Profesyonel gazeteciliğe 2003 yılında başlayan Gazeteci Candemir hakkında geçen 20 yıl içinde kolluk kuvvetleri ve yargı mercileri tarafından 50 soruşturma, gözaltı, tutuklama, ifade alma işlemi gerçekleştirildi. Gazeteciler Cemiyeti'nin katkılarıyla...
Haber: Salih Sertkal – Van
Gazeteci Oktay Candemir’in yaşam öyküsü, Türk basın tarihinin bir özeti gibi.
Henüz 45 yaşında ama hakkında 50’den fazla dava açıldı, ilk olarak 19 yaşında işkenceyle tanıştı.1 yıl cezaevinde kaldı. Gazetecilik mesleğine başlamadan önce yarı gazetecilik olarak tanımladığı arzuhalcilik mesleğini icra ederken dahi sırf bu yüzden üç kez gözaltına alındığını aktarıyor.
Türkiye’nin basın özgürlüğü konusunda dünyadaki sıralaması, her geçen yıl biraz daha geriye düşmeye devam ediyor. Ülkede görev yapan özellikle muhalif gazetecilere dönük baskı ve yasaklar, yeni sansür yasasıyla tam bir resmiyet kazanmış oldu. Gazetecilere dönük baskının ve sansürün en çok hissedildiği yerlerin başında da Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesi gelirken, oralarda habercilik yapan gazetecilerin hayatları çok zor geçiyor. Bölge illerinde mesleği yürüten gazeteciler hakkında neredeyse her gün yeni soruşturmalar açılırken, çok sayıda hapis cezası veriliyor.
İngiltere merkezli ekonomi dergisi The Economist tarafından hazırlanan basın raporunda, Türkiye, “en çok tutuklu gazeteci” sıralamasında ikinci sırada yer aldı. Türkiye tutuklu gazeteciler listesinde Çin ile yarışıyor.
Soruşturmalara ve dava dosyalarına en çok maruz kalan gazetecilerden biri de Oktay Candemir. Henüz 19 yaşında başladığı arzuhalciliği sırasında ülkenin ve bölgenin sorunlarıyla tanışan Candemir, arzuhalcilik yaptığı dönemde bile birçok kez gözaltına alınmış. Günlerce işkence gördüğü o yıllarda arzuhalcilik yapmasına engel olunmak istenmiş. Candemir’e göre bu yaşadıklarının gerekçesi, “90’lı yıllarda yaşanan toplumsal sorunlara sırtını dönmek yerine hak mücadelesinin içinde yer alması…”
Dönemin mülki amirlerinin Özalp ve Saray ilçelerinde yaşanan sıkıntıları, sorunları, -dilekçelerde dahi olsa!- duymak istemediklerini, bunu için de arzuhalcilik yapmasına sıcak bakmadıklarını söyleyen Candemir, vatandaşların dilekçelerini kaleme alırken edindiği yazma yetisini bir üst aşamaya taşıyarak gazeteci olmaya karar verdiğini söylüyor. Gazeteci olduktan sonra da yargı ve kolluk kuvvetlerinden gelen baskı ve sansürün daha da arttığına dikkat çeken Oktay Candemir, gözaltı, tutuklama ve onlarca dava dosyasıyla geçen 20 yıllık gazetecilik hayatını bizimle paylaştı:.
Sorunları arzuhalcilikte öğrendim
Gazetecilik hayatının tümünün AKP iktidarında geçtiğini, 20 yıldır (cezaevinde geçen bir yıl hariç) aktif gazetecilik yaptığını belirten Candemir, gazetecilikten önce arzuhalcilikte geçen süreci -bir nevi yarı gazetecilik- olarak değerlendiriyor :
“Van Özalp doğumluyum. Memur bir babanın 5 çocuğundan dördüncüyüm. İlk, orta ve lise hayatım ilçede geçti. 1995 yılında Özalp Lisesinden mezun oldum. O dönemde liseler şimdinin üniversitelerini de aşan toplumsal-politik bir düzeye sahipti. Lise yıllarında o dönemin Kürt siyasi partileri olan DEP’e, HADEP’e sürekli gider gelirdim. 90’lı yıllarda bölgede süren Olağanüstü Hal (OHAL) uygulamasıyla zaten demokratik yaşam ve insan hakları askıya alınmıştı. Öğrencilik yıllarımda siyasi parti ile tanışıklığım haliyle halkın sorunlarına duyarlı olma halini beraberinde getirdi. Liseden mezun olduktan sonra Özalp ilçe merkezinde babamın da teşvikiyle arzuhalciliğe başladım. Arzuhalcilik yapmaya başladıktan sonra halkla devlet arasında yaşanan her türlü siyasi, politik, ekonomik, toplumsal, kamusal sorunların tümüne bir şekilde tanıklık etmeye başladım. O dönem için Van kent merkezinde bile çok az sayıda avukat vardı, ilçelerde ise neredeyse hiç avukat yoktu. İlçelerde avukata ihtiyacı olanlar Van merkeze gidip avukata vekâlet veriyor, ilçelerdeki davalara Van’dan gelen avukatlar giriyordu. Devletle halk arasında köprü olmak haliyle arzuhalcilere kalıyordu. Bir nevi şimdi avukatların müvekkillerine yazdığı idari başvuru dilekçelerini, o dönem bizler yazıyorduk. Bu durum iyi bir yazma kabiliyeti kazandırdı. Yazdığım her dilekçede yeni bir şey öğreniyordum, bununla beraber halkın yaşadığı sorun, baskı ve yasaklamalar hakkında bir duyarlılık başladı.
Arzuhalcilikte gözaltı, işkence
Candemir, arzuhalciliğin bir tarafıyla avukatlık, bir tarafıyla gazeteciliğe varan özelliği nedeniyle karşılaştığı sorunları şöyle dile getirdi:
“Özalp ilçesinde birçok arzuhalci vardı ve tabelalarında büyük harflerle -Dilekçeci- yazardı. Ben de dilekçe yazarak halkı, yaşadıkları sorunların muhatabı olan ilgili resmi kurumlara yönlendiriyordum. Dilekçe hakkı her ne kadar anayasal bir hak olarak vatandaşın en doğal hakkı olsa da, resmi kurumlar vatandaştan gelen dilekçelere sıcak bakmayan, katı bir tutuma sahipti. Birçok memur hatta müdürler, -salla başını al maaşını- diye düşünüyor, bu yüzden de vatandaşın işleriyle pek ilgilenmiyorlardı. Hatta çoğu zaman idari çalışanlar bana, -sen halkın sorunlarını ne kadar abartıyorsun. Ne çok şey istiyorsun dilekçelerde- diyerek serzenişte bulunurlardı. Artık kolluk ve yargı yetkililerine beni nasıl yansıttılarsa fiziki olarak takip edildiğimi hissediyordum. Tabi bu takibi etkileyen diğer bir husus da o dönemde Kürt siyasi partisi olan HADEP’e gidiş gelişlerimdi. Bu gidiş gelişler sırasında polis tarafından 4 kez gözaltına alındım, hatta bir süre sonra benim dilekçeleri yazdığım yazıhanede halkla toplantılar yaparak, örgütleme çalışması içinde olduğumu bile iddia ettiler. O takipler sırasında hep -neden siyasi partiye gidip geldiğim, arzuhalciliği neden, hangi amaçla yaptığım- gibi sorular soruyorlardı. Arzuhalcilikte bir keresinde gözaltına alınarak Van’a getirildim. Van Çevik Kuvvet Merkezi’nde iki gün özel harekât polisleri tarafından sorgulandım ve ağır işkencelere maruz kaldım. Daha sonra karakoldan serbest bırakıldım ama hakkımda resmi olarak gözaltına alınmamla ilgili ne bir iddianame ne bir dava dosyası hazırlandı. Yani devletin ceberrut yüzüyle ben 19 yaşımda tanıştım.
Halkın sorunlarını duyurmak
Arzuhalcilik yaptığı dönemde çoğu zaman köy köy dolaşarak yurttaşların yaşadığı sorunlarla ilgili, ya da talep ettiği hizmetlere ilişkin dilekçeler yazarak devlet kurumlarına iletmeye çalıştığını ama bunlara olumlu dönüş yapılmadığını hatırlatan Candemir’e, gazetecilik yapmaya kendisini çeken sebepleri de sorduk, şöyle dedi:
“Arzuhalcilik aslında çok da keyif alarak yaptığım bir işti. O dönem için daktilonun verdiği konsantrasyon ve hazzı belki şimdi hiçbir bilgisayarın klavyesinden almıyorum. O dönem engellemeler olsa da severek yaptığım arzuhalcilik mesleğinin gereği olarak bazen köylere, mezralara, beldelere gider halkın dilekçelerini hazırlardım. Bazen tapuda denk güncellemesi, resmi nikâh kampanyası gibi devletin başlattığı kimi süreçlere halk yoğun talep gösterirdi. Bunun için biz onların ayağına giderdik. Köylere gittiğimizde halkın yaşadığı her türlü sorunu yerinde görüyorduk ama yaşanan sorunlar mülki amirlerin boyunu kat kat aşıyordu. Bu nedenle yazdığımız hiçbir dilekçe halkın sorununa artık cevap olamıyordu. 2000 yılında askere gittim. Askerlikten dönüşte maddi sıkıntı yüzünden bir dönem İstanbul’da çeşitli atölye ve fabrikalarda beden işçisi olarak çalışmak zorunda kaldım. Bir yıl çalıştıktan sonra tekrar Van’a döndüm. Askerlik öncesi ve sonrasını karşılaştırdığımda ilk başta arzuhalcilik yaptığım Özalp ilçesinde ve köylerinde hiçbir şey değişmemişti, bunu gördüm, hatta daha da kötüye gidiyordu. Siyasi partiye gidiş gelişlerle edindiğim politik hassasiyet ve köylerde arzuhalcilik yaparak şahit olduğum zulüm, baskı ve kötü muamele hali beni artık bir üst aşamaya taşıyarak gazetecilik mesleğinde karar kılmamı sağladı.
İlk gazetecilik 2003’de
Bir yıl cezaevinde kaldığı süreç hariç, 20 yıldır aralıksız olarak bölge illerinin çoğunda gazetecilik yaptığını belirten Gazeteci Candemir’e ilk deneyimlerini sorduk:
“2002 yılında Dicle Haber Ajansı (DİHA) merkezi İstanbul olmak üzere Türkiye’de kuruldu. Kürtlerin yaşadığı sorunlar, haksızlıkları teşhir etmek dünya kamuoyuna duyurmak üzerinden bir yayın çizgisi olan bu ajans o dönem için Türkiye’nin gündemine yön veren önemli bir ajanstı. Ajans Diyarbakır, Van, İstanbul, Adana, İzmir gibi illerde temsilcilikler açarak burada da aktif habercilik yapmaya başlamıştı. Van bürosu için muhabir aranıyordu. O dönemlerde gazetecilik, muhabirlik yapacak kişi bulmak da bir sorundu. Ben arzuhalcilikten gelen deneyimime de güvenerek bir arkadaşımın da aracığıyla ilk olarak DİHA Van bürosunda muhabirliğe başladım. 2003 yılında başladığım bu serüven 20 yıldır aralıksız sürüyor. Tabi bir yıl cezaevinde kaldım, onu saymazsak. Bu süreç içinde Van, İstanbul, Diyarbakır, Bitlis, Muş, Kars, Ağrı gibi illerde muhabirlik yaparak sayısız özel ve rutin habere imza attım.”
Sesimiz kısılmak istendi
Gazetecilerin sokak ortasında öldürüldüğü, tutuklandığı ve yargısız infazların yapıldığı bir dönemde mesleğe başladığını hatırlatan Gazeteci Candemir, kendisinin de benzer baskılarla karşılaşarak mesleği sürdürmeye çalıştığını söylüyor.
“2003 yılında gazeteciliğe adım attığım günden bu güne kadar baskılar, haksızlıklar, hukuksuzluklar hiç yakamı bırakmadı. DİHA’da çalışmayı sürdürürken 2011 yılında Kürt gazetecilere dönük dönemin FETÖ savcıları tarafından yürütülen -KCK Basın Komitesi- soruşturması kapsamında haksız yere tutuklandım. Tutuklanmama yaptığım üç haber gerekçe gösterildi. Bir yıl tutuklu kaldıktan sonra tahliye edildiğim o dava hala kapanmış değil. 90’lı yıllarda OHAL ilan edilen bölge illerinde çok sayıda gazetecinin öldürüldüğünü hepimiz çok iyi biliyoruz. Şu dönemlerde bile meslektaşlarımız Kadri Bağdu ve Nagihan Akarsel’i kaybettik. Giderek artan sansür, baskı ve engellemelerle gazetecilik mesleğinin kendisi de resmen öldürüldü.
Türkiye’nin basın özgürlüğü karnesi hiçbir dönem iç açıcı, özgürlükçü notlar almadı ama 21. Yüzyılda hala kamuoyunun gazetecilerden doğru haber alma hakkına gazetecilerin tutuklanmasıyla el konulmuş oluyor.”
Yersiz suçlamalar
Gazeteci Oktay Candemir, hakkındaki 50’den fazla soruşturma, gözaltı, dava dosyasından örnekler de verdi:
“ Özgür basın organlarından biri olan Dicle Haber Ajansı’nda (DİHA) mesleğe başladığımda ajansın -gerçeklerden asla taviz verilmez- sloganını düstur edindim, bunun bedeli tabii ki ağır olacaktı, bunu biliyordum. Daha mesleğe başladığım ilk gün gittiğim mitingde polisler bir kamyonun arkasına götürüp, bana birkaç tokat attılar. Dedikleri şuydu: -DİHA’da ne işin var, aklın varsa bırak git…- Kürtlerin, bölge illerinde yaşadığı yoğun hak ihlalleri ve hak gaspnıı, yaptığımız haberlerle teşhir ederek tüm Türkiye ve dünya kamuoyuna duyurmaya çalışıyorduk. Bunu yaparken büyük zorluk ve engellerle karşılaştık. Aslında her zaman şimdiki gibi keyfi yaklaşımlar vardı. Hakkımda o kadar çok isnatta bulunuldu ki… Örgüt üyesi olmak, örgüt propagandası yapmak, Cumhurbaşkanına hakaret, kamu görevlilerini karalama, kişilerin aziz hatıralarına hakaret, halkı kin ve nefrete teşvik etme, gibi her türlü davaya bir gazeteci olarak muhatap edildim. 2018, 2019 ve 2020 yıllarında 4 defa gözaltına alındım. Bazen insan kendi kendine kurmaya başlıyor. -Yarın sabah yine eve baskın yaparlar mı?- diye düşünüyorsun. Cumartesi ve Pazar günleri nispeten daha rahatım. -Resmi tatil, büyük ihtimalle operasyon olmaz- gibi garip düşüncelere kapılıyorum. Pazartesi ve Cuma sabahları daha stresli oluyor. 4 gün gözaltında tutup Cuma günü mahkemeye çıkaracaklarını Pazartesi, iki gün gözaltında tutup Pazartesi günü adliyeye çıkaracaklarını Cuma sabahı, ev baskınlarıyla alıyorlar. Bazen bu da onlara yetmiyor olmalı ki; haber takibinde darp ediyorlar. 2019 yılında Sanat Sokağında haber takibi sırasında fotoğraf çekmeme sinirlenen onlarca polis beni darp ettikten sonra ters kelepçe taktı… Komik bir başka olay mahkeme salonunda olmuştu, serbest bırakılmama rağmen, duruşma salonunda bulunan polisler -biz bırakmıyoruz- diyerek beni yeniden gözaltına almaya çalıştı. Avukatlarım ve polisler arasında uzun süre yaşanan itiş-kakıştan sonra polisler beni bıraktı. Yani, mahkeme kararının bile kolluk tarafından dinlenmediğini gördüm.”
Aziz Nesinlik iddialar
Gazeteci Candemir’e hakkında açılan ilginç davaları da sorduk, şunları söyledi:
“TRT’de Diriliş Ertuğrul diye bir dizi yayınlanıyor. O diziyle ilgili “Diriliş Ertuğrul ve Kuruluş Osman’dan sonra şimdi de TRT’de Uyanış Selçuklu başlıyor. Sırada; Bayılış Yavuz, Ayılış Fatih, Yatış Kanuni, Kalkış 4.Murat, Sızlayış Abdülhamit, Yalvarış Vahdettin var” diye attığım tweeti suç unsuru yaparak evime polis baskın düzenledi; evde arama yaptı, sonrasında gözaltına alındım. Ve bir gece nezarette bırakıldım. Neymiş efendim? Osmanlı padişahlarının aziz hatırasına hakaret etmişim. Aziz Nesin yaşasaydı, -Böyle bir mizah benim bile aklıma gelmez- derdi. Meslek hayatım boyunca birçok ilginç şey yaşadım. İleride yazacağım bir kitapta bunları anlatmayı planlıyorum.”
Müzeyyen Senar’ın hatırası
Bunlar dışında kısa bir süre önce merhum sanatçı Müzeyyen Senar hakkında attığım bir tweet nedeniyle yine karakolluk oldum. 6-7 Eylül 1955 yılında İstanbul’da Rumlara karşı gelişen saldırılar esnasında o dönemin ünlü müzisyenlerinden Müzeyyen Senar’ın da payının olduğu şeklindeki (o dönemin gazete kupürlerini de ekleyerek) attığım, -6-7 Eylül olaylarında Müzeyyen Senar da vardı- tweetimden sonra ifadeye çağrıldım. Senar’ın mirasçıları, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’na -Senar’ın aziz hatırasına hakaret- suçlamasıyla başvurmuş, bunun sonucunda savcılığın talimatıyla Van’da bulunun İki Nisan Polis karakoluna giderek ifade vermek zorunda kaldım. Karakolda -neden sanatçı Müzeyyen Senar’ın aziz hatırasına hakaret ettin?- denildiğinde işin açıkçası çok şaşırmıştım. Avukatımla gittiğimiz bu ifade işleminde, -Senar Türkiye’de halka mal olmuş bir sanatçıdır ama ben de bir gazeteci olarak dönemin koşullarında gelişen her olaya ilişkin eleştiri yöneltme hakkına sahibim- demiştim, Senar’ın 6-7 Eylül olayları sırasında İzmir Marşı söyleyerek girdiği bir kahvehanede halkı galeyana getirdiğine ilişkin o dönemin gazetelerinde atılan başlıkların olduğu gazete kupürlerinden hareketle bu tweeti düşünce özgürlüğü ve eleştiri yöneltme hakkı çerçevesinde yazdığımı anlatıp, bir karakol ifadesine daha imza atarak oradan ayrıldım. Hakkımdaki suç duyurusuna ilişkin soruşturma hala sürüyor, kim bilir, bakarsınız bu konuya ilişkin de savcılar bir iddianame hazırlayarak olayı dava konusu yaparlar.
Halkın özgürlüğünün ihlali
Türkiye’de basın özgürlüğünün her geçen gün daha da gerilediğine dikkati çeken Gazeteci Oktay Candemir, sadece 2017 yılından bu güne kadar hakkında soruşturma, gözaltı, dava dosyası ve cezai işlemlerle sonuçlanan 50 dava dosyasının var olduğu bilgisini paylaşıyor. 2017 yılı öncesinde de yine bir yıl cezaevinde kalmasına neden olan ve hala sürmekte olan gazetecilik faaliyeti dosyası ile beraber 4 ayrı soruşturmanın daha açıldığını belirten Gazeteci Candemir, bunun devam edeceğe benzediğini söylüyor. Basın özgürlüğünün, halkın haber alma hakkıyla paralel yürüdüğüne vurgu yapan Candemir, basın özgürlüğü ihlalinin halkın özgürlüğünün ihlali anlamı taşıdığını söylüyor.
Basın kanunun açık ihlali
Erhan Çiftçiler
Gazeteci Oktay Candemir’in avukatlığını yapan Avukat Erhan Çiftçiler, müvekkili hakkında açılan davalara ilişkin yaptığı değerlendirmede gazetecilik mesleğinin adeta suç sayılarak bir kamu hizmeti olan mesleğin baskıyla, sansürle tek elden kontrol altına alınmaya çalışıldığını aktarıyor. 5187 sayılı kanunda yazılanlar ile uygulamanın çok farklı olduğuna dikkat çeken Avukat Çiftçiler, müvekkili Gazeteci Candemir’in yazdığı her yazının, attığı her tweetin neredeyse soruşturma ve dava konusu yapıldığını belirtiyor. Gazeteciliğin bir kamu hizmeti olduğunu, kamu yararının gözetildiği haberlerin dava konusu yapılamayacağını; yapıldığı takdirde basın özgürlüğü ile beraber kamuoyunun haber almak hakkının ihlal edildiğinin altını çizen Çiftçiler, müvekkili hakkında açılan davaların büyük bir çoğunluğunun buna tabi olduğunu söylüyor. Türkiye’nin kanunda belirtilen haliyle basın konusunda dünyanın en ilerici en özgürlükçü ülkesiymiş gibi algılandığını hatırlatan Avukat Çiftçiler, “Türkiye kağıt üstünde dünyanın en özgürlükçü basımına sahip ülke olarak önümüze çıkıyor fakat uygulamalara ve yaklaşıma baktığımızda üçüncü dünya ülkelerinde dahi rastlanılmayacak pratiklerle dolu olduğuna şahit oluyoruz. Bu haliyle açıkça 5187 sayılı basın kanunu ihlal edilmektedir “ diyor.
Üyemize dönük baskı
Dicle Müftüoğlu
Dicle Fırat Gazeteciler Derneği (DFG) Eş Başkanı Dicle Müftüoğlu, derneğin üyesi olan Gazeteci Oktay Candemir hakkında açılan davalara ilişkin yaptığı değerlendirmede; bir gazeteci hakkında onlarca davanın açılmasının basın özgürlüğü ve kişi hürriyeti açısından abesle iştigal olduğunu belirtiyor. Türkiye’de gazetecilere dönük baskılara Müftüoğlu, bu gün yine aynı baskıların sürdüğünü ve gazetecilerin öldürüldüğünü savunuyor. Bunun yanında yeni sansür yasasıyla Gazetecilik mesleğinin yok sayıldığı, yok edilmek istendiği gibi bir durumla karşı karşıya olduklarının altını çizen DFG Eş Başkanı Müftüoğlu, iktidarın kendisine karşı olan her muhalif gazetecinin sesini soluğunu, gözaltılarla, davalarla kısmaya, susturmaya çalıştığını aktarıyor. Üyeleri Gazeteci Oktay Candemir hakkında açılan davaların ülkedeki basın özgürlüğü durumunun özeti olduğuna dikkat çeken Müftüoğlu “ Üyemiz Gazeteci Candemir en son bir okulda taciz haberini yaptı diye ifadeye çağrıldı. Burada bir terslik var, aslında Candemir’in ortaya çıkardığı taciz olayının faillerinin gözaltına alınıp ifadelerinin alınması gerekiyordu. Şu deprem sürecinde dahi vatandaştan yükselen farklı bir sesin, tepkinin haberini yapan gazeteciler, muhabirler gözaltına alınıyor. İktidarın işine gelmeyen her ses, -Dezenformasyon yasası- gerekçesiyle sansürleniyor, yok sayılıyor” diyerek yeni yasasının geldiği boyuta dikkati çekiyor. İktidar tarafından haksızlığa uğratılan, hedef gösterilen her gazetecinin yanında olduklarını belirten Müftüoğlu, tüm basın meslek örgütlerini, birlikte bu baskılara karşı mücadeleye çağırıyor.
Yorum Yazın