlar teker teker evlenmiş, kendi evlerini açmışlardı. Ana, sırtında altı çocuğunun sorumluluğu, yoksulluğun sorunlarıyla savaşarak yaşayıp giderken, hiç beklenmedik bir haber alıverdi bir gün.
Çocuklarının en küçüğü olan 11 yaşındaki Selma, ÇTÇK bursunu kazanmıştı. Okul müdürü evlerine kadar gelip anneye müjdeyi bizzat vermişti. Siirt ilkokullarından sınavla seçilen beş başarılı kız çocuğu, İstanbul'daki TED Koleji'nde ücretsiz okutulacaktı. Üstleri başları, kitap-defter paraları da karşılanacaktı. Okul yılı başlamadan önce, ağustos ayı boyunca, bir aylık uyum sağlama süresi için İstanbul'a götürülecekti kızlar; yerlerine alışsınlar, öğretmenleriyle tanışsınlar ve okul başladığında yabancılık çekmesinler diye. Kızını İstanbul'daki bu okula yollayacak mıydı ana?
Ana, oğullarına danışmadan karar veremezdi. Müdür, karar vermekte gecikmemesini tembihleyerek ayrıldı evden. Çünkü Selma'yı göndermeyecek olurlarsa, sırada başka çocuklar vardı, geç kalınmadan onlara haber verilmeliydi. Ne de olsa bir hazırlık gerektiriyordu yolculuk.
O gece Selma hayatı boyunca unutamayacağı bir rüya gördü. Rüyasında, sokakta kaybettiği annesini ararken tanımadığı biri yol gösterince, peşine düşüp gidiyordu bilmediği bir yöne doğru. Adam onu bir kafese kilitliyordu.
Selma avaz avaz bağırmak istiyordu ama hiç sesi çıkmıyordu. Dehşet içinde ağlamaya başlıyordu çocuk.
Çok korkmuş olmasına karşın, yüreğinde tuhaf bir huzur vardı nedense, içinden bir ses ona, annesinin gelip onu bu kafesten kurtaracağını söylüyordu. Ter içinde uyandı gecenin bir saatinde Selma. Kötüye yormaması için, bu rüyadan annesine söz etmedi.
Ana ertesi gün, evlenerek evden ayrılmış erkek çocuklarını topladı evinde. Durumu anlattı, kızını İstanbul'a yollamak için izin istedi. Oğlanlar, "Olmaz!" dediler. İstanbul neree, Siirt nereydi. 11 yaşında küçücük bir kızı yaban ellere yollamak olmazdı. Hem okuyup da ne yapacaktı, kızdı o! Babalarının ruhu rahatsız olur, kemikleri sızlardı yattığı yerde.
Ananın yüreği buz gibi oldu. İçi daraldı. Böyle bir karar çıkacağını beklememişti üvey oğullarından. Onları, babalarına karılık etmek üzere bu eve adım attığı günden beri, sonradan doğuracağı çocuklardan hiç ayırt etmeden büyütmüştü. Bir dediklerini iki etmemişti. Şimdi de evin erkek evlatları oldukları için, saygı gösterip fikirlerini sormayı uygun görmüştü. Ama Selma'nın annesi, kendisiydi. Kızı hakkında en iyiyi o düşünürdü.
Genç yaşından beri çocuk bakmaktan, tarlada çapa sallamaktan, ev işi yapmaktan ve yoksulluğa dayanmaktan beli bükülmüştü. Konu komşu çöpçatanlık yapıp yeniden evlendirmeye çalışmışlardı onu. İstememişti. Yeni bir koca, daha fazla çocuk ve daha fazla iş demekti. Saçını süpürge etmiş, kocasından kalan iki kuruş maaşla yetiştirmişti öz-üvey bütün çocuklarını. Bu yüzden tükenmişti genç yaşında. Babasız büyüyen Selma'nın hayatının da aynı olmasını istemiyordu. Ana, oğlanlar evlerine dağıldıktan sonra uzun uzun düşündü ve kızını çağırıp karşısına oturttu.
"Selma, sen İstanbul'a okumaya gitmek istiyor musun?" diye sordu. Kızın ela gözlerinde yaşlar titreşiyordu.
"Ana, okut beni," dedi kız, "Ne olur izin ver gideyim. Okut beni."
"Sen benim en küçük kızımsın, dizimin dibinden hiç ayırmadım seni. Bensizliğe dayanır mısın?"
“Dayanırım ana. Okur adam olurum. Sonra buraya dönerim, bir işe girerim, ayrı bir ev tutarım bizim için.
O evde sadece ikimiz otururuz. Sana iş yaptırtmam gayrı. Yorulmana izin vermem. Ben çalışır sana bakarım. İnsan gibi yaşarız ana."
Ana ağır ağır kalktı yerinden. Sarıldı kızına, "Ben okuyamadım, şu sokağın ötesinden gayrı dünya göremedim kızım," dedi. "Sen oku, hem kendini hem de beni kurtar. Seni yollayacağım."
"Ya ağabeylerim? Ne diyecekler bu işe?"
"Sen benim kızımsın, onların değil. Ben seni elimle götüreceğim. Ama söz ver, orada sıkılırsan, üzülürsen dönüp geleceksin Selma," dedi anası.
Ana-kız bir sabah karanlığında kimseye haber vermeden çıktılar yola. Otobüs değiştire değiştire geldiler İstanbul'a kadar. Ana, ilk gece bahçedeki tahta bankın üzerinde yattı, kızını nasıl bir yere getirdiğini, mutlu olup olmadığını görmek, öğrenmek için. Ertesi gün öğretmenler Selma'nın annesinin geceyi bahçede geçirdiğini öğrendiklerinde şaşkına döndüler. Yatakhanede ona da bir yatak ayarladılar. Ana bir haftaya yakın kaldı okulda ve ne zaman emin oldu ki, iyi bir iş yapmıştır, doğru yerdedir kızı, düştü yollara, geri döndü Siirt'e.
Şimdi dört gözle kızının bir meslek sahibi olup ona geri geleceği günü bekliyor. Sabırla ve umutla gözlüyor Selma'sının yolunu ana.
Yukarıdaki yazıda anlatılan Selma’nın çoktan istediği mesleğe kavuştuğunu, annesiyle birlikte yaşayacakları evi kurduğunu düşünüyoruz.
Yukarıda bir kesitine yer verdiğim eser Ayşe Kulin’in 2009 yılında kaleme aldığı ‘Kardelenler / Çağdaş Türkiye’nin Çağdaş Kızları' kitabı
Kulin, kitapta Anadolu’daki kız çocuklarının okuma hayallerine kavuşmalarına dair öyküler paylaşıyor. Peki ama proje nasıl başlıyordu?
Prof. Dr. Türkan Saylan hayatının önemli bir bölümünü Anadolu’daki cüzzamlı hastaların tedavisine adamıştı. Bu değerli ismin çalışmaları esnasında fark ettiği en önemli detay ise kız çocukları olmuştu. Hastanede yatan cüzzamlı hastaların kız çocukları, yalnızca sağlık anlamında değil birçok konuda kitlenin tamamına kıyasla büyük bir öğrenme başarısı gösteriyorlardı. Temizliğin her aşamasına dikkat gösteriyor, doktor ve hemşirelerle iletişimlerinde de onlar gibi konuşmaya çabalıyorlardı. Bu durum, kız çocuklarına verilen emeğin kat ve kat fazlasıyla karşılık bulduğunu gözler önüne seriyordu.
Hastaların iki aylık tedavi süreçleri tamamlandığında ise kız çocuklarının tek istekleri; okumak ve kendi mesleklerini yapma tutkusu oluyordu.
Evlerine döndüklerinde de; ne öğrendilerse, aileleriyle ve yakınlarıyla öğrendikleri ne varsa paylaşıyorlardı.
Sene 1989, Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği kurulmuş ve eğitim çalışmaları başlamıştı. Cüzamlı hastaların sağlıklı çocuklarına eğitim bursları sağlanmaya başlanmıştı. Alınan netice beklenenin de üzerindeydi.
Türkan Hoca ve ekibinin çocuklara eğitim bursu verdirdiğinin yayılması sonrasında Saylan’ı bir gün Siirt - Pervari Kaymakamı Resul Kır aradı. İlçede ilköğretiminden mezun olmuş 17 kız çocuğu okumak istiyor ancak maddi sıkıntılar yüzünden liseye gidemiyorlardı. Bu kızlar burs alabildiği takdirde Pervari’nin orta öğrenime giden ilk kızları olacaklardı.
Kaymakamın bu yoğun isteği üzerine Türkan Saylan, yurtdışında bulunan Çağdaş Yaşam Münster Bölgesi isimli dernekle iletişim kurdu ve kızlar için burs istedi. Sadece bu burs onaylanmadı yanı sıra proje geliştirilerek Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği her ilçeden yirmişer kıza burs sağladı.
Verilen burslarla; Anadolu’nun yoksul kızları birer öğretmen, hemşire, ebe olabilmişlerdi.
Bu tedrisattan geçen kız çocukları için eğitim bir araç değil amaçtı.
Türkan Saylan’ın hedefi çok daha büyüktü. 300 olan burslu kız çocuk sayısını 5000’e yükseltme hayalleri vardı. Zordu ama imkansız denemezdi.
Türkan Hoca ve ekibi ÇYDD ile kafa kafaya vererek 5000 kıza nasıl ulaşabileceklerini düşünüyorlardı.
O sıralarda, bugün herkes tarafından bilinen ancak o dönemde daha gelişmekte olan bir şirket olan Turkcell abonelerine yönelik bir araştırma gerçekleştiriyordu.
Abonelerine yönelttikleri hangi alanda yatırım yapmalıyız anketinde üç seçenek vardı: Eğitim, kültür-sanat ve spor.
Türk halkı eğitimi seçmişti. Turkcell 2000 yılının Nisan ayında eğitim alanında destekte bulunmak için bir proje arayışına girmişti ki, tesadüfler silsilesiyle yolları ÇYDD ile buluştu.
İki kuruluşun yaptığı protokol çerçevesince 5 bin kızı okutmayı amaçlayan proje, ‘Çağdaş Türkiye’nin Çağdaş Kızları’ olarak isimlendirildi.
Burs alan kızların okullara devam durumu, derslerdeki başarıları ve geri kalan tüm gereksinimleri ÇYDD’nin Kırsal Alan Komisyonları’nda çalışan gönüllüleri tarafından gözetiliyor, kızlarla sıkı sıkıya bir bağ kuruluyordu.
Emekli öğretmenler ve yöneticilerden oluşan gönüllü gözetmenler ekibi kendilerine bağlı ilçeler ve köylerden gelen talepleri eksiksiz olarak yerine getiriyorlardı.
Her yıl yeni kızların katılımıyla proje devam ediyordu.
Neden ‘ediyordu’ diyorum. Çünkü her geçen yıl projeden faydalanan öğrenci sayısı azalıyor.
Şöyle ki; Çağdaş Türkiye’nin Çağdaş Kızları projesinden 2013-2014 senelerinde 8.092 öğrenci burs alırken, 2015 senesinde 2.891 öğrenci burs alıyor. 2016 ve 2018 yılları arasında bu sayı daha daha azalarak 731’e kadar düşüyor. 2022 ve 2023 yılları arasında ise 83 ortaokul ve 28 üniversite öğrencisi olmak üzere sadece 111 öğrenci burs alıyor.
ÇYDD’nin farklı projeler üzerinden öğrencilere burs desteği devam ediyor fakat kökeni ve hikayesi bu kadar anlamlı olan bir projenin devam etmesi sanırım eğitimde fırsat eşitliğini savunan her vatandaşı memnun edecektir.
Bir zamanlar bu topraklarda kadınlar yine varoluş mücadelesi vermişlerdi. 19.yy’ın ortalarında kadınlar her an kocasının kendisini evden kovma korkusu içinde bir hayat sürmekteydiler. Kadınların konumu değiştirilmeye karar verilmişti ama bu kadınlara birey olma hakkı tanındığı için değil daha iyi bir anne olmaları ve daha hayırlı erkek evlatlar yetiştirmeleri içindi. Kadınlar kadın hakları mücadelesinde aktör olamamış maalesef figüran olarak kalmışlardı.
Büyükşehirlerde yaşayan aileler kızlarını ortaokula kadar gönderebiliyor veya evde özel ders aldırabiliyorlardı. Fakat ne için?
Kızlarını yüksek mevkilerde çalışan, soylu ailelerden gelme varlıklı kişilerle evlendirebilmek için…
O dönemin zihniyeti böyleydi. Cumhuriyet dönemi başladığından itibaren ise kazanımlar çok daha fazla olacaktı.
Batı’da kadınlar; eğitim hakkı, mirastan pay alma, eşit ücret ve siyasi haklarını kazanmak için yaklaşık yüzyıllık bir mücadele vermişler ve sonunda haklarını elde edebilmişlerdi.
Türk kadınına ise bu haklar, Atatürk liderliğindeki Meclis tarafından altın bir tepside sunulmuştu.
Türkan Saylan’ın öncülük ettiği ‘Kardelenler / Çağdaş Türkiye’nin Çağdaş Kızları' projesi de aynı fikre hizmet etmekteydi.
Uygarlık kadının hayatın içinde yer aldığı, birey olarak toplumda var olabilmesinin tasavvurudur.
8 Mart Kadınlar Günü’ne kısa bir süre kala böyle değerli bir projeyi de anımsatmak istedim…
Yorum Yazın