Dr. Kerem Gülay Bilgi Üniversitesi’nden mezun olduktan sonra uluslararası hukuk dalında Hollanda, Leiden Üniversitesi’nden lisans üstü, ABD’de Cornell Üniversitesi’nden de doktora derecesini aldı. Yüksek lisans çalışması yaparken uluslararası ceza hukukunu ihtisas alanı olarak seçti. BM Eski Yugoslavya Savaş Suçları Mahkemesi’nde staj yaptı ve çalıştı. 2018’de Türkiye’ye döndü. Koç Üniversitesi’nde Uluslararası Hukuk Kürsüsü’nde öğretim görevlisi. Bir İtalyan yayın organında Taliban’ın Afganistan’ı ele geçirmesinin ardından başkent Kabil’den insanları kurtarmak için bir ekip oluşturulduğunu okurken ekibe Dr. Kerem Gülay’ın önderlik ettiğini öğrendim. Sonrasında, Kerem Hoca’yla buluştuk ve kurtarma çalışmalarının başlangıcı ve süreç içinde neler yaşandığını konuştuk. Soluk soluğa geçen bir insani yardım öyküsü.
- Siz Taliban’ın Afganistan’da Ağustos ayında yönetimi ele geçirmesinden sonra bir grup Afganlı’yı ülkeden kurtardınız. Bunu nasıl başardınız?
GÜLAY- Bu iş Ağustos 15’te başladı. Bosna savaşı haberleriyle adını duyuran Türkiye’nin ilk kadın savaş muhabirlerinden Şerif Turgut’tan başlangıçta akıl danışmaya başladım.
Süreç tam bir kaos içinde geçti. Koç Üniversitesi dünya çapında üniversitelerarası bir yarışma olan Jessup’a katılmıştı. Bizim üniversitenin takımını ben çalıştırıyordum. Ama öğrencilerim bizim fakülteden değildi. Bu yıl rakiplerimiz arasında bir Afgan takım vardı. Afgan takımında bir kız öğrenci vardı ki bizim takım üyelerini ve beni çok kızdırmıştı.
- Neden?
GÜLAY- Dürüst bir mücadele yapmıyordu. Herkesin kendi ülkesinden katıldığı, online yapılan Jessup sona erdi. Daha sonra Kabil’in Taliban’ın eline geçtiği haberlerini alınca yarışmada kızdığımız Afganlı kızı hatırladım. İçim sızladı. Daha önce onu yargıladığım için vicdan azabı duydum. Genç bir kadın ve hukukçu olarak hayalleri vardı. Zor bir coğrafyada şu veya bu şekilde onlar için mücadele ediyordu. Bir de Taliban’ın özellikle kadınlara, genç kızlara nasıl davrandığını biliyordum.
Bana göre Afgan toplumu bizim Türkiye’de görebileceğimizin çok ötesinde muhafazakar bir toplum. Bu düşünceler içinde o kıza ulaşmaya çalıştım. Mara Smith isimli bir arkadaşım var. LaHaye Adalet Akademizi’nde kısa bir süre bulunduğum sırada birlikte okumuştuk. Hemen herkes hukukçu ve diplomattı. Zaman içinde önemli yerlere geldiler.
Mara Smith Amerikan merkezli olan Jessup’un organizasyonunda yer aldığı için ona telefon edip Afganlı kıza ulaşıp ulaşamayacağımızı sordum. Jessup’ta tanıdıkları olduğunu, onlara sorabileceğini söyledi. Bu arada da bir sürü kişinin iletişim numaralarını bana gönderiyordu. Ancak sorun onların beni tanımamasıydı.
Bir süre sonra Mara’nın bağlantı kurduğu Afganistan’dan her kesimden bana mesaj yağmaya başladı. Çok zor durumda olduklarını, acilen yardıma ihtiyaç duyduklarını anlatıyorlardı. Lahaye Akademisi’nde okurken bizim bir arkadaş grubumuz vardı. Fransa, Fas, Arjantin ve daha bir çok ülkeden bir avukatlar grubu.
O gruba, sadece Afganistan’da tanıdıkları olup olmadığını değil, kendi ülkelerinde tahliye konusunda yardım isteyebileceğimiz birilerinin olup olmadığını sordum. Hintli bir arkadaştan cevap geldi. Çok yakın bir doktor arkadaşı olduğunu, halasının Afganistan’da önemli bir isim olduğunu yazıyordu. Kadıncağızın hayatı ciddi tehlikedeymiş. Bir zaman Gazne eyaleti vali yardımcılığı yapmış. Sonra biyografisini araştırdım. Kadın daha önce vekillik yapmış, siyasi aktivistmiş. Ailesiyle birlikte Taliban’dan ciddi tehdit altındaymış. Doktor olan kız kardeşi bir Hintliyle evlenip dinini değiştirmesi nedeniyle aile böylesine tehditler alıyormuş. Aileyi açıkça kafir ilan etmişler.
Ailesini tehlike altına atmamak için kadının ismini açıklamak istemiyorum. Arkadaşım vasıtasıyla onunla temasa geçtim. Bana durumu anlattı. Aile hala Afganistan’da. Oğlu görüşmemizden bir kaç gün sonra işkenceye uğradı.
- Kadınla konuşmanızdan sonra mı kurtarma çabalarınız daha hızlandı?
GÜLAY- Evet. Arkadaşımdan aldığım listedeki bütün isimlere mesaj göndermeye başladım. Sürekli bu konu üstünde çalışıyordum artık. Sadece o kadar da değil. Yurt dışında üç ülkede 12 yıl yaşadığım için pek çok arkadaş, tanıdık edinmiştim. Aklıma gelen herkesle temasa geçiyordum. O aşamada Türkiye’nin ilk kadın savaş muhabirlerinden olan Şerif Turgut’a da akıl danıştım.
Derken İtalyan bir gazeteci arkadaşım olan Piero Castellano devreye girdi. Piero beni İtalyan RAI televizyonunda çalışan Caterina Doglio’yla iletişime geçirdi. Caterina vasıtasıyla RAI televizyonunun eski direktörü Monica Maggionİ’yle tanıştım. Bu üçü ailem gibi olmuştu. Günün her saati haberleşiyorduk.
- O sırada Caterina Doglio Yunanistan’da tatilde değil miydi?
GÜLAY- Kızıyla tatildeydi. Bu arada konuyla ilgili ilk temas kurduğum arkadaşım Mara balayındaydı. Bütün balayı boyunca Afganistan’la uğraşmak zorunda kaldı. Bizim grup artık Afganistan’dan insanları kurtarmayı kendine dava edinmişti.
Bütün bu çalışmalar yapılırken önemli bir sorunumuz saat farkıydı. Çünkü hepimiz ayrı ayrı yerlerdeydik. Üstelik Afganistan’la aramızda bir buçuk saat farkı vardı. ABD ve İtalya’yla da saat farkı olduğu için Türkiye’den koordinasyonu ancak bir kaç saat dilimi içinde çalışarak sağlayabiliyordum.
Burada şunu belirtmem lazım. Caterina Doglio’nun Monica Maggioni’yi ikna etmesi çok önemliydi. Monica çok iyi bir gazeteci. Şimdi İtalya’nın gene önemli kanallarından TVG1’in başına getirildi. Monica yöneticilik görevlerinden önce uzun süre savaş muhabirliği yaptı ; Irak ve Afganistan’da da çalıştı. Onun Afganistan’ı tanıması bizim için çok önemliydi. Monica Maggioni Afganistan’da kadınların hayatlarının tehlike altında olmasının ne demek olduğunu çok iyi biliyordu. Ayrıca savaş muhabiri olduğu için pek çok asker tanıyordu.
Rastlantıya bakın ki Afganistan’dan tahliye işlemini yapan İtalyan general Monica Maggioni’yle birlikte Irak’ta görev yapmış. Bir başka generali de çok iyi tanıyordu. Ayrıca tek bir telefonla İtalyan Dışişleri, Adalet Bakanlarına hatta Cumhurbaşkanı’na ulaşabilen bir kişi. Bu bütün oyunu değiştirdi.
Monica Maggioni sayesinde hayatı tehlikede olan kadının tahliyesi kararı hemen çıktı. Tam o sırada Afganistan’dan bir kişi daha bana ulaştı. İsmi Mohammad’dı. Çok zor durumda olduklarını anlattı. Kardeşini sokak ortasında infaz etmişler. Bu kişinin biri doktor, biri hakim, biri de tıp öğrencisi üç kız kardeşi, okuma yazma bilmeyen annesi, bir de infaz edilen kardeşinin eşi, iki de küçük çocuğu vardı. Burada büyük bir mesele var. Taliban ailelerin erkeklerini öldürüyor, kadınlarını da ganimet olarak alıyor.
Bu aileyi de kurtarılacaklar listesine ekledim.
Tam bununla uğraşırken bu sefer hukukçu olan Ali Ahmad benimle bağlantı kurdu. İki erkek kardeşi olduğunu, kendisini işten çıkardıklarını, bir önceki hükümete çalışmakla suçladıklarını anlattı. Hayatı tehlike altındaydı. Taliban Ali Ahmad’ın geride kalan kardeşini “Ağabeyin önceki hükümette avukatlığı gerekçesiyle tutukladı.” Diğer kardeşini de oturdukları evden attı. Evi şimdi karargah gibi kullanıyorlar. Arabalarına da el koydular. Şu anda evsiz kalan kardeş tıp fakültesi öğrencisi.
Sonunda listeyi hazırladık. Bunu Monica Maggioni’ye yolladım. Kabul edildi. Aslında hiç birimiz karşımızdaki yapının ne kadar korkunç olduğunu idrak edememiştik. Her şeyi yapabiliriz gibi düşünüyorduk. Sonradan yaşayarak işin ne kadar zahmetli olduğunu öğrendik.
- Peki, Kabil havaalanının fiziki yapısıyla ilgili bilginiz var mıydı?
GÜLAY- Hiç bir fikrim yoktu. Üstelik hangi kapının kimin kontrolunda olduğunu da bilmiyordum. Dolayısıyla havaalanının fiziki yapısı ve lojistiğiyle ilgili ayrıntılı bir çalışma yapmak zorunda kaldım.
Derken bir İtalyan subayla tamamıyla rastlantısal olarak tanıştım. Gerçi Monica Maggioni havaalanındaki İtalyan generali tanıyordu. Ama bize operasyonel bir insan lazımdı. İtalyan subayla epeyce haberleştikten sonra sivil giysilerle kurtarmak istediğimiz grubu gelip alabileceğini söyledi.
Toplam 15-16 kişilik bir gruptan söz ediyoruz. Fakat Kabil havaalanı çevresinde öyle bir izdiham vardı ki anlatılmaz. Tam bir facia yaşanıyordu. Abbey Gate diye bir kapıdan geçebileceklerini öğrendik. Ancak bu kapıya ancak 800 metre yaklaşabiliyorlardı. Bu da çok uzun bir mesafe. Grup kapıya gitti. Fakat ilerleyemiyorlardı. Bunu da şöyle anlatayım. Kapıların açılmasının belli saatleri vardı. Zaten bütün kapılar ABD’nin kontrolündeydi. Kapı çok kısa bir süre açılıyor, geçebilen geçiyor, geçemeyen ya 12 saat ya da ertesi günü beklemek zorunda kalıyordu.
Bu zorluklar yüzünden bir kaç kere kapı değiştirmek zorunda kaldık. Bir kaç kere vaz geçip geri dönmek istediler. Zor ikna ettik. Dört gün sürekli nöbet tuttuk. Bu süre boyunca ben hiç uyumadım diyebilirim.
-Haberleşmeyi nasıl yapıyordunuz?
GÜLAY- Sadece WhatsApp’tan haberleşebiliyorduk. Derken başlangıçta kurtarmak istediğimiz siyasi aktivist kadın tam kapıya geldi ama geçemedi ve kayboldu. Onaltı saat süreyle ondan haber alamadık. Sonunda haber çıktı. O da kapıdan geçmeyi başardı. Onaltı saat boyunca haberleşemememiz kadıncağızın kapıdan geçmeye çalışırken yere düşmesi, üstünden otuz kişinin geçerek yaralanması yüzündenmiş. Güçlü bir kadın olduğu için zahmetle kalkıp yakındaki bir okula sığınmış. Orada bakımı yapılmış. Havaalanına geri dönüp kapıdan geçmeyi başarmış. Ama ne yazık ki oğlu geçemedi. Taliban’ın eline düştü. Büyük işkence gördü.
Gruptaki öbür iki aile ise ertesi güne kalmıştı. Neyse ki onlar da geçtiler. Yalnız kapıdan geçmeyi beklerken hangi koşullarda neler yaşadıklarını anlatmam lazım. Havaalanı çevresinde iki tane kanal var. Biri pis su, biri kanalizasyon kanalı. İnsanlar onların önünde bekleşiyorlar. Başka bir ailenin iki çocuğu bu kanalizasyon kanalına düşüp boğulmuşlar. Bu acı olayı, çocuklar gözlerinin önünde boğulan Ali Ahmad’la Mohammad anlattı.
- Çok garip. Bütün bu olaylar olurken dünya basınında bu haberler yer almadı. Acaba neden?
GÜLAY- Kimse ilgilenmedi. Bakın size anlatayım. Bizim grup bir gün Kuzey Avrupalılar’ın kontrolündeki bir kapıya gidiyor. Kapının önünde Kuzey Avrupa askeri. Ona İngilizce İtalyanlar’ın listesinde olduklarını, geçmek istediklerini söylüyorlar. Asker başını öbür yana çeviriyor.
Bu Kuzey Avrupalılar insan hakları konusunda ahkam kesmeye gelince mangalda kül bırakmazlar ama iş uygulamaya gelince böyle yaparlar.
- Grup kurtuldu. Uçağa bindiler. Nereye gittiler?
GÜLAY- Hepsi İtalya’da, Durumları iyi. Monica Maggiore onlara şimdi iş bulmaya çalışıyor.
- Bundan sonra da Afganistan’dan insanları kurtarma çalışmaları sürecek mi?
GÜLAY- Evet. Neyse ki artık tek başıma değilim. Almanya’dan, İtalya’dan hukukçu dostlarla bu çalışmaları sürdüreceğiz. Türkiye’den, gene Koç Üniversitesi’nden Doç.Dr. Ceren Acartürk ve terapist ekibi bize destek veriyor. Ceren Hoca ve çalışma arkadaşları benim lobi yapmaya odaklanabilmem için halihazırda Afganistan’da olan insanlara moral destek veriyor ve sakin kalmalarını sağlıyor.
Size şunu da söyleyeyim. Şimdi Kabil havaalanından tahliye uçakları ya boş kalkıyor ya köpekleri tahliye ediyorlar. Köpekleri bir kez İngilizler tahliye etti. Boş kalkan bir Norveç uçağı vardı. İçinde bir ya da iki yolcusuyla havalandı diye hatırlıyorum. Çünkü hiç bir organizasyon yok. Güvenlik listeleri yapılmamış. Organizasyon olmaması da Taliban’ın beklenmedik bir biçimde Kabil’i ele geçirmesi nedeniyle. Kim neyi nasıl yapacağını bilmiyor. Bir de kimler bu ülkeden kurtarılmaya değerdir hesabı yapılıyor. Bence bu çok adice bir hesap. Herkes kurtarılmalıdır.
Şimdi liste yapmaya başladım. Şu anda elimde 850 kişilik bir liste var. Bu listede, bebekleri saymazsak herkes meslek sahibi. Örneğin listede 42 gazeteci, özellikle kadın hakim ve savcılar olmak üzere 250 hukukçu var. Onların tanıdığı dört tane kadın hakim ve savcı Taliban tarafından infaz edildi. Eski hükümete yakın olduklarını düşündükleri herkesi infaz ediyorlar. Taliban’ın yaptıkları ön görülemez durumda.
Bunların yüzde 85’i okuma yazma bilmiyor. Bunlar 16-17 yaşında hayatlarında vahşet dışında hiç bir şey görmemiş silahlı çocuklar.
- Burada şunu sormak istiyorum. Anlı şanlı insan hakları savunucusu sivil toplum örgütleri ne yapıyor?
GÜLAY- Anlı şanlı örgütler kendi insanlarını bile bırakıp kaçtı. Ne diyorsunuz? Ama biz bu işi başlattıktan sonra bir anda pek çok yerden davetler almaya başladık. Afganistan’dan kurtarma çalışmaları için bizden yardım istiyorlardı.
30 Ağustos’tan sonra Batı askeri güçlerinin Afganistan’dan çekilmesiyle tahliyelerin türü değişti. Artık kalkan falanca ülkenin askeri uçağına liste eklemek mümkün değül. Çünkü kalkan askeri uçak yok. Dolayısıyla ya devletlerin toplu tahliye faaliyeti için lobi yapılıyor ya da bazı sivil toplum kuruluşlarının veya kişilerin özel finansmanıyla uçak kiralanıp “ev sahibiyle” anlaşarak uçak kaldırılıyor.
Size lobiden bir örnek vereyim. ICAN (International Civil Society Network) bu konuda özellikle İngiltere Hükümeti’ne ciddi baskı yapıyor. ICAN’ın direktörü Sanam Naraghi ve pek çok çalışma arkadaşı kadın. ABD’deki üniversiteler kendi mezunlarının, bazı sivil toplum kuruluşları da kendi faaliyet alanlarındaki insanların tahliyesi için uğraşıyorlar. Biz bunların çoğuyla temas halindeyiz. Şu ana kadar 109 kişiyi çıkardık.
Özetlemek gerekirse, kurtarma çalışmalarımız devam edecek. Elimizdeki 850 kişilik listedekileri Batı ülkelerine göndereceğiz. Oralarda iyi bakılacaklardır.
Yorum Yazın