Ayla Ganioğlu yazdı:

Türkiye’nin bitmeyen borçları ve Lord Curzon…

  • Yazdır
  • A
    Yazı Tipi
  • Yorumlar
Türkiye’nin bitmeyen borçları ve Lord Curzon…
Abone ol

“Emperyalistlerin zoruyla İstanbul hükümetine önceden imzalatılmış olan anlaşmalar hükümsüz kalmıştı. Türkiye milli bağımsızlığına kavuşmuştu. İsmet Paşa bu büyük başarısından ötürü günün kahramanı olmuştu. Ankara’ya döndükten bir kaç gün sonra İsmet Paşa’nın Büyük Millet Meclisi’nde, Lozan Konferansı hakkında bilgi vereceği bildirildi.

“O gün Meclis hıncahınçtı. Bütün elçiler, bütün basın mensupları, bütün diplomatlar oradaydı. Meclis, tarihi bir gün yaşıyordu. Ben İsmet Paşa’yı ilk kez görecektim. Merak ve heyecan içindeydim. Bir alkış tufanı koptu. Gözler salonun yan kapılarına dikildi. Üzerinde basit bir asker elbisesi, başında gri kalpağıyla İsmet Paşa göründü. Meclis onu ayağa kalkarak selamladı. Paşa çalımsız, kısa boylu, basit bir askerdi. Pantolonu ütüsüz, ceketi buruşuktu. Kalpak, kulaklarına kadar inmişti. Londra’dan değil de, sanki cepheden geliyordu. Kıyafetini değiştirmeye vakit bulamadan tozlu çizmeleriyle Meclis’e gelivermiş gibiydi. Onun bu basit, bu iddiasız ve mütevazı hali, Kurtuluş Savaşı’nın canlı bir sembolü idi. Karşımızda şık giyinmiş, iddialı bir diplomat değil, cephede ve Londra’da zafer kazanmış bir komutan vardı. Kurtuluş Savaşı, işte böyle fıkaralık içinde yapılmıştı.

“İsmet Paşa konuşmaya başlayınca Meclis kulak kesildi. Paşa, Londra’da emperyalist memleketler diplomatlarının, Anadolu zaferini yenilgiye çevirmek için oynadıkları çeşitli oyunları anlattı; İngiliz temsilcisi Lord Curzon’un zaman zaman tehditler savurduğunu fakat hiçbir hile ve tehdidin fayda vermediğini açıkladı. Lord Curzon, konferansta, ‘Siz bize Anadolu’nun kapılarını kaparsanız, biz Anadolu’ya arka kapıdan girmesini biliriz.’ demişti. Yani, yeni Türkiye yabancı sermayeye muhtaç olacaktı.  İsmet Paşa, Lozan’da hiçbir tehdit ve hile karşısında eğilmemiş, Sakarya zaferini diplomatik bir zaferle tamamlamasını bilmişti. Onun için Meclis onu ayakta alkışlıyordu.”

Zekeriya Sertel, Hatırladıklarım kitabında, Lord Curzon’un, savaştan yeni çıkmış Ankara hükümetinin eninde sonunda dış yardım isteyeceği ve bunu da kendi şartlarını kabul ettirmek için kullanacakları öngörüsünde bulunduğunu anlatır.

“Yarın para için geleceksiniz!”                                                               

24 Temmuz 1923’te Lozan Antlaşması’nın imzalanmasından sonra 13 Ekim1923’te, Dışişleri Bakanı İsmet İnönü’nün verdiği kanun tasarısının Meclis’te kabul edilmesiyle Ankara “Türkiye Devleti’nin başkenti” oldu. 16 gün sonra 29 Ekim 1923’te cumhuriyet ilan edildi.

Lozan Antlaşması’nın yüz yılının dolmasıyla, yeraltı kaynakları ile ilgili ambargonun kalkacağı, gizli maddeleri olduğu hikâyeleri uyduruldu ama İngilizlerin öngörülerinin gerçekleştiği üzerinde durulmadı.

Lord Curzon’un, Lozan’daki tehditlerini anlatan bir başka isim de Falih Rıfkı Atay’dı.

Çankaya kitabında, Atatürk dönemi ve ondan sonra uzun yıllar boyunca dış borç almama kararlılığının, hem Osmanlı’nın dış borçlar nedeniyle yarı sömürge haline gelmesini yaşamış olmaları hem de Lozan’daki tehditlerden kaynaklandığını anlatır.

“1923 Temmuz’unda Lozan’da yeni devleti bütün dünyaya tanıtıyorduk. Kapitülasyonsuz, tam egemenlik ve bağımsızlık şartları içinde milli bir devlet olmuştuk. Birinci Dünya Harbi’ne girdiği vakit bu devlet, gerçi bir saltanattı ama bir yarı sömürge idi. Rus Çarı’ndan izin çıkmadıkça Alman sermayeli demiryolunu Ankara’dan bir karış ileriye yürütmeye hakkı yoktu. Doğu vilayetleri, tıpkı Rumeli gibi vatandan kopmak üzere idi.

“İsmet Paşa, eski şartlardan ne mümkünse kurtarmak isteyen kibirli Lord Curzon’un bütün tekliflerini reddetmişti. Lord Curzon, her ret olunan teklifi geri aldıkça:

-Ben bunu cebime koyuyorum. Yarın para bulmak için bize geleceksiniz. Para bende ve (Fransız baş delegesini göstererek) bunda var. Her para istedikçe cebime koyduğum reddedilmiş tekliflerden birini size takdim edeceğim, diyordu.

“Bu söze dikkat ediniz, yeni Türkiye’nin kendi alın terinden başka hiçbir kaynak bulamayarak, devletçi sistemle, kalkınmaya uğraşmasının başlıca sebebini anlamış olacaksınız. Büyük devletler sekiz aydan fazla tartışmalar sonunda yeni Türk devletini tanıyacaklar, fakat daha birkaç sene ‘kabul’ etmeyecektir, hatta yeni başkente yerleşmek için elçilik arsası bile aramayacaklardı. Silahlı bir dayatış savaşından silahsız bir dayatış savaşına geçiyorduk.”  

Osmanlı’nın bitmeyen borçları

Osmanlı’yı batılı ülkelere bağımlı hale getiren borçları 1954 yılına kadar ödendi.  

Mahfi Eğilmez, “ll. Abdülhamid ve Osmanlı Maliyesinin iflası” başlıklı yazısında, Osmanlı İmparatorluğu’nun, ilk dış borucunu Abdülmecid döneminde, 1854 yılında, Kırım Savaşı’nı finanse etmek için aldığını ve dış borçlanmaların sonraki padişahlar Abdülaziz ve V. Murat dönemlerinde devam ettiğini belirtir.

Abdülhamit tahta çıktığında zaten ödenemez durumda olan dış borçlar için, başta İngiltere, Fransa olmak üzere Avrupa devletleri baskı yaparlar. Alınan dış borçlar, Dolmabahçe Sarayı, Çırağan Sarayı, Beylerbeyi Sarayı gibi verimsiz alanlara yatırıldığı için geri ödeme zorlaşır.

Diğer yandan da Galata Bankerleri’nden alınan iç borçlar da ödenemez. 93 harbi olarak bilinen, 1877-78 Osmanlı - Rus savaşıyla birlikte Osmanlı, borçları ödeyemeyeceğini açıklayarak, moratoryum ilan etmek zorunda kalır.

20 Aralık 1881’de, Düyun-u Umumiye İdaresi, Osmanlı’nın maliyesini yönetme, vergi koyma ya da kaldırma, vergi oranlarını değiştirme gibi hükümranlık haklarının bir bölümünü devralır ve devlet yerine vergileri gelirlerini toplar.

Kurtuluş Savaşı sırasında ise Ankara hükümeti, Düyun-u Umumiye İdaresi’nin topladığı bütün gelirlere el koyar.

Lozan Antlaşması’yla bu kurumun işleyişine son verilir ve Osmanlı borçları, imparatorluğu oluşturan devletlere paylaştırılır. En büyük pay Türkiye’ye düşer. 1936 yılında borçlar yeniden bir ödeme planına bağlanır ve bu yeni şekliyle ödenmeye başlar. Osmanlı borçlarının ödenmesi 1954 yılında tamamlanır.


Yorum Yazın