NATO Vilnius Zirvesi sonrasında Erdoğan’ın, İsveç’in NATO’ya girmesine onay vermenin Türkiye’nin Avrupa Birliğine üyeliğine yardımcı olacağı, hatta böyle bir anlaşma da olduğu izlenimi vermeye dönük sözleri konusunda bir iki satır yazmayı düşündüm ama araya başka konular girdi. Bu arada AB yetkili çevrelerinden de bu beklentinin ham hayal olduğuna işaret eden açıklamalar birbirini izledi.
Bunları izlerken, 2005 yılında, Türkiye-AB Müzakere Çerçeve Belgesi’nin görüşmeleri son aşamasına geldiğinde, Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı, sınıf arkadaşıma gidip, “bu haliyle imzalarsanız Türkiye ile AB, altı aya kalmaz birbirlerine girerler ve Türkiye için AB yolu kapanır.” dediğimi de hatırladım. Ne yazık ki zaman beni haklı çıkardı.
Şimdi bir kez daha bu konuda iki çift söz etmek istiyorum ama hemen hiçbir konunun ciddiyetinin kalmadığı, Türkiye’nin AB önünde, demokrasi, insan temel hak ve özgürlükleri, laiklik vb. gibi, AB üyeliği için temel konularda daha da zemin yitirdiği bugünlerde, pek de öyle ciddi bir şeyler kaleme almak içimden gelmiyor. “Acaba ne yapsam?” derken birden, 2006 yılında Milliyet gazetesinde, “Doğanın Dili” köşemde yazdığım aşağıdaki yazıyı anımsadım.
O tarihte Turizm Bakanı olan Sayın Atilla Koç AB’ye neden giremediğimizi, “elin adamı çayını, taşını, kuşunu satıp, AB’ye girmiş.” diyerek, doğrusu nereden esinlendiğini bugün bile merak ettiğim veciz! bir ifade ile açıklamıştı.
“Sayın Turizm Bakanı’na göre, “Elin adamı çayın taşını, kuşunu satıp AB’ye girmiş!”
Elin adamının çayı var, taşı var, kuşu var.
Satıp AB’ye girmiş!
Ya bizim neyimiz var?
Çay dediğin akarsu. Adı üstünde, akacak ki çay olsun. Bizde akarsu kalmadı neredeyse. Hepsinin önünü kesip baraj, gölet yaptık. Akarsularımız baraja, gölete kadar geliyor, orada bir yayılıyor bir yayılıyor sormayın. Eh bu kadar yayılınca da bir rehavet mi çöküyor nedir, oradan sonra artık akmıyor!
Gitti mi elin oğlunda olan üçün biri?
Geriye kaldı taşla, kuş!
Akarsudaki taşa, çakıl taşı derler. Şimdi burada da çayla taşı bir araya getirmek gerek. Gerek de kumcu-çakılcı çayı zaten çoktan talan etmiş. Kumunu, çakılını alıp götürmüş. Tam da taşı, kuşu satıp AB’ye girecekken biz! Haydi bakalım taş da gitti mi sana?
Böylece üçün ikisi gitti, bize kaldı biri. Yani üçün biri!
İşte o, kuş oluyor.
Kuş bu. Hep öyle durmaz! Hop kalkar, hop iner!
Bizim işimiz de kuşumuza kaldı!
Kuşumuzu tuttuk, tuttuk!
Tutamadık!
Girmeyi unut. AB’ye yani!
Kuş bu. Hop kalkar, hop iner!”
Bugün bu yazıya bakıyorum da kendime sormadan edemiyorum. Yahu biz, bırak çayı, taşı, kuşu, Cumhuriyet’in bütün birikimini hatta limanları, ormanları, dağı-taşı sattık, yine de bizi AB’ye almıyorlar. Sizce bunda bir iş yok mu?
Yorum Yazın