Tuğçe Özcan

Tuğçe Özcan


Ajandalar hakkında içinizi ısıtacak bir yazı

Ajandalar hakkında içinizi ısıtacak bir yazı

Kendimi bildim bileli defterler hep hayatımda oldu. İlkokulda vasat ve sıradan cümlelerle başlayan günlüklerim, ortaokul ve lise yıllarımda adeta birer keşif rehberine dönüştü. Günlük yazmaya devam ettikçe renkli kalemler kullanmaya, her yazıya bir başlık atmaya ve hatta her güne bir motto bulmaya başladım.

Lise ikinci sınıfta günlüklerim sürükleyici bir kitap gibi elden ele dolaşıyordu. Şaka değil ciddiyim, her tenefüs yanıma gelip birileri “Tuğçe ben de okuyabilir miyim günlüğünü?” diye sorardı. Elbette halka açık bir günlük yapmamak ve popülariteyi korumak için her talebe olumlu yanıt vermezdim. Ulaşılır olmayan, biraz daha fazla merak uyandırırdı.

Her yaz okullar kapanır kapanmaz soluğu aldığımız yazlıkta, birlikte büyüdüğüm yazlık arkadaşım Melek, arabamızı sokağın ucunda görür görmez hemen aşağı inerek beni karşılar ve günlüklerimi sorardı.

 “Bu kış da günlük yazdın dimi?”

Melek nedendir bilinmez sabahları aşırı erken uyanır ve sabah ezanıyla beraber bizim kapıya dayanırdı. Ben de yazlıkta babaanneciğimle kalıyorum, babaannem namaza kalkınca hiç sorgulamaz “kızım bu saatte işin ne” demez, hemen kapıyı açıp Melek’i içeri alırdı. Ben yatağımda uyurken Melek odama girer, Günaydın der, günlüğümü ona verince yanımdaki kanepeye uzanıp okumaya başlar bir süre sonra da uyuklardı. Saat 9 olunca beraber kalkar ve babaannemin hazırladığı kahvaltıyı yerdik, sonra Melek evine geçerdi.

Kaç yazımız böyle geçti hatırlamıyorum. Şimdi düşününce tatlı bir tebessümle hatırladığım bu olayda Melek’i sabahın köründe bizim eve çeken huzurlu bir dostluk ve babaanne kahvaltısı mıydı, yoksa günlük okumanın hazzı mıydı hala bilemiyorum.

Günlük yazma alışkanlığı, çocukluktan gençliğe evrildikçe yerini yavaş yavaş ajanda kullanmaya bıraktı. Çalışma hayatına 16 yaşında atıldım ve hem okul, hem de çok mühim iş yaşantımı planlamak bana tuhaf bir keyif vermeye başladı.

İlk işim büyük otellerde yapılan kongre ve toplantılarda hosteslik yapmak oldu. Katılımcılara yer gösterip, broşür dağıtıp, kayıt alıyordum. Bu toplantılar beş yıldızlı lüks otellerde olduğu için, e bendeniz de lükse ve iyi şeylere tutkun bir Boğa burcu olduğum için çalışmak ruhuma tarifsiz bir haz vermeye başladı. Fakat aynı anda okulum da olduğu için, bana titizlikle planlanmış bir program gerekliydi.

Defterimi alıp son derslerde kaytarma imkanım olan günleri belirleyip, o günlerde çalışabileceğim bir iş var mı diye bağlı olduğum ajansa her hafta görüşme yapıyordum. İşlerimi, ve işe gitmek için ektiğim dersleri, iş saatim, işin tanımı, aldığım ücret ve hatta yediğim yemek gibi gereksiz onlarca ayrıntıyı ajandama not almaya başladım.

Üniversitede gündüz çalışıp, akşam ikinci öğretimde okuduğum için ajandam değme bir iş kadınından daha doluydu. O zamanlar bir televizyon kanalında stajyerlik yapıyordum ve inanın defterime yazacak çok fazla detay, ama her birini kurgulayacak güçlü bir motivasyonum vardı.

Bu yıllarda her yılbaşı zamanı “yeni bir ajanda bulmak” gibi tatlı bir telaş sahibi de oldum. Çünkü artık kriterlerim netti. Özel bir tasarım, sayfa düzeni, belli satır aralığı, pilot kalemle yazınca arka sayfaya çıkmayacak kağıt kalınlığı, haftayı ve ayrı ayrı gördüğüm bölümler. Bir de en arka sayfada başkentlerin ve telefon kodlarının olduğu bölüm varsa tadından yenmezdi. (Bakınız google olmayan yıllar)

Fakat bunların hepsini aynı anda bulmak mümkün olmadığından her sene bir ya da birkaçından feragat ederek, kullanacağım ajandayı seçerdim. Yepyeni bir ajanda seçmek yeni yıl ruhuyla birleşerek planlarımı, hedeflerimi, hayallerimi gözler önüne sereceğim bir motivasyon oluşturmaya başladı bana.

Defter tutma hobim, olgunlaşmayla beraber hayatımda bir kültür olarak giderek büyüdü. Zaman içinde aile üyelerinin en lezzetli ve spesiyal tariflerini topladığım bir yemek defterim, seyahat ettiğim her ülkeyi tek tek anlattığım bir gezi defterim, Hayata dair emsalsiz bilgileri ve çok sevdiğim alıntıları topladığım bir akıl defterim ve kelime koleksiyonum için de bir defterim oldu.

Hosteslikle başlayan ve Kanal D haber merkezinde staj ile devam eden kariyerim yine Kanal D’de editör olarak devam etti. Birçok farklı yapım, kanal ve prodüksiyon için editörlük ve metin yazarlığı yaptım. Yazmak bir hobiden öteye geçerek para kazanma şeklim oldu. Bunu bir tık daha ileriye taşıyarak kitap yazarlığına başladım ve 3 kitap yazdım. Editörlük’ten sağlık sektörüne geçip her dakikası çok çok kıymetli olan alanında çok büyük isim yapmış cerrahların günlerini planlamaya başladım.

Kendi ajandamı doldurmak kadar keyifli olan bu işte, doktorlarımın ameliyatlarını, görüşmelerini, kongrelerini ve kısacası hayatına dair her detayı planlayan bir asistan oldum. Bu işi tutkuyla yapmama neden olan iki şeyden biri iyi yaşam, sağlık ve güzellik hakkında öğrenmeye olan açlığım ve diğeri de aksiyonu hiç dinmeyen bir operasyonu yürütme keyfiydi. Çalışırken güzelliğe, sağlıklı ve iyi yaşama dair en bilindik ağızlardan öyle önemli şeyler öğreniyordum ki, bunları hem kendim kullanıyor hem de sosyal hesaplarımdan paylaşıyordum.

Klinikte temposu hiç dinmeyen mesaimizi yürüttüğümüz 6 kişilik şahane bir ekibimiz vardı. Bende bu ekibin trafiğini yöneten, takım çalışmasının işleyişini planlayan, hasta akışını aksama olmadan sağlamak için aksiyon alan bir görevi yürütüyordum.

Bugüne gelirsek…

Şimdi 2 yıldır tüm mesaisini bebeğine ayırmış, ama aynı zamanda bebeğinin uykuda olduğu saatlerde de evden 2 farklı iş yürüten, köşe yazarlığı yapan, mutlaka hergün evinde yemek pişiren, sosyal mecralarda İnfluencer tavsiyeleri ve ürün deneyimlerini paylaşan bir anneyim. Oğlumun doğduğu günden itibaren tek bir gün bile, eşim dışında başka birinden yardım almadım. Çalışmadığım bu dönem içinde Rune Sembolleri ve Rune Master eğitimlerini tamamladım, Money Reiki sertifikası aldım. Her ay 25’e yakın anne adayının katıldığı CampAlle etkinliğinde konuşmacı oldum.

Tüm bunları kendi kendimin asistanı olabildiğim için yaptığımı düşünüyorum. Ajanda kullanma alışkanlığı size öyle bir disiplin veriyor ki, To Do Listenize eklediğiniz bir maddenin yanına tik koyduğunuzda, müthiş bir rahatlama ve başarmışlık hissi yaşıyorsunuz. Bir işi yazmak, tamamlamış olmanın yarısı sayılıyor. Üretmek böyle bir ruh hali gerektirir. Yorulmadan, bahane bulmadan çalışmak, ancak pozitif bir disiplinle mümkün.

Ben üretmenin ve çalışmanın gücüne inanıyorum. Tasavvuf ehilleri cennetin anlamının “şugul” yani meşguliyet olduğunu, çalışmanın cennetin anahtarı olduğunu anlatır. Bu yüzdendir ki, çalışan ve üreten insan olmak hayatta edilebilecek en güzel misyonlardan biridir.

Üretmek hem sizi zinde tutar, hem de hayallerinize yaklaştırır. Yaptığınız iş, sevdiğiniz alan, ilginiz olan konu ne olursa olsun “ortaya bir iş koymanın güzelliği” hayatınızdan hiç eksik olmasın…

telif

Yorum Yazın

Ana Sayfa
Web TV
Foto Galeri
Yazarlar