Belli ki bu savaş bitmeyecek. Rusya silah zoruyla elde ettiklerini kağıda dökmeden geri adım atmayacak, Zelensky Rusya’nın ele geçirdiği başta Kırım olmak üzere hiçbir toprağından vazgeçmeyecek. ABD savaş sürdüğü sürece Rusya’nın ve Putin rejiminin zayıflama hesabı üstünden savaşın süre gitmesi için elinden geleni yapmaya devam edecek.
Bu savaşın Türkiye’nin stratejik önemini fazlası ile artırdığını savaş başladığı günden bu yana yazdım, büyük olasılıkla yazmaya da devam edeceğim. Peki Türkiye şu anda çizdiği görüntü ile bu yeni koşullardan yararlanabilir mi?
Önce Kavala davası, ardından Kaftancıoğlu’na verilen ince ayarlı hapis davası çoğumuzda hukuka olan güveni sarstı. Tamamen siyasi seviyede kalan yorumlar “sırada kim var?” sorusunun sorulmasına yol açtı. Avrupa Parlamentosu “mevcut hükümet iş başında olduğu sürece Türkiye ile herhangi bir işbirliğinde olmayız” mealinde açıklamalar yaparken, Avrupa Parlamentosu’nun Türkiye raportör Nacho Sanchez Amor ”bu sene için yazdığım rapor Türkiye’den gelen kötü haberler nedeni ile geçerliliğini yitirmiştir” cümlesini sarf etti. Hemen ardından kurucu üyesi olduğumuz Avrupa Konseyi raportörlerinin Türkiye’ye gelip son durumu rapor edeceklerini de öğrendik. Diğer ifadesi ile üyeliğimizin askıya alınmasından başlayan bir dizi tatsız gelişmeye hazır olmalıyız.
Hafta sonunda Sayın Cumhurbaşkanı Cuma namazı çıkışında, Finlandiya ve İsveç’in NATO üyeliklerine sıcak bakmadığını ifade etti. Evet Finlandiya ve İsveç’in PKK/YPG sorununa bizim gibi yaklaşmadığı çok açık. Ancak Finlandiya ve İsveç’in NATO üyeliklerini, meşhur “asker sözü” üzerine Türkiye’nin Yunanistan’ın NATO’ya geri dönüşünü veto etmemesi ile mukayese etmek ne kadar doğru olur, tartışılır. Sonuçta Yunanistan sınır komşumuz, Finlandiya ve İsveç ise Rusya’yı Kuzey’den de çevrelemek üzere ABD tarafından sahaya sürülen iki ülke. Sözümüzün arkasında ne kadar durabiliriz, yoksa kısa zaman dilimi içinde geri manevra mı yaparız? Hele ABD ile F16 pazarlığı yaparken ve Mitçotakis Türkiye aleyhine lobi yapmak ve F16 satışını engellemek için ABD’ye gitmişken bu açıklamaların zamanlaması akılcı diplomasi ile ne kadar bağdaşıyor? Anlamak mümkün değil.
Bu durumda sayın Cumhurbaşkanı’nın veto kartını göstermesi, ardından sayın Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu’nun NATO Dışişleri Bakanları toplantısının ardından yaptığı açıklamalar, biraz yumuşama sinyali verdi. Ancak gelinen durumu çok hassas bir süreç olarak değerlendirmek gerekiyor. Şu andaki pozisyon itibarı ile Finlandiya ve İsveç esas itibarı ile ABD’nin vekilleri olarak sahada yer alıyor. Erdoğan’ın veto tehdidinin esas muhatabı kuşkusuz ABD. Dolayısı ile veto kartının kullanılması, Türkiye’nin NATO üyeliğinin sorgulanmasına tekrar yol açacak. Batı Türkiye’den vaz geçer mi bilinmez ama kısa ve orta vadede yeni sorunların ortaya çıkması kaçınılmaz hale gelir. Peki veto kartı kullanılmazsa bu durumda da Rusya ile Ukrayna arasında izlenen tarafsızlık politikasının sonuna gelinir. Türkiye veto kartını kullansa da kullanmasa da taraf haline gelecektir.
Tekrar girişte yer verdiğimiz Kavala ve Kaftancıoğlu davasının sonuçlarına geri dönersek.
Bazı siyasi analistlere göre iktidar hukuk yolu ile muhalefeti terbiye etme, güç gösterisi ile oylarını konsolide etme peşinde. İyi de İstanbul seçimlerindeki sonuçlar bu oyunun lehte değil, aleyhte sonuçlara yol açtığını göstermedi mi? Öte yandan ekonomide mevcut koşullarda herhangi bir düzelme sinyali olmadığı ve inatlaşma devam ettiği sürece olamayacağı ölçüde bu kısır döngüden çıkış formülü olabilir mi?
Sorunun ismini doğru koyalım. Türkiye ister içerden, ister dışardan bakılsın, ciddi bir güven erozyonu ile karşı karşıya. Hiç kimse TÜİK’e inanmıyor, Merkez Bankası faiz politikalarına doğru demiyor, yargı sistemine güvenmiyor ve nihayet dış politikada tam bir tutarlılık görmüyor. Bunların pozitife döndüğü gün Türkiye ekonomisi derhal iyileşme yörüngesine girer ve ucuz ekmek almak için insanlar metrelerce kuyruğa girmek zorunda kalmaz.
Bu yazının başlığını neden “abesle iştigal” diye mi attım?
Geçen hafta içinde Kaftancıoğlu kararının ardından, “hukukun olmadığı yerde, üstünlüğünü savunmak abesle iştigaldir” diye sosyal medyada yaptığım bir paylaşımım, sanki ben hukukun üstünlüğünü savunmuyormuşum şeklinde algılanarak eleştirildi.
Yok yahu, beni bilenler bilir, kendimi bildim bileli hukukun üstünlüğünü savunurum da, şu andaki yapıda ne yazık ki hukuka pek rastlayamamanın üzüntüsünü duyuyor ve bu durumun hepimizin geleceği üstündeki etkilerinden kaygı duyuyorum.
Kalın sağlıcakla…
Yorum Yazın