Mezopotamyanın kadim halkı Süryaniler, şimdilerde Mardin, Batman, Şırnak, Diyarbakır Adıyaman ve Elazığ’da yaşam sürdürürken gelenekleri ve ritüelleri ile Türkiye’nin kültürel zenginliğine önemli katkı sunuyor. Midyat Süryani derneği Başkan Yardımcısı Ayhan Gürkan ile geçmişten günümüze uzanan Süryani kültürünü ve bu kadim halkın içinde bulunduğu sorunları konuştuk. Vesile Kardaş’ın Gazeteciler Cemiyetinin katkılarıyla hazırladığı özel haberi...
Vesile Kardaş - Batman
Mezopotamya’nın kadim halkı Süryaniler, 5 bin yıla uzanan tarihlerinde sayısız istila karşısında dünyanın pek çok ülkesine yayılarak yaşama tutundular. Türkiye’de halen Tur Abdin diye adlandırılan bölgede, Mardin, Midyat, Batman, Cizre ve Nusaybin’de yaşam sürdüren Süryaniler, hristiyanlığı ilk kabul eden topluluk olarak biliniyor. Tarihte yazılı edebiyatı en eskiye dayanan millet kabul edilen Süryaniler tarafından yazılan eserler, bilime ve tarihe katkı büyük katkı sunmuş, dünyaya bıraktıkları mimari ve edebi kültürel zenginlikler de sayılamayacak fazla.
Kendini ifade etme biçimi olarak; Deq
Mezopotamya da yaşayan birçok toplulukta olduğu gibi Süryanilerde de deq (dövme) önemli kültürel ritüellerden biri olarak varlığını sürdürüyor. Deq, anne sütü ve is karışımına batırılarak yapılan iğneler ile özel simgelerin vücuda işlenmesi uygulaması.
Süryaniler, Hristiyanlığın kabulünden önce çok tanrılı dine inandıkları için ay tanrısı güneş tanrısı gibi dini motifleri vücûda işlediler.
Hristiyanlıktan sonra daq motiflerindeki değişimi, Ayhan Gürkan şöyle anlatıyor;
“Din değişimi ile birlikte kadınlar genellikle haç simgesini yaptırır oldular. Birçok kişide bu motife tanık oldum. Haç simgesinin şeytana kötülüğe karşı koruma sağlayan bir güç olduğuna inanılır. Deq geçmişte birçok amaç için kullanılmış, kabile üyelerini birbirinden ayırt etmek için her kabilenin bir simgesi olurmuş, bu ayrımı vurgulamak için de yapılırmış, bunun yanı sıra daq dinsel ayrım yapmak için de kullanılmıştır. “
Dinsel ritüeller
Süryaniler, beraber yaşadığı Kürtler, Araplar ve Türklerden farklı bir topluluk, bin yıllar önce yerleşik hayata geçmiş olmaları bunun kanıtı, imparatorluklar da yönetmişler.
Dini ritüel olarak da Süryanilerin diğer topluluklardan pek çok farkı olduğunu belirten Gürkan şu bilgileri verdi:
”Vaftiz töreni, ayinler gibi ritüeller müslümanlarda olmayan dini ritüellerdendir. Fakat ortak bir noktamız namazlardır. Namazlarımız şekil olarak Müslümanlarınkine benzese de içeriği çok farklı. Örneğin, en önemli ritüellerden olan Siboro bayramı bizim için çok anlam taşır.
(Siboro; Türkçe'de müjdeleme sözcüğüne denk geliyor.) Meryem Ana'nın İsa Mesih'e gebe kalacağını bildiren müjdelemenin bir anısı olarak, her yıl 25 Mart'ta bu bayramı kutluyoruz. Bayram akşamı biri beyaz, diğeri kırmızı iki ipin örülmesiyle renkli bir sicim oluşturulur. Sicimin beyazlığı İsa Mesih'in tanrısallığına, kırmızılığı ise insanlığına işaret etmektedir. Bu sicimler bayramın ikinci gününe kadar kollara, parmaklara, kulaklara ve boyunlara takılır. Çıkarıldıklarında, inanca saygının ifadesi olarak, kilise duvarlarındaki deliklere konulur, veya bayramda yapılan "daşişto" sütlacının pişirildiği ateşe atılarak yakılır. “ diye konuştu
Süryanilerin kaderi hükümet elinde olmasın
Dinsel Gelenek ve görenekleri yaşatmanın kolay ama kültürel faaliyetleri yaşatma konusunda zorluklar yaşadıklarını dile getiren Gürkan, Türkiye’de kültürel faaliyetlerin yaşatılmasının biraz daha zor olduğunun altını çizerek şunları söyledi;
“ Geçmişte yaşanan baskılar acılar bazı kültürel özelliklerimizi yok etti. Türkiyede de geçmişe nazaran şartlar daha iyi ama Avrupa ülkelerinde yaşayan Süryaniler kadar rahat koşullarda değiliz. Biz Süryaniler olarak hükümet bazında çözümlerden ziyade anayasal güvence altına alınmış haklar talep ediyoruz. Çünkü Süryanilerin kaderinin hükümetlerin elinde olmasını istemiyoruz. Hükümetler gelip geçici gelecek olan hükümetin keyfi davranmayacağının garantisini alamayız. Ama eğer anayasal güvencede olursak hükümetler değişsede biz aynı haklara sahip olmuş oluruz.
Halk olarak ulusallaşma hareketleri yaşamadığımız için kilise bizi bugüne getirdi bugün biz varsak kilise sayesinde varız dilimiz varsa kilise sayesinde var müziğimiz varsa kilise sayesinde bu yüzden kilise bizim devletimiz ibadethanemiz her şeyimizdir. Bütün Süryani gençlerimizi de kiliseye ve Süryani kültürünü yaşatmaya davet ediyorum. “
Süryanilerin şiddeten kaçış rotası; Avrupa
Süryaniler, 20. yüzyılın ikinci yarısında Avrupa’ya kitlesel bir şekilde göç etmeye başladı. 1915 yılında Ermenilerle yaşanan şiddet olaylarının kendilerine etkilemeyeceğini düşünse de ilerleyen zamanlarda Süryanilere karşı da bir kıyım yaşanmıştır. Süryaniler o dönem yaşadıkları ölümler için Seyfo (kılıç) tabirini kullanmışlardır.
Tarihte yaşananlar
Süryani tarihçiler son yüzyılda yaşananların nasıl dış göç kapısını açtığını, kimi örneklerle şöyle dile getiriyor:
1914’te Osmanlı hükümeti seferberlik ilan ettiğinde tamamına yakın halkı Süryani olan Midyat’ta 20-40 yaş arası erkekler birbirlerine zincirlenerek askere alındı, bu durum halkta büyük tedirginlik yarattı, daha sonra ise Süryani Protestanlara yönelik tutuklamalar başladı. Aşiretlerin desteği ile Süryanilere yönelik şiddet hareketleri durmayıp devam edince, Süryaniler dış göçe başladı. Seyfo travmasını henüz atlatamamış olan Süryani halkı, Lozan Anlaşmasındaki azınlık haklarından da mahrum kaldı. Bununla birlikte 6-7 Eylül olayları, Kıbrıs Harekâtı, 1980 Askerî Darbesi, Zorunlu Din Kültürü dersi, Güneydoğu Anadolu bölgesinde yaşanan PKK ve Hizbullah terör olayları Süryanilerin Avrupa’ya göçünü hızlandırdı. Önce geçici işçi olarak farklı ülkelere giden Süryaniler daha sonra ‘aile birleşimi’ hakkı ile ailelerini de yanlarına aldırdıları. Osmanlı döneminde 650 bin kişi civarında Süryani nüfus söz konusu iken günümüzde Türkiye’de sadece 25 bin Süryani yaşamakta. Süryanilerin özellikle 12 Eylül Sonrasında yoğun biçimde göç ettiği İsveç’te de hatırı sayılır bir azınlığı bulunuyor.
Yorum Yazın