Aylar önce bir gün haberleri izliyorum. Beyoğlu Belediyesi ilçe sınırları içinde bir Kültür Yolu projesi başlatıyor. Bu proje kapsamında Karaköy’deki üç genelev sokağı Kültür Yolu’na dahil edilecek. Aşağı tarafı Galataport, üst tarafı da Atatürk Kültür Merkezi’yle (AKM) bağlantılı olacak.
Meraklanıyorum. Hangi sokaklar bunlar? Meğer adlarını çocukluktan bildiğimiz ama yanlarından bile geçmediğimiz Zürafa, Alageyik ve Kadem Sokaklar. Biraz araştırma yapıyorum. Kültür projesi kapsamına alınacak sokaklardaki evler zaten pandemi başlar başlamaz kapatılmış. Evlerde çalışan kadınlar ya da sektör jargonuyla söylemek gerekirse “sermayeler” ya işi bırakıp kendilerini emekli etmişler ya da çalışmaya devam etmek isteyenler ülkenin başka illerindeki genelevlere gönderilmişler.
Haberi izlerken kesin kararımı veriyorum. Oraları mutlaka görmeliyim. Düşüncemi yakın bir dostuma açıyorum. Biraz da canı sıkılarak bana,”Korkunç insanlık dramlarının yaşandığı yerleri neden merak ediyorsun? Bence oralara gitme,”diyor. Dinleyen kim? İki fotoğraf sanatçısı arkadaşımla ne yapmak istediğimi konuşuyorum. İkisi de oralara gidip fotoğraf çekmeye dünden hazır.
Gerekli izinler alınıyor ve üçlü grup bir sabah erken saatte yola koyuluyor. Genelevlerin bulunduğu semte gitmek için ya yukardan, İstiklal Caddesi’nin Tünel tarafından, Alman Lisesi önünden aşağı doğru yürüyecek, Saint Benoit Fransız Lisesi’nin yan tarafından yokuş aşağı ineceksiniz ya da Karaköy’den gene Saint Benoit’nın yanındaki Revani Sokak’tan yokuş yukarı tırmanacaksınız.
Biz Alman Lisesi önünden aşağı doğru yürümeyi seçiyoruz. Tam Saint Benoit Lisesi’nin üst kapısının önüne geldiğimizde ayağım bir taşa takılıp düşmeyeyim mi? Yüzümdeki maskeye rağmen dudağım patlıyor. Eczanede pansuman derken tabii ki işin peşini bırakmak yok. Aşağı doğru yürüyoruz, Yaklaşık 100 metre sonra sağ tarafta büyük bir demir kapının önünde duruyoruz. Korumalar kapıyı açacak. Biraz sonra o çok merak ettiğim Zürafa Sokak’tan içeri adım atıyoruz.
Ortalık tam bir mezbelelik. Metruk evlerin bir kısmının cephesine koruyucu örtüler çekilmiş. İnşaat faaliyeti başlamış bile. Verilen bilgiye göre, Zürafa, Alageyik ve Kadem Sokaklar’da toplam 42 genelev var. Bunların 37’si, bir zamanların vergi rekortmeni olarak tanınan genelev patroniçesi Matild Manukyan’a ait. Buralar Beyoğlu Kültür Yolu’nun bir parçası olacak da bu taşınmazların mülkiyet hakkı meselesi nasıl halledilecek, sorusu aklıma geliyor. Anlatılana göre Beyoğlu Belediyesi sadece dönüşüm projesiyle ilgilenecek; mülkiyet hakları eski mülk sahiplerine ait olacak.
Bir ara Matild Manukyan’ın varislerinin bir bölümünün projeye karşı çıkarak dava açmaya hazırlandıkları haberleri duyuluyor. Ancak daha sonra bu haberlerin arkası kesiliyor. Demek belediyeyle anlaşmaya varmışlar, diye düşünüyorum. Sokakları gezerken dönüşüm projesinin bu bölgenin rantını ne kadar yükselteceği aklıma takılıyor. Beyoğlu Belediye Başkanı Haydar Ali Yıldız’ın anlatımlarından bu üç sokağa rezidanslar, alış veriş merkezleri, kültür ve sanat binaları yapılacağına göre bölge paha biçilmez hale gelecek. Hele de Galataport ve AKM’yle bağlantısı kurulduktan sonra...
Sokakları baştan başa dolaşıyorum. Terk edilmiş, çöp yığınlarıyla dolu evlere girip çıkıyorum. Odaların hemen hepsinin kapılarında oralarda kalan kadınların isimleri yazılı: Sibel, Bahar, Çiçek,Zuhal...
Yerde bir levha. Üstünde 70 lira vizite ücreti yazılı. Müşterinin neler yapması gerektiği maddeler halinde sıralanmış. En başta da prezervatif kullanma zorunluluğu. Dikkat çeken bir madde de vizite süresini gereğinden fazla uzatmamak. Yerlerdeki çöplere gözüm takılıyor. Kullanılıp atılmış prezervatifler var.
İnsanın içini acıtan evlerde çalışan kadınların odalarının hücre kadar küçük oluşu. Bir de hemen hemen her odada yer yatağı ve duvara rapt edilmiş bir lavabo. Çoğu odada kırık dökük kedi sepetleri. Meğer bu sokaklarda yaşayan kadınların kedi düşkünlüğü çok bilinirmiş. Buraları terk edildikten sonra kediler de ortada kalmışlar. Bazı binaların kapı önlerinde, belki hala eski sahiplerine özlem duyan kediler için kuru mama dolu tabaklar ve su kaseleri konulmuş.
Evlerin antrelerinde eski, uzun topuklu kadın ayakkabıları, terlikler... Bu nasıl bir hayattır? İnsan oğlu nasıl dayanabilir böyle bir yaşama? Gene anlatılana göre çalışan kadınlar mesleklerini hiç bir şekilde terk etmek istememişler. Buraları kapandığı halde pek çoğu başka evlerde çalışmaya devamda ısrar etmişler. Anlaşılır gibi değil. Öğrenilmiş çaresizlik mi acaba?
İki saat süren genelev sokakları incelememizin fotoğrafını sizler için çekmeye çalıştım. Gerçi hafiften gazi vaziyetinde de olsam patlak dudakla dolaşıp mümkün olduğunca çok bilgi ve ayrıntı öğrenmeye çalıştım. Öğrendiklerim ve gördüklerim bir hayli uzun zaman rüyalarıma girmedi değil. Ama görmek ve öğrenmek duyduğum acıya değdi doğrusu derken bütün dünyada siyaset yapan kimilerinin de bu kadınlara benzediği akıma takıldı. Kendinize bir hayat yolu çizeceksiniz. O yolda yürürken hedefinize ulaşmak için kendinizden inanılmaz tavizler vereceksiniz.Tavizler verirken ahlak ilkelerinizden sapacaksınız. Düşünce, kafamda dolan dur, ama bir şeyi kafama mıh gibi çak. Genelevlerde o hayatları yaşayan kadınlar meğer ne kadar ahlaklıymış, geçimlerini, sadece kendilerine ait olan bedenlerini satarak kazanmışlar. Ağır işçi olarak çalışmışlar. Midelerine haram bir kuruş girmemiş. Aksine. Nasıl acılar pahasına para kazanmaya çalışmışlar. Hiç kimsenin bedeni üstünden, hiç kimsenin canı malı pahasına iş çevirmemişler.
Ahlaklı geçinip ahlakçılıkta üstlerine olmayanlara bir çift söz. Fahişe sözüyle aşağılamaya çalıştıklarınızdan milyon kat daha fahişesiniz!
Çok düşündürücü bir yazı. Ne kadar büyük fiziksel ve psikolojik eziyetle hazırlamışsın, kalemine sağlık.