(Bu yazı 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü dolayısıyla kaleme alınmıştır)
Temel Sorun
Kadın konusunda temel sorun eşitlik meselesidir. Eşitlik ise sadece kadın erkek arasında bir sorun değil her alanda yaşanan bir sorundur: Kürt Türk, Alevi Sünni, Müslüman Gayri Müslim, zengin yoksul, siyasette katılım, ekonomide bölüşüm ve hukukta adalet dağıtımı gibi konularda olduğu gibi. Bu konular söz konusu olduğunda eşit olduğunu kim ileri sürebilir? Bu eşitsizliğin yoğun ve yaygın yaşandığı alanların başında ise kadın meselesinin geldiği aşikârdır. Kadın konusunda eşitsizliğin iki ana sebebi vardır: 1) Her şeye rağmen toplumun genelinde eşitsizliğin zihinde sürmesidir. 2) Egemen eril iktidar(lar) nedeniyle eşitsizliğin, karakteri gereği kapitalist düzende sürmesidir. Bu iki unsur fonksiyonel bir etkileşim içindedir. Düzen zihniyeti zehirlemekte, zehirlenen zihniyet de dönüp düzeni körüklemektedir. Siyaset ve ekonomi alanlarına “katılım” başta olmak üzere yaşamın her alanına sirayet eden eşitsizlik esas itibariyle bir zihniyet sorunudur. Zihniyet değişmeden hiçbir şey değişmez, bu noktada mottomuz şu olmalıdır: Zihniyetini değiştir her şey değişsin.
İnsanın Değeri!
İnsan değerli bir varlık, değeri özelliğinden, özelliği de (cinsinden değil) aklından kaynaklanır. Bizi eşit yapan insan olmamızdır, kadın erkek olmamız değil; çünkü insan önce tür olarak var olur sonra cinslere ayrılır. Tür olarak insanın aklı, yetenekleri, ruhu ve psikolojisi vardır. Bunlar insanı hasletlerdir. Sonra tür cinslere ayrılır, cinsiyet de bir beden işidir, tabi zihni yansımaları da olan bir beden işi. İşte ipin koptuğu nokta burasıdır. Bu noktanın adı her alanda olduğu gibi bu alanda da kadını sömürüsü yapan kapitalizmdir.
Kapitalizmin Beden Sömürüsü
Kapitalizm insan ruhunu yücelten şeylerle uğraşmaz, çünkü bu onun için para etmez, o insan bedeninin cinsel bir obje olarak pazarlanmasının peşindedir. Kadın bedeni metalaştırıldığında kışkırtıcı ve cazip bir mal haline gelir. Bu minvalde para pul söz konusu olduğunda kim olursa olsun, ne olursa olsun onu kullanmaktan imtina etmez. Her şeyin alınıp satılacağını düstür edinmiş bir zihniyet anasını soyar, satacağı sabunu çıplak bedenine sürer, sonra tuzağa düşüreceği müşteriye dönüp “bak nasıl köpürüyor bu sabunu mutlaka almalısın” der, sonra dönüp ele geçirdiği araçlarla eşitlikten dem vurur. Düzelmenin bir türlü gerçekleşmemesinin nedeni düzene egemen olan bu zihniyettir. Çünkü pazarlamaya çalıştığı bedenler nedeniyle zihinlere eşitsizliği enjekte eden bizatihi odur. Para gelsin geresi önemli değildir onun için. Tabi başka nedenler de var ama temel neden budur.
Sadece Gün Kutlamakla Olmaz Bu İş!
Evet kadın.. Bizim kadınlarımız. Anamız.. avradımız.. yârimiz.. Ne ki sözde yüceltilen ama yaşamda ufaltılan... Kitapta eşit, ama hayattın her alanda eşitsizliğe maruz kalan kadınlar... Eşitlik, özgürlük ve adaletten yeterince kendine düşeni almayan, alamayan kadınlar... Ne işte, ne siyasette, ne tarlada ne de büroda eşit olan, eşitliğin gadrına eşitsizce uğrayan kadınlar.. Sonra cennet sözleri, baş tacı lafları ile geçen ve geçiştirilen kadınlar.. Biliyorum biraz sert sözler bunlar.. Ama sarsmak ve kendimize gelmek için biraz da gerekli. Son derece de acı..
Acının tüm faturasını erkeğe kesmek yerine biraz da kadın hemcinslerinin sesindeki titrekliği dinlese hissetse dünya... Nasıl olurdu dersiniz? Bu sesteki renkleri, titreşimleri, ıstırabı, mutsuzluğu görür müydü, hisseder miydi dersiniz? Daha güzel olurdu sanki dünya ve belki bu kutlama ve anma günlerinde pankartları kadınlar değil de erkekler tutardı. Ve belki de dağıtılan çiçekler erkeklerin elinde olurdu. Ne dersiniz’
Önce zihniyet değişmeli..!
Ama olmuyor işte. Çünkü maddi kültür öğeleri maddi olmayandan daha hızlı değişir. Arada bir boşluk oluşur, bu kültürel boşluktur.. O yüzden önce zihniyet değişmeli.. Işıl Özgentürk’ün dediği gibi; bakmayın siz onların arada “cennet anaların ayaklarının altındadır” diye büyük sözler söylemelerine.. Aslında, büyük çoğunluk için kadın; “Şeytanın dünyada dolaşan suretidir ve öldürülmesi caizdir!” Çünkü bu ülkede ve de pek çok İslam ülkesinde cinsel eğitim dersi tümüyle günah sayıldığından, erkeklerin ilk cinsel ilişkileri ya hayvanlarla ya da genelevdeki seks işçileriyledir. Erkek bu durumdan içten içe utanır; utanmakla kalmaz, çoğu zaman kendini lanetler ama bir süre sonra bu laneti her şeyden sorumlu tuttuğu kadınlara yönelir. Görmemek ister ama öylesine bilgisizdir ki, görmese de hormonları ona cinselliği hatırlatıp durur. İşe giden bir adamın birdenbire celallenip şortlu kadına vurması başka nasıl izah edilebilir? Gebe bir kadına saldırmak ise daha patolojik bir olgu değil mi? Oysa erkek milleti, erkekliğin küçülebilir bir şey olduğunu bir kavrasa ve doğru dürüst bir eğitim alsa, zihni yapısı buna göre oluşsa hem kendi rahat edecek hem partneri. İnanın o zaman ülke daha mutlu insanların keyifle gezindiği bir yurt parçası olacak.
Çiçekle geçiştirilecek bir husus değil bu..!
Kadın kadına bazı noktalarda sahip çıkması gerekirken sahiplik denince sadece erkek akla geliyor nedense. Orda burada çiçekler dolaşır. Öyle ellerinde çiçek dağıtmakla kadınlar günü kutlanmaz bilesiniz! Soruyorum size, ey koca koca adamlar: Acı kutlanır mı? Kutla, çiçek dağıt, akşam eve git bağır çağır. Bu bir gün meselesi değil ki.. bu bir yaşam, bir tarz bir turum meselesi. Mesele derinde. Mesele zihniyet meselesi. Mesele farkında olmak meselesi yani.
Farkındalığın farkında olmak gerek...!
8 Mart farkındalıktır aslında, tabi farkında olana. Gerisi gösteridir. Çoğu da gösteriye meze teferruatı. Ya da ne bileyim, dostlar alışverişte görsün muhabbetti, o yaptı ben de yapıyorum, bakın görün, siyaset mi, ticaret mi veya modanın ve reklamın sihrine kapılmak mı.. bilmem ki..!
Yoksa içinin derindeki sesi mi sandınız o bağırtıyı? İşte bu yüzden diyoruz ki; kadının ağırlığını hissetmesi gerektiği şey, günün değil tüm günlerin bilince çıkarılmasıdır. Bir günün değil bütün günlerin serpiştirildiği aylar ve yıllardan, şiddetin, cinayetin kovulmasıdır. Budur günün demi, günün gün olmasının farkındalığı.
Bir kadının çığlığı...!
“Bugünü kutlamaktan ziyade kendi adıma reddediyorum. Neden mi çünkü yaşananlar bir günün kutlaması ile geçmiyor ki.. Ben binlerden bin, milyonlardan milyonum. Sen, o, ben ve onlar ve biz ve bizler. Hastalanmış bir toplumun kadınlığını yaşayamamışlardanız. İşte bu yüzden diyorum ben üzülenlerindenim. Sadece ben mi, bahsettiğim diğerleri gibi ben de yaşayamadım kadınlığımı. Evet doğru bildin, ben üzülenlerdenim. Evet öyledir yaşayamadım kadınlığımı... Ben dedimse, sen kendini anla, sen dedimse diğerlerini de kat.. Öyle çok ki hangi birini saysam, hangi birini söylesem.. bilmem ki.” Bu sözlere daha ne katmalı ki..
Bir başka çığlığa kulak verelim: “Bir de yapanları asalım, keselim, hadım edelim, idam edelim diyorlar... Derde deva mı? Soruyorum size hocam, neden işin kolayına kaçılıyor? Ta başından alınmıyor tedbirler.. ta en başından. Bebekken, okula giderken, ilkokula, liseye ve üniversitede okurken. Ve neden doğru dürüst bir eğitim verilmiyor bu konuda? Kadın neden insan olarak görülmüyor. Hala asansörden, salçadan, battaniyeden fetva çıkarılıyor? Neden? Rakel Dink’in dediği gibi ‘Bir çocuktan bir cani nasıl çıkarıyorlar?’ Buna cevap veremeyenler müteahhitlere yeni iş çıkarıyor. Daha büyük cezaevleri olursa on yıl yerine yüz yıl olursa cezalar bitecek mi şehvet yüklü sakat dehşet dengesi?”
Acının tüm yükü neden onların omuzlarında?
Ah kadınlar vah kadınlar savaşların yok ettiği nesilleri ayağa kaldıran kadınlar. Tecavüze, tacize, cinsel istismara uğrayan kadınlar. Bağrındaki ağıtları arşı inleten kadınlar. Feryat figanları dünyayı saran kadınlar. Gözyaşlarını aman kimse görmesin diye utancından içine akıtanlar... Cinsel, psikolojik ve fiziki şiddete maruz kalan kadınlar. Dövülen sövülen her fırsatta toplumu fırsat bilerek aşağılanan kadınlar. İş vaadiyle kandırıp dağ bayır dolaştırılan kadınlar... Barışın kurallarını tanımayanlar tarafından savaş kuralsızlıklarının zulmettiği kadınlar. Her yerde her şartta kullanılan, mecburen mutlu görünen kadınlar. Akıllıların kahrını akılsızların ceremesini çeken kadınlar. Hunharca katledilen Özgecanlar, Şerifeler, Şükranlar…
Canları çıkıncaya kadar canı alınanlar…
Hatırlıyorum da Özgecan’ın hunharca katlinden sonra öyle bir protesto öyle bir hava oluştu ki, bir daha bir kadın cinayeti olmaz sanırdın. Ne oldu? Özgecan'dan sonra kaç kadın şiddete uğradı diye bir kadına sorsam cevap verebilir mi acaba? Ya da kaçı öldürüldü? Cevap verebilir mi? Tabi ki veremez. Özgecan da unutuldu. Yıldönümlerinin dışında ne anan ne anlayan…
Yok derseniz bana ben de derim ki size bir bakın etrafınıza. Etrafı yeterince izlemiyorsanız işte size hiç yalan söylemeyen rakamlar. Buna ne diyeceksiniz bakalım. Kutlama ile birlikte yeni rekor haberi ne biliyor musunuz? Tahmin ettiğiniz gibi dünya kadın cinayetleri sıralamasında olduğumuz yer.
Bu yıl Dünya Kadınlar Günü’nden sekiz gün önce sona eren şubatta bir ay içinde cinayete kurban giden kadın sayısı tam 50’ye varmış. Bu yeni bir rekordur biliyor musunuz? 2017 ortalamasında da 409 olay ile kadın cinayetleri yüzde 25 oranında artış göstermişti. 2013’te 237, 2014’te 294, 2015’te 303, 2016’da 328, 2017’de 409, 2019 da 506… 2020 367… 2022 400’ yaklaşmış. Sürdürülebilir bir ekonomik kalkınmayı ve insanca yaşamayı bir türlü yaşama geçiremeyen ülkemiz, sürdürülebilir kadın öldürmede maşallah çok becerikli. Marmara’da 77, Ege’de 76, İç Anadolu’da 48, Akdeniz’de 64, Doğu Anadolu’da 28, Güneydoğu Anadolu bölgesinde 59 vaka vakayı adliyeden bile sayılmamış.
Yani demem o ki..!
Evet, yani demem o ki her yıl bir öncekini aratıyor. Ölümler ölümleri, cinayetler cinayetleri kovalıyor. Ve sonra nutuklar geliyor, Peşi sıra unutuluyor. Evet unutulan ölümler. Bu perdenin bir de arka yüzü var tabi ki... Birbirlerine karşı görevlerini yerine getiremeyenler yapmış oldukları çirkin davranışlarını unutturmak adına hediye etmişler bu ve buna benzeri günleri diyesim geliyor, emekçi kadınları bir yana ayırarak tabi.. Adı anneler günü, adı babalar günü, adı sevgililer günü, kadınlar günü, ya da ne bileyim ne günü, adı her neyse... Dönüp dönüp kutlanıp ertesi gün unutulan günler ve unutulan sorumluları ve sahipleri.
Şu an kim bilir kaç kadın dayak yiyordur. Evet, evet bu yazıyı okuduğunuz şu an bile. Riyaya gerek var mi ki? Ya da ne bileyim kaçı ölümle burun burunadır şimdi kaç kişi? Kaçı gözyaşlarını içine akıtıyordur? Kaçı ne hallerde hangi ellerde kim bilir. Sonra da bu günlerin adına kutlama deyip insanı acı şeylere güldürüyorlar. Biliyor musunuz şu an bir başlasam bir dünya zehir zemberek sözler yazarım ama yanında çiçek açmış sözlerimde olur tabi ki. Çünkü çok insanı dinledim. Gerek sosyal medyada gerek normal hayatta kadınlar aradı beni. Onların sesindeki ağlamaklı titreklik hali hâlâ kulaklarımda. Elimden ne geldiyse yapmam gereken hiçbir şeyden kaçınmadım vicdanlı herkes gibi.
Sonsöz
Size şunu söyleyeyim, bir şeyi bilmek için sadece yaşamak gerekmiyor, varsa onların acısını dinleyecek yürek dinlemek de çok şey öğretir insana. Hayat öğretiden ibarettir. Dünya kimse için mutlu olunmaya gelinmiş bir yer değildir maalesef. Her zaman dış görünüşe aldanmamak gerekir. Kahkahalar içinde mutlu sandığımız insanların yükü kendilerinden başkasını öldürür bazen... Ama aslolan insanın insanlık onuruna yakışır bir derecede yaşaması değil mi? Ve asıl aslolan bunu sağlamakla görevli olanların bu görevlerini yerine getirip getirmediğidir. Bu sözlerle herkesin insanca yaşayacağı bir hayat diliyorum. Ama herkese, Kadın/Erkek ayırmaksızın çünkü kötülüğün cinsiyeti yok maalesef...
Yorum Yazın