Güçlü bir lodos eşliğinde öğleden beri yağmakta olan yağmur, gece saat dokuza doğru kesildi. Az önce yaktığı Cainsborouch sigarasını yere atıp, Church’s marka mokaseninin ucuyla ezdi. Scabal marka çelik grisi twit takım elbise, Terner siyah ipek boyunbağı ve Thomas Pink imzalı gömleğiyle ne kadar dikkat çektiğini bile bile o gürültülü kalabalığın içine daldı.
Bıyıklı, sakalları uzamış, kasketli ve hırpani kılıklı insanlar, kendisine şüpheyle ama daha çok kalın bir öfkeyle baktılar.
Sabahtan beri şehrin en ünlü caddesindeki dükkanları kırıp parçalayan, vitrinlerdeki bütün değerli eşyayı yağmalayan, asker ve polisle çatışırken yaralanan ve bu nedenle kan ve ter kokan o kalabalığın arasında, traştan sonra sürdüğü English Leather’ın baskın kokusunun nasıl bir şaşkınlık ve kızgınlık yarattığının da farkındaydı.
Bazılarının elinde bayraklar bulunan korkutucu kalabalık, kapısında “Pastane Stasuli” yazan bir dükkanın aynalı vitrinini kaldırım taşlarıyla tuz buz ederken yanlarından geçti ve önüne ilk çıkan karanlık sokaktan içeri daldı.
Ateşe verilen dükkanlardan yükselen duman kokusu biraz azalıp, denizin o bildik kokusu burnuna çarpınca doğru yolda olduğunu anladı. Taş döşeli yokuştan aceleyle inmeye başladı. Türkler’in Yüksekkaldırım dedikleri uzun yokuşu koşar gibi indi. Yukarıdan öfkeli bağırışlar, kırılan camların sesleri, polis düdükleri ve patlamalar geliyordu şimdi.
Eminönü’nde bulunan oteline bir an önce varmak için geçmesi gereken köprüye ulaştı. Tam o anda da bir polis önünde dikiliverdi. Polis kendisine Türkçe bir şeyler söyledi. Anlamadığını görünce bu kez kötü bir İngilizce ile kim olduğunu sordu.
6 Eylül 1955 tarihinde vakit gece yarısına yaklaşırken, günboyu yağan yağmurla iyice berraklaşmış gökyüzündeki soluk ay, Yeni Cami’nin orantılı kubbelerini ve zarif minarelerini solukça aydınlatırken, Galata Köprüsü’nün başındaki adam polise cevap verdi. “Adım Fleming” ve sonra ekledi : “Ian Fleming”…
İstiklal Caddesi başta olmak üzere İstanbul’un birçok yeri o üzücü 6-7 Eylül olaylarının bütün dehşetini yaşarken, İngiltere Hükümeti’nin İstihbarat ve Karşı İstihbarat Servisi’nin bir görevlisi olan ve “Majesteleri’nin hizmetinde” bulunan Ian Lancaster Fleming, daha sonra tüm dünyada bilinecek olan ünlü kendini tanıtma sözünü, işte böyle söyledi: “Adım Fleming”…
Filmler ve kitaplar sayesinde dünyanın en tanınmış casus ya da ajanı haline gelen James Bond tipinin yaratıcısı İngiliz yazar Ian Fleming, gerçekten de 6-7 Eylül olayları bütün İstanbul’u yakıp yıkarken Türkiye’deydi. Üstelik Beyoğlu’nda İstiklal Caddesi’nde ve bir “rastlantı” olarak olayların tam göbeğindeydi.
Fleming bunu hiç saklamadı. Yine “tesadüfen” aynı tarihlerde İstanbul’da yapılan bir “Interpol” toplantısına İngiltere Denizaşırı İstihbarat Teşkilatı adına katıldığını, 5 Eylül gecesi oteline dönerken de ortalığı yakıp yıkan kalabalık bir grubun tam ortasında “kalakaldığını” söyledi.
Ian Fleming’in Interpol örgütüyle nasıl bir ilişkisi olduğu hiç bilinemedi. Daha da tuhafı, İstanbul’a Interpol toplantısına katılmak için geldiğini söyleyen Fleming’in, bu toplantıya hiç katılmadığı da anlaşıldı.
6-7 Eylül olaylarının hemen ertesinde İngiltere’de Sunday Times gazetesinde “İstanbul’da Büyük Ayaklanma” başlıklı, tümüyle görgü tanıklığına dayanan ve olayları neredeyse naklen anlatan bir haber çıktı. Nedendir bilinmez, bu ustaca kaleme alınmış büyük haberi yazan kişinin adı yoktu ve haber imzasız olarak yayımlanmıştı.
Ian Fleming, çok yakından tanık olduğu 6-7 Eylül olaylarından iki yıl sonra James Bond’u ve kendisini bir anda dünyaya tanıtacak olan “Rusya’dan Sevgilerle” kitabını yazdı.
Kitap bütün satış rekorlarını altüst edince yapımcılar üstüne atladılar ve James Bond adlı İngiliz ajanı, bu filmiyle tam bir “dünya yıldızı” oldu. Fleming, kitapta Türkiye’ye olan özel ilgisini de ortaya koydu. Maceranın tamamı Türkiye’de, İstanbul’da geçiyordu. Fleming bununla da yetinmemiş ve kitaba “Darko Kerim” adlı bir Türk karakter de koymuştu.
Ian Fleming, 1964 yılında öldü. Chelsea semtindeki cenaze törenine katılanlar, Ian Fleming’in tabutundan kaliteli bir votka-martini ile keskin bir Inglish Leather kokusu yayıldığını söylediler.
“Cenaze levazımatçısi” sahte kimliğiyle orada bulunan İngiliz Gizli Servisi de katedralin derinliklerinde boğuk sesli bir “Goldfinger” (Altın Parmak) şarkısının duyulduğunu, servisin majestelerinden başka hiç kimseye açık olmayan, gayriresmi kayıtlarına işledi…
Yorum Yazın